YUNANİSTAN Soğuk Savaş’ın bitmesiyle 1990’ların ilk yarısında Balkanlarda oldukça etken bir politika izleyerek, öncelikle Soğuk Savaş sonrası dönemde tehdit olarak algıladığı unsurlarla mücadeleye girişti. Arnavutluk ve Makedonya’ya karşı çeşitli yaptırımlar ve ticari ambargo uyguladı. Topraklarındaki Makedon azınlıklardan dolayı Makedonya’yı toprak bütünlüğü için bir tehdit olarak görüyordu. Yugoslavya’dan koparak devletleşmeye çalışan bu ülkenin uluslararası toplumda tanınmasını engellemeye çalıştı; hatta Makedon anayasasını, bayrağını ve ismini değiştirmek için dört yıl mücadele etti. Zamanla Yunanistan’ın yeni siyasal ünitelere karşı gösterdiği geleneksel saldırgan refleks ile NATO ve BM eksenli Balkan politikaları arasında gerilimli bir sürece girildi. Bu dönemde PASOK iktidarı, bazı aydınlar ve diplomatik elitler tarafından ülkeyi AB ve ABD gibi küresel güçlerle karşı karşıya getirdiği gerekçesiyle eleştirildi. Sonunda Yunanistan Balkanlarda Helen milliyetçiliğine dayalı saldırgan ve yayılmacı politikalarını terk ederek daha uzlaşmacı bir politika geliştirdi ve bunu bütün Balkanlar üzerinde uygulamaya koydu. Üstelik Yugoslavya’da çatışmalar sona ermiş; Yunanistan, o güne kadar izlediği aktif politikaların müspet neticelerini çoktan almıştı.
Yeni strateji üç temele dayanıyordu: Birincisi 20’nci yüzyılın başında olduğu gibi, Yugoslavya’dan arta kalan yeni devletler dahil, bütün Balkan ülkeleri ile arasındaki anlaşmazlıkları ortadan kaldırmak ve gerekirse stratejik ittifaklar yapmak. İkinci aşama bu ilişkileri ve ittifakları ekonomik yatırımlar yoluyla uzun vadeli ve kalıcı kılmaktan oluşuyordu. Üçüncü ve nihai aşamada ise, ekonomik olarak geri kalmış bu devletlerin Avrupa Birliği nezdinde hamisi olmak ve entegrasyonları için lobi faaliyetlerinde bulunmak geliyordu.
Her şeyden önce Yunanistan Balkanları doğal bir nüfuz alanı olarak görmekteydi. Burada kuracağı ittifak Megali İdea yolunda atılan temel adımlardan birini oluşturuyordu. İstanbul’un fethinden günümüze kadar ezeli ve en büyük rakibi olan Türkleri ancak bu ülkelerle ittifak yaptığı Balkan ve Birinci Dünya Savaşlarında yenebilmişti. Türkiye’nin etnik çatışmaların sürdüğü 90’lı yıllarda bir yandan Yugoslavya üzerinden Balkanlarda yer alması, öte yandan “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Kadar Türk dünyası” gibi bir söylemi devlet politikası olarak gündeme getirmesi Yunanistan’ı ürkütüyordu. Zaten Arnavutluk, Makedonya, Sancak, Bosna Hersek, Bulgaristan ve Türkiye gibi bir kısmı veya çoğu Müslüman olan bir nüfus tarafından çevrelendiğini hissediyordu. Komşularından yalnızca Bulgaristan Müslüman değildi; fakat gerek Osmanlı Devleti, gerekse Türkiye Rusya’nın ve uluslararası konjonktürün yardımıyla o zamana kadar Bulgaristan’ı -Balkan savaşları dışında- Yunanistan’la farklı saflarda tutmayı başarmıştı. Bunlardan başka dünyada uluslararası sistemik bir dönüşüm yaşanıyordu. Soğuk Savaş döneminin dış politika parametreleri terk ediliyordu. Varşova Paktı yoktu; NATO Doğu’ya açılma kararı almıştı. Hepsinden önemlisi Türkiye’nin Balkanlarda daha da güçlenmesinden endişe duyan Yunanistan, Arnavutluk ve Makedonya’dan sonra hem NATO, hem de AB üyeliğini elde etmek üzere olan Romanya ve Bulgaristan gibi iki önemli Balkan ülkesiyle ilişkilerini düzeltti. Bu yolla Yunanistan, Balkanlarda Müslüman ve Türk etkinliğini dengelemeyi ve AB’ye üye tek Balkan ülkesi olarak, bölgede nüfuz alanı oluşturmayı hedefliyordu.
İkinci olarak Yunanistan, uzlaşmacı politikasını kalıcı kılmak amacıyla Balkan ülkelerine yatırım hamlesi başlattı. Balkan yatırımları özellikle 90’ların ikinci yarısından itibaren sürekli katlanarak arttı ve Türkiye’ninkilerin üç katına ulaştı. Öyle ki, bazı çevreler Yunan girişimcilerin Balkan yatırımlarını Türk iş adamlarının Orta Asya ülkelerinde yaptığı yatırım seferberliğine benzetiyordu. Örneğin, Yunanistan’ın Sırbistan’a yaptığı toplam dış yatırım 1,1 milyar dolara ulaştı. Arnavutluk’ta Yunanistan 76 milyon dolarla, İtalya’dan sonra en çok yatırım yapan ikinci ülke oldu. Türkiye ise ancak 35 milyon dolarda kalmıştı. Bulgaristan’da Yunanistan 194 milyon dolarlık, Türkiye ise ancak 105 milyon dolarlık yatırım yapmıştı. Yunanistan’ın Romanya’daki yatırımı 900 milyon, Makedonya’daki ise 292 milyon doları bulmuşken; Türkiye sırayla 200 ve 22 milyon dolarlık yatırımlarla yetiniyordu. Ayrıca Yunanistan bu ülkelerde telekomünikasyon, petrol boru hattı, cep telefonu şebekesi gibi oldukça uzun vadeli ve stratejik alanlarda yatırımlar yapıyordu.
Yunanistan’ın Balkanlarda üçüncü aşamada izlediği en uzun vadeli politika AB vasıtasıyla iktisadi ve siyasi anlamda geri kalmış bu devletler üzerinde etki kurmak oldu. Aslına bakılırsa bunu önceleri izlediği politikalarla taban tabana zıt bir tavır izleyerek başardı. O zamana kadar uyguladığı politikalar Yunanistan’ı, AB içinde yalnız bırakmakla kalmamış; Türkiye’nin de önünü açmıştı. Balkanlarda olası Türk tehdidine karşı kendi güvenliğini ve her şeyden önemlisi istikrarı sağlamak ancak bu ülkelerin bir kısmının veya tamamının AB’ye üyeliği ile mümkündü. Ekonomik olarak geri kalan bu ülkeler zaten AB’nin kendilerine sağlayacağı iktisadi avantajlara muhtaçtı. Bu amaçla başta Slovenya, Bulgaristan ve Romanya olmak üzere, Yugoslavya’nın dağılmasından sonra kurulan devletlerin AB’ye katılımını desteklemeye başladı. Bir taraftan Balkan ülkelerine karşı Avrupa Birliği’nin adeta bir elçisi misyonunu yüklenirken, öte yandan bir başka Balkan ülkesi olan Türkiye’nin üyeliğini engellemeye çalıştı. Balkan ülkeleriyle masaya otururken AB’nin yardımlarının yapılmasını sağlayabilecek en önemli aracı aktör olarak kendisini dayattı ve Türkiye karşısında önemli avantajlar yakaladı. AB politikalarının Balkanlar üzerindeki etkinliğini gören Yunan lobileri, Balkan devletlerini AB’ye yaklaştırmak için geniş kapsamlı faaliyetlerini hem ulusüstü kurumlarda, hem de akademik platformlarda sürdürdü. Yunan Bilim adamlarından Atina Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Theodore Couloumbis iki hafta önce Amerika’da verdiği bir konferansta, “AB projesinin, Balkanlaşma ihtimaline geçit vermemesi ve Balkan ülkelerinin, tarihten kalan (etnik) mirası ortadan kaldırmaları için AB’ye üye olmalarının gereğine” dikkat çekti. Yunanistan Avrupa İlişkilerinden Sorumlu Bakan Tassos Yiannitsis de, hükümetinin Balkan ülkelerini AB’ye yakınlaştırma amacıyla bir yol haritası taslağı hazırlığı içinde olduğunu açıkladı.
Görüldüğü gibi Balkanlarda yaşanan rekabet iki ülkenin hem bölge merkezli bir güç mücadelesi, hem de tarihten kaynaklanan düşmanlığın bir devamı niteliğindedir. Yunanistan Türkiye ve kendisi için hayat alanı olan Balkanlara sırtını dayamakta; yönünü doğuya çevirmektedir. Buna karşın ABD’nin stratejik ortağı ve bölgesel güç olan Türkiye Soğuk Savaş sonrası dönemin kendisine sağladığı avantajları ilk yıllarda Balkanlarda ve Türkî Cumhuriyetlerde oldukça iyi kullandı. Fakat gelinen noktada AB kartını kullanan ve ekonomik yatırımları cömertçe ve cesur bir şekilde yapan Yunanistan, şu an için Türkiye’ye göre daha avantajlı konumda. Türkiye eski dinamizmini yeniden kazanmak için Balkanlarda kültürel, siyasi ve iktisadi alanlarda yeni açılımlara girmelidir. Osmanlıdan kalma Müslüman nüfus Türkiye’ye bölgede geniş etkinlik alanı sağlamaktadır. Yunanlı tarihçi Veremis’in sözleriyle, “Türkiye’nin Balkanlarda etkili bir güç olması Türk Milliyetçiliği ile İslamî kimliğin uyum içinde kaynaştırılmasına bağlıdır.”
Paylaş
Tavsiye Et