Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Ekonomi
Hortumlanan paraların tahsili zor
Haluk Ersoy
BUGÜNE kadar, batık bankalarda kaba tabiriyle “hortumlanan” paralar hakkında bol spekülasyon yapıldı. Buharlaşan milli servet, yani Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF)’ndan batmış bankalara ve kamu bankalarının zararlarına karşılık olarak aktarılan kaynak, İmar Bankası’nı saymazsak, 52,3 milyar doları buluyor. Bu kaynak aktarımının 21,9 milyar doları sadece kamu bankalarında oluşan görev zararlarının kapatılmasında kullanıldı. Kamu bankalarında oluşan görev zararı, zamanın siyasi gereklerinin yerine getirilmesi için dağıtılmış kredilerden, sübvansiyonlardan ve ayrıca bütçenin tutturulabilmesi için yapılan bütçe dışı harcamaların finansmanından kaynaklanıyor. Dolayısıyla bu zararların, parti kayırmasına mazhar “önemli insanlarımız” arasında paylaşılmış olması kuvvetle muhtemel. Paraların nereye gittiğine dair ufak bir ipucu Halkbank’ın batık kredilerinin kompozisyonunda mevcut. Temel faaliyet konusu esnaflara ve KOBİ’lere kaynak aktarmak olan T. Halk Bankası A.Ş.’nin takipteki alacak tutarı 1 katrilyon 151 trilyon lira. 50 milyarın üzerinde borcu bulunan 550 firmanın takipteki toplam kredi borcu 1 katrilyon 78 trilyon iken 30 bin 223 esnaf ve KOBİ’nin borcu ise sadece 73 trilyon.
Kamu bankalarındaki bu 550 firmaya verilen ve geri ödenmeyen kredilerin tahsili çok zor görünüyor. Çünkü kredilerin teminatı, borcun çok düşük bir kısmını karşılayabilecek düzeyde. Söz konusu yasa değişikliği ile getirilen düzenlemeler bu kredi alanları ve kredi verenleri kapsamıyor. Şöyle ki; Fon’a alınarak bankacılık yapma ve mevduat toplama yetkisi kaldırılan bankalar tarafından verilen kredilerin tahsilinde, gerek kredi kullanan ve gerekse kredi alanlar ödemekle yükümlü tutulup tüm akrabalarının mal varlıklarına el konulması hükmü getirilmişken, aynı fiili işleyen kamu bankası çalışanları için hiçbir düzenleme yapılmadı. Bunun tek istisnası, Fon’a devredilen bankada tespit edilen kredinin kamu bankalarında da bağının bulunmasıdır.
TMSF’ye devredilen bankaların devir tarihi itibariyle toplam yükümlülükleri 32 milyar dolardı. Devralınan yükümlülüklerin %81’i (26 milyar dolar) mevduat hesaplarından oluşuyor. Mevduat hesaplarının 16,8 milyar dolarlık kısmı sigortaya tabi mevduat kapsamında olmasına rağmen bu rakamın yaklaşık iki katı yükümlülük TMSF tarafından üstlenildi.
Bu uygulamanın hukukî zemini, 4389 sayılı Bankalar Kanununun 14’üncü maddesi doğrultusunda Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK)’na, “faaliyetlerine devamı mevduat sahiplerinin hakları ve mali sistemin güven ve istikrarı bakımından tehlike arz eden, yani ticari tabirle batmış bir bankanın yönetim ve denetimini TMSF’ye devretme veya bankacılık işlemleri yapma ve/veya mevduat kabul etme iznini kaldırma” yetkilerinin tanınmış olmasından kaynaklanıyor. Bugüne kadar, söz konusu yetki İmar Bankası olayı hariç olmak üzere mevduat toplamaya yetkili bankalar için daima Fon’a devretmekle sonuçlandı. O dönemde BDDK tarafından yazılı bir belge ile kamuya ilan edilmiş bir karar ya da düzenleme bulunmamakla birlikte, hükümet tarafından bankacılık sisteminin aktif ve pasifiyle tamamen devlet güvencesinde olduğu beyan edildi. Fon, 32 milyar dolarlık yükümlülüğün altına girerken karşılığında elinde sadece 5,2 milyar dolarlık kaynak (bankalardan tahsil edilen sigorta prim gelirleri ve sair gelirler) bulunuyordu. Geri kalanı ise Hazine’den borçlanmak suretiyle karşılandı. Netice itibariyle, vergi salmak yoluyla kaynak toplamaya yetkili olmayan bir kurumun, ancak vergilerle ödenebilecek bir borçlanma süreci başlattığını görüyoruz. Bu noktada karşımıza cevaplanmayı bekleyen beş temel soru çıkıyor:
Vergi salma yetkisi bulunan iktidardan bağımsız otoritelerin, sonucu vergi toplanmasını gerektirecek kararları, iktidardan habersiz veya iktidara rağmen almaları ne derece doğru ve sağlıklıdır?
Az sayıda kişinin tasarruflarına daha yüksek getiri amacıyla risk almasından doğan kayıplarının, ülke halkının tamamı tarafından ödenmesi doğru mudur?
Ticari faaliyet netice itibariyle risk ve getiriyi birlikte taşıdığına göre bankacılık sisteminde oluşan ticari kayıpların faturasının yine tüm vergi ödeyenlere çıkarılması adil midir?
Bankacılık sisteminde oluşan bir zararın veya bir yükün sistem düzeldiğinde hâlâ ayakta duran bankalara taşıtılması doğru mudur?
Kamu tarafından verilen güvence, bankacılık sisteminin etkin şekilde çalışmasını sağlamakta mıdır?
Cevaplara sondan başlayalım. Bu konuda da uluslararası bankacılık literatüründe oluşan genel kanaat, kamu tarafından verilen güvencenin bankacılık sisteminde yer alan bankalar arasında rekabeti yok ettiği ve reel faizleri yükselterek kredi maliyetlerini artırdığı yönündedir. Bu etkinin yoğunluğu, bankacılık sistemi üzerindeki denetimin sıkılığı, hakim ortakların bankalarından kullandıkları krediler üzerindeki sınırlamalar gibi düzenlemelere bağlı olarak azalabiliyor. Ülkemizdeki yaşananlardan örnek vermek gerekirse; temel amacın bankacılık faaliyeti üzerinden kâr etmek yerine holding ya da grubuna kaynak aktarmak olması bankaları faiz oranına duyarsız hale getirdi. Bankalardaki mevduatın nasılsa kaybolmamak gibi bir bağışıklığa sahip olması ve dolayısıyla hiçbir risk taşımaması, risk-getiri odaklı tasarruf sahiplerinin sadece yüksek faize yönelmesine yol açtı. Güçlü bankalar ile bankacılık yapmayan şirketler arasında bir ayrım kalmadı. Mevduat sahibinin ve bankacılık sisteminin korunması kamu otoritesinin sıkı denetimi ve şeffaflığı sağlaması ile mümkün olabilecekken, tasarruf sahipleri de yoldan çıkarılarak riske duyarsız hale getirildi.
Halen canlı bankalar ve bu bankalara mevduat yatıran tasarruf sahipleri, batmış bankaların zararlarını finanse ediyor. TMSF’ye ödenen mevduat primleri ile çalışanların maaşları ve diğer giderler karşılanmaya devam ediliyor. Bankacılık sistemini düzenleyen ve denetleyen bir kurumun canlı bankalardan tahsil ettiği ücretleri ve diğer primleri sistemden çıkmışlara ödemeye devam etmesi hiç de doğru değil. Batmış bankaların aktif-pasifleriyle en kısa zamanda ve sisteme bir daha yük olmayacak şekilde tasfiye edilmesi gerekiyor. Bu bağlamda, TMSF’nin BDDK’dan ayrılması doğru bir karardır. Bu, BDDK’nın bir icra dairesi gibi çalışmasını önleyecektir.
Bankacılık sistemi tüm bankaların içinde yer aldığı bir gemi. Gemi su almaya başladığında içindekilerin hepsi batar. Bu bilinçten hareketle gemide delik açtırmamak gerekir. Bunun kontrolü denetleme ve düzenlemeden sorumlu kamu otoritesi olan BDDK’dadır. Bu hususta anahtar kelimeler risk bazlı denetim ve şeffaflıktır. Denetim otoritesinin güven ve itibarı, sistemin de güven ve itibarını artıran ilk unsurdur.
Sağlıklı bir şekilde çalışan sitemin zaman içinde gerek ekonomik koşullar, gerekse konjonktür nedeniyle göstereceği münferit zaafiyetlerin genele yansımaması için oluşturulacak sistem de mevduat güvence sistemidir. Kamuoyunda da tartışılmaya açılan ve gündemde yerini alacağına inandığımız önerilen güvence sisteminde, TMSF’nin fonksiyonlarının kamu dışında bir kuruma aktarılması büyük önem kazanıyor.
Önerilerimize kaynak teşkil etmek üzere dünya uygulamalarından örnekler vermek mümkün. Dünya Bankası’nın Temmuz 2002 baskısı “Pricing of Deposit Insurance (Mevduat Sigortasının Fiyatlandırılması)” çalışmasında incelenen 73 ülke uygulamasının 61’inde sisteme girişin zorunlu kılındığını görüyoruz. Mevduat sigorta fonunun idaresi, bu sistemin bulunduğu 71 ülkeden 36’sında kamu, 13’ünde özel, 22 ülkede ise karma yapıda yürütülüyor. Fon varlığı oluşturulması ile ilgili olarak da; 62 ülkede önceden fon varlığı oluşturulmuşken (prim toplanıyor), 9 ülkede ihtiyaç halinde fon varlığı oluşturulması yöntemi var. Fonun finansmanı 11 ülkede sadece bankalardan sağlanırken, 57 ülkede kamu-özel birleşimi bir finansman yapısı öngörülüyor. Sigorta kapsamı açısından 67 ülkede belirli bir sınır tespit edilmişken, 6 ülkede sınırsız güvence verildiğini görüyoruz. Mevduatın para birimi açısından da farklılıklar bulunuyor. Yabancı para birimi üzerinde mevduat 49 ülkede garanti kapsamına alınırken, 24 ülkede kapsam dışında tutulmuş. Görüldüğü üzere, ülkelerin ekonomik koşulları ve bankacılık sisteminin kuvvetine bağlı olarak her ülkede farklı uygulamalara rastlamak mümkün. Bazı ülkelerde banka birlikleri Fon işlevini yürütürken bazılarında ise ayrı bir kamu kuruluşu bu işi yürütebiliyor. Ülkemizde de kamu dışında TMSF işlevini yürütecek kuruluşların oluşturulması zamanı geldi. Gerek makroekonomik gidişat, gerekse bankacılık sisteminin sermaye yapısının güçlenmesi çalışmalarında alınan mesafe bunu teyit ediyor. Türkiye Bankalar Birliği’nin bu işlev için uygun bir zemin teşkil etmesi de mümkün görünüyor. Bu düzenlemelerle geriye dönüş olmaksızın tasarruf mevduatının belirli bir kısmının güvence altına alınması sağlanacağı gibi, sektör içinde oluşturulacak oto kontrol mekanizması sayesinde sorunlu bankalar daha canlı iken konsolidasyon yoluyla sorunun çözümü yoluna gidilmesi, sektör temsilcilerinin sorumsuz davranışlarda bulunması halinde doğrudan müdahale imkanının tanınması gibi seçenekler ve çözüm yöntemleri geliştirilebilecek. Kamunun denetim sonucu dış dünya ile paylaşmadığı bilgiler de bankalardan tahsil edilecek prim oranları ile ilan edilerek şeffaflaşmanın önü açılabilecek. En önemlisi bu sistemin kurulması halinde, siyasi otorite yazının başında zikredilen beş sorudan vergi mükelleflerini yakından ilgilendiren ilk üçünün cevabını vermekte zorlanmayacak. Unutmayalım ki, aslolan, vergi mükelleflerinin paralarının “hortumlanmamasını” sağlamaktır. Zira bir kere hortumlanan paranın tahsili bir hayli zor oluyor.

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
Haluk Ersoy