GÜN geçtikçe mevcut sistem üzerindeki yapısal gücünü kaybeden ABD’nin emperyalleşme çabalarına gelecek yüz yıl içerisinde en büyük rakip olarak Çin görülüyor.
İkili ticaret açısından incelendiğinde iki ülke arasında karşılıklı bağımlılık söz konusu. Özellikle 2001 yılında Çin’in DTÖ’ye üyeliğiyle ülkeye giren yabancı sermaye yatırımlarının artması ve ithalat kısıtlamalarının azalması sonucunda ithalattaki gelişme oranı ihracattakinden daha fazla olmaya başladı. Birçok yabancı sermaye yatırımı bu sayede dışarıdan hammadde alımı gerçekleştirip Çin’de üretim yaparak ülkenin ucuz işgücü nimetinden yararlanıyor. Ancak genel rakamlarda Çin’in ithalat oranlarının arttığı görülürken ABD ile arasında gerçekleştirdiği ticarette ABD’nin ticaret açığı bulunması (2003’ün Eylül ayında rekor seviyeye ulaşarak 11,7 milyar doları gördü) Amerikan Ticaret Odası Başkanı Thomas Donogoe’nin “Umudumuz, Çin’in ABD’den yaptığı ithalatını artırması” açıklamasına kadar vardı. Buna karşılık Çin Dış Ticaret Destekleme Konseyi Başkanı Wan Jifei’nin “Amerika Çin’den yaptığı ithalatın büyük bölümünü Çin’de üretim yapan Amerika tabanlı firmalardan gerçekleştiriyor ve eğer Amerika yüksek teknoloji ürünlerinde Çin’e koyduğu kısıtlamaları kaldırırsa, daha fazla ithalat yapabilir ve ticaret dengesini sağlayabiliriz” açıklaması ikili ilişkilerin gerilmesine yol açtı.
Bu Film Yirmi Yıl Önce Japonya’da Oynamıştı
Özellikle Japonya ve ABD, ticaret açıklarını ve giderek artan işsizlik sorunlarını bahane göstererek Çin’in para birimi RMB’(Renminbi; Yeni Renminbi’nin asıl birimi Yuan’dır)yi yeniden değerleme yapması konusunda ülkeye baskı yapmakta. Buna karşılık Çin’in ithalatı geçen yıla oranla %40,6 artış göstermiş durumda ve bu şekilde devam ederse Çin 2020 yılına varmadan dünyanın en büyük ikinci ithalatçı ülkesi olacak. Çin’de hammaddeden sonra makine ve yüksek teknoloji ürünlerinin de ithalatına önem verilmeye başlandı. Ayrıca Çin’in ekonomik gelişmesiyle doğru orantılı bir şekilde göreceli artan yaşam kalitesi, iç piyasa için tüketim ürünlerinin de ithalatındaki artışa neden oldu. Dünya Bankası’nın 2003 yılının Eylül ayında Pekin’de yayımladığı rapora göre, Çin’in ithalatının dünya GDP’si içerisindeki yerinin 2005 yılı itibariyle %3 ila %6 arasında artış göstereceğinin beklendiği belirtildi. Çin Halk Bankası Başkanı Zhou Xiaochuan, Çin’in 2-3 yıl içerisinde ticarî dengeyi sağlayacağını ve RMB üzerindeki baskıların yersiz olduğunu açıkladı. 1994-1997 yılları arasındaki düzenlemeyle piyasa tabanlı dalgalı sisteme geçtiklerini, paritenin de 8,7 ile 8,1 yuan/dolar arasında değiştiğini; özellikle 1997 Asya finansal krizinde komşu ülkelerin istikrarı açısından RMB kurunun dalgalanma aralığını kıstıklarını söyleyen Xiaochuan, kriz dönemi ve sonrasında Çin’in yaptığı ithalatla bölgedeki ekonominin tekrar istikrara kavuştuğunu ve Çin’in kur oranlarını düzenlemesinin çok taraflı antlaşmalara dayandığını belirtti. Xiaochuan’ın yaptığı bu açıklama “tamamen ABD istediği için ben paramı yeniden değerleyemem” anlamı taşıyor. Zaten 2003 yılının Ekiminde Bangkok’taki APEC zirvesinde Bush’un Çin Başkanı Hu Jintao ile görüştüğü tek konu RMB’nin yeniden değerlendirilmesi oldu. Bu gelişmeler üzerine Çin’de, Amerika’nın 1980’lerin başlarında Japonya’ya yaptığını Çin’e uygulamaya çalışarak bozulan ekonomik dengelerine hızlı bir tedavi yöntemi aradığı havası hakim. Ancak Japonya o dönemlerde kapalı bir ekonomik sisteme sahipken günümüzün Çin’i gerek direkt yatırımlar, gerekse dünyanın her bölgesiyle hem ihracat, hem de ithalat bazında giriştiği ticarî ilişkiler bakımından açık bir ekonomik sisteme sahip. Ayrıca Çin’de üretim yapan 40 bini aşkın Amerikan firması da RMB’nin değer kazanmasına karşı çıkıyor; çünkü bu durumda işgücü maliyetinin artması söz konusu.
ABD ile Çin arasındaki diğer bir mesele ise Amerika’nın Tayvan ile silah ticareti konusunda sıcak ilişkiler içerisinde bulunması. Bu nedenle de ayrılıkçı Tayvan lideri Chen Shui Bian’ı el altından destekliyor olması Çin’de olası görülüyor. Ancak Çin Akademisi Tayvan Araştırmaları Enstitüsü Başkanı Yu Keli’ye göre Amerika’nın şu anda Irak’ta düştüğü durum, Afganistan meselesi ve Kuzey Kore nükleer silah sorunu, aynı zamanda ABD başkanlık seçimlerinin yaklaşmış olması Bush hükümetinin zorunlu olarak Tayvan’ın anakıta Çin’ine bağlı kalmasını desteklemesi yönünde açıklamalar yapmasına neden oldu. ABD’nin şu andaki durumu ve çıkarları açısından Tayvan’da statükonun korunması en çok fayda sağlayacak sonuç gibi gözüküyor. 20 Mart Tayvan seçimlerinde ayrılıkçı lider Chen Shui Bian’in %0,2’lik bir farkla tekrar başkanlığa seçilmiş olması, Çin’in kendi iç sorunları ile vakit kaybetmesine neden olacağından ABD’ye zaman kazandıracağı çok açık. Çin’in en önde gelen üniversitelerinden Tshinghua Üniversitesi Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü Direktörü Yan Xuetong’a göre Chen Shui Bian 2007 yılında referanduma gidecek ve 2008 yılında da bağımsızlığını ilan edecek. Böylece, Çin’in Tayvan’a yapacağı askerî müdahale kaçınılmaz bir hale gelecek. Bu durumda ABD’nin de bölgede Tayvan tarafında yer alması bölgesel istikrar açısından tehlikeli bir hal alacak. Şu anda herkes seçim sonrası gelişmeleri beklemekte ve ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin 13-15 Nisan tarihleri arasında Çin’e yapacağı geziden Tayvan hakkında ne sonuç çıkacağını merak etmekte. Ancak Çin’in en büyük avantajı 1949’da Tayvan’ı Çin’in bir eyaleti olarak ilan etmiş ve hiçbir farklı otonom hak vermemiş olması. Bu sebeple meselenin uluslararası boyut kazanması ihtimali ortadan kalkıyor ve konu Çin’in bir iç meselesi olarak kabul ediliyor.
Artık küresel konvansiyonel savaşların sona erdiği ve işlerin diplomasi savaşlarıyla yürütüldüğü çağımızda, muhtemel çok kutuplu yeni dünya düzeni içerisinde, Çin’in kutuplardan biri olarak yer alacağı senaryosu, gerçekleşmesi en olası senaryo olarak görünüyor.
Paylaş
Tavsiye Et