Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Kemal Tahir’in ‘Yol Ayrımı’na ne oldu?
Ümit Aksoy
BİR kuşağın tek kanalı, anne ve babalarımızın ilk göz ağrısı TRT, yaklaşık 30 yıldır yayın hayatını sürdürüyor. TRT, birçok roman ve öykünün televizyona aktarılması hususunda epey aktif oldu ve çok iyi yapımların ortaya çıkmasına katkıda bulundu. Ayaşlı ve Kiracıları, Kiralık Konak, Çalıkuşu bunların en önemlileri. Edebiyattan beyaz cama aktarılma denemelerinde en fazla rağbet gören yazar ise, Yorgun Savaşçı, Karılar Koğuşu ve nihayet Esir Şehrin İnsanları gibi eserleriyle hiç kuşkusuz Kemal Tahir.
Geçen sene TRT, Kemal Tahir’in Esir Şehrin İnsanları, Esir Şehir Mahpusu ve Yol Ayrımı’ndan oluşan üçlemesinin iki kitaplık bölümünü senaryolaştırarak bir dizi film halinde ekranlara taşımıştı. Film, “Abdülhamit’in en zengin varislerinden Selim Paşa’nın torunu” olan Kâmil Bey’in İspanya’da elçilikte görevliyken savaşın kötüye gitmesiyle birlikte “ağır yaralar alarak yere serilmiş bir erkek gövdesine benzeyen” İstanbul’a dönmek zorunda kalışının öyküsünü anlatıyor. Galatasaray Sultanîsi’nden sonra eğitimini Fransa’da tamamlayan Kâmil Bey, bir gün uğradığı avukattan dönerken bindiği tramvayda Galatasaray günlerinden arkadaşı 116 Ahmet’le karşılaşır. Ahmet, ona “Kız İhsan”dan bahsetmek üzere onu arıyordur. Kız İhsan, İhsan’ın karısı Nedime Hanım, Ahmet ve diğer arkadaşları, esir düşmüş bir şehirde, bu şehri kurtarmaya çalışan “Kuva-yı Milliyeciler”i oynamaktadır. İhsan, bir tevkife uğramış ve on yıl kürek cezası almıştır. Grup bu arada bir de dergi çıkartmaktadır. Derginin imtiyazı İhsan’ın karısı Nedime Hanım’ın üstündedir. Kâmil Bey’den istedikleri, onlara yardım etmesidir. Kâmil Bey, bu istek karşısında tuhaf duygularla karışık bir sevinç duyar. Elinden geleni yapmaya ve kendini davaya vakfetmeye hazırdır. O, bundan sonra “sorumlu insan”ı oynamaktadır. Kâmil, başarıyla devam ettiği bu onurlu mücadelede bir gün bir ikindi vakti önemli belgelerle dolu bir kuru üzüm sandığını, Tophane Rıhtımı’ndan Gülcemal Vapuru’na Ramiz Bey’le birlikte teslim ederken suçüstü yakalanır ve tevkif edilir. Bundan sonrası, Kâmil Bey için girdiği yolun sınırlarının kalın çizgilerle belirginleştirilmesinin zamanı geldiğini göstermektedir.
Kâmil Bey, İngilizlerle sıkı ilişkileri olan, saray eşrafından soylu bir aileye mensuptur ve hapisten kurtulması için ondan istenilen bir tek şey vardır; suçu Nedime Hanım’ın üstüne atmak. Kâmil Bey, bu teklifi elinin tersiyle iter. Artık karısı hariç bütün ailesiyle köprüleri tamamen atmıştır.
Kâmil Bey’i bekleyen yerin adı belli olmuştur: Bekir Ağa Koğuşu. Bundan böyle biz de dizideki ikinci etaba, Esir Şehrin Mahpusu’na geçmekteyiz. Kâmil Bey, adı “Millîci Abi”ye çıkmış bir mahpustur. Kendisi her ne kadar eski ilişki ve alışkanlıklarından kurtularak aristokratlığından feragat etmiş olsa da, henüz tam anlamıyla bir “mahpusluk adamı” ol(a)mamıştır. Zamanla bunu da öğrenecek, aristokratlıktan proleterliğe terfi edecektir. Mahpuslukta çok cefa çeker Kâmil Bey. Koğuş ağasıyla arası bir türlü düzelmez, mahpusluğun “racon”una bir türlü ayak uyduramaz. Buna rağmen yine de sürekli alttan alan tarafı oynayan saf delikanlıdır o. Kâmil Bey, epeyce düşünme ve olan biteni değerlendirme imkânı bulmuştur mahpusta. Artık eski Kâmil Bey’i bir yana bıraktığını fark etmektedir. Bir yandan bunları düşünürken, bir yandan da mahpushane raconunun baskısını üzerinde hisseder. Nihayet bıçağın kemiğe dayandığı nokta gelir.
Kâmil Bey çok sevdiği, onur duyduğu ve sürekli öykündüğü, “millîciliği” öğrendiği Ramiz Bey’in karısı Fatma Hanım’ın ona getirdiği kurabiyeleri bir sabah uyandığında yanında bulamaz. Çünkü kurabiyeler Osman Ağa’nın midesine inmiştir çoktan. Buna dayanamaz Kâmil Bey ve Osman Ağa’yı bir güzel benzetir. Bu olaydan sonra onu Kuva-yı Milliyeci Binbaşı Arif Bey’in yanına koyarlar. Arif Bey’le uzun uzun konuşurlar. Kâmil Bey, orada resimlerini yapar, derin derin tefekkür eder. Karısına, kendisinin yaptığı Nedime Hanım’ın portresine (bu sadece filmde vardır) bakarak, onu boşadığını bildiren bir mektup yazar. Bu, tam da Kâmil ve Arif Beylerin, İhsan ve arkadaşları tarafından kaçırıldıkları zaman meydana gelmektedir. Kâmil Bey, artık karısından da, mahpusluktan da istifa etmektedir.
Buraya kadar her şey gayet normaldir. Dizi de buraya kadar çekilmiştir ve yukarıda anlattığımız bölüm, dizinin son sahnesidir. TRT, bu üçlemenin üçüncü ayağı olan Yol Ayrımı’nı dahil etmemiştir diziye.
Kemal Tahir Yol Ayrımı’nda, yedi sene sonrasının İstanbul ve Ankara’sından bahsetmektedir. Devlet kurulmuş, onulmaz acılar atlatılmıştır ve halk dimdik ayaktadır. Ama gelin görün ki, bu olan biten halkı felaha kavuşturmamıştır. Yedi sene sonrasının Türkiye’sinde, insanlar hem baskıyla, hem de açlıkla savaşmaktadır. Durum hiç de iç açıcı değildir.
İlk iki romanda gayet Kuva-yı Milliyeci ve devrimci gözüken yazar, bu son romanla birlikte sıkı bir sistem ve devlet eleştirisine yönelmiştir. Zaman, Serbest Fırka’nın kurulduğu zamandır. Bir yanda yorgun savaşçılar Kâmil Bey, Doktor Münir, Topçu Cemil, Farmason ve Ramiz Beyler; diğer yanda Cumhuriyetin yeni direkleri Murat, Ayşe, Selim Nuri ve Kadir. Bir tarafta Kuva-yı Milliyeciler, bir tarafta “selbestçiler”. Serbest (Fırka) kurulmuştur ve kimsenin ilgi görmesini beklememesine karşın, halk yoğun şekilde bu partiye teveccüh göstermiştir. İnsanlar yavaş yavaş oraya akın etmektedir. Kâmil Bey’in çok sevdiği Fatma Hanım’ın kocası Ramiz Bey ise, yedi sene sonrasında yine vardır sahnede ve bir öğretmendir artık. İnsanlara kırgın bir halde kendisini içkiye vurmuştur ve bütün bu olanlara rağmen devletinin yanında bir Kuva-yı Milliyeci olarak, serbestçilere ağır küfürler etmektedir. Ama bu ezelî bağlılığa rağmen, Kuva-yı Milliyeci Ramiz Bey’in kafasında bir şeyler uçuşmaktadır; bir şeyler sayıklamaktadır Ramiz Efendi: “Yol Ayrımı”.
Ramiz Efendi, yol ayrımına gelmiştir. Ramiz Efendi ile birlikte, yeni devlet de bir yol ayrımına gelmiştir. Kitabın bundan sonrasında, bir hayalet ve sayıklama gibi dolaşır durur “yol ayrımı” sözü. Yedi sene sonrasında kurulan devlet, yıpranmaya başlamış ve bıçak kemiğe dayanmıştır. Halkı sakinleştirmek için kurulan Serbest Fırka, hiç umulmayan bir ilgiye mazhar olmuş ve bir gece ansızın kurulan “serbest” yine bir gece yarısı kapatılıvermiştir. Murat bu hali anlatmak için şu şarkıyı mırıldanmaktadır: “aheste çek kürekleri, mehtap uyanmasın”. Bir deneme boşa gitmiştir.
Böylece üçleme sona erer: Kurtuluştan sefalete. Yazar son adımıyla yeni devletin içler acısı halini gözler önüne sermiş ve tam da bu yüzden bu üçleme TRT tarafından makaslanmış ve eksik olarak aktarılmıştır ekrana. İlk iki kitaptaki onurlu mücadelenin, sorumlu insanlığın halinin resmedildiği bölümden sonra, böyle bir sistem eleştirisine devlet televizyonu TRT herhalde dayanamamış olacak ki bu son kitabı katmamışlardır senaryoya. (Yeri gelmişken hatırlatalım ki bu, Kemal Tahir’in tabir yerindeyse uğradığı ilk “sansür” değil. Daha önce de, filmi çekilen Yorgun Savaşçı’nın kopyalarını yaktırmıştı zamanın devlet büyükleri. Şunu da belirtelim ki, bu kopyalardan bir tanesinin hâlâ TRT’nin arşivinde mevcut olduğu, yakın zamanda yapılan “şeffaflaşmalarla” ortaya çıkmış bulunuyor.)
TRT’ye yeni bir genel müdür atandı. Acaba onun döneminde Yol Ayrımı dizisi çekilir mi?  

Paylaş Tavsiye Et