1960’LI yıllarda Amerika’da onurlu bir adam, Malcolm X, Amerikan vicdanına sesleniyordu: “Benim gördüğüm Amerikan rüyası değil, Amerikan kâbusudur!” Bugün bu kâbus dünyaya yayılıyor. Dün Irak onunla uyandı; yarın kim bilir bu kâbus, hangi toplumu uykusunda yakalayacak. Unutmamamız gereken, her kâbusun bir rüyayla başladığı, bir rüyanın içinde olduğudur. Amerikan rüyasının nerede kâbusa dönüştüğünü fark etmek, Amerikan toplumsal kişiliğini ve temel değerlerini anlamakla mümkün. Çünkü rüyanın etkisinden bizi ancak gerçeklik kurtarır.
L’ame des Peuples (Milletlerin Karakterleri, 1950) adlı eserinde Andre Siegfried, Amerikan insanının baskın özellikleri olarak; uzmanlık bilgi ve yetkisine tam teslimiyet ve çoğunluğa-topluluğa uyma, herkes gibi olma eğilimine dikkat çekmektedir: “Amerikan insanı, eğitimi bir kültür edinme işi değil, bir reçeteler ve usuller topluluğu olarak görür. Hap gibi yutuluverecek, hemen kullanılabilecek, hiçbir çabaya ihtiyaç göstermeyen kolay kavramlar arzular. Bir uzmandan, otoriteden geldi mi, Amerikalı bilgi ve yetki uğruna, her şeyi kabullenmeye hazırdır. Herkes gibi olmaktan acı duymak şöyle dursun; insanlar aynı şapkaya, aynı elbiseye, aynı düşüncelere sahip olmakla övünmekte ve bundan memnun olmaktadırlar.” Herkes gibi olma, standartlaştırılmış inanç, düşünce ve davranış biçimlerini benimseme, benzerliğin egemenliğine girmedir. Topluma uyma eğilimi, Amerikan kapitalist sisteminin kâr, pazar, fayda, kamuoyu gibi görünmeyen güç araçlarıyla toplumu denetlemesini ve yönlendirmesini sağlayan temel olgudur.
The Americans (Amerikalılar, 1948) adlı incelemesiyle tanınan Antropolog Geoffrey Gorer; toplumsal değerleri aktaran, sosyalleşmeyi sağlayan birincil kurum olan aile yapısında, Amerikan ailesinin önemli bir sapma gösterdiğini vurgulamaktadır: “Amerikan ailesinde babanın arka planda kalması ya da tek ebeveynli aile sonucunda anne, liderliği ele almakta ve erkek çocuğa dişilik bilinci aşılanmaktadır. Bu durumun iki sonucu vardır: Birincisi, anne sevgisinin yüksek derecede saygı görmesi ve idealleşmesi; ikincisi ise, erkek çocuklarda fazla kadınsı olma korkusunun gelişmesidir. Bu korkunun sonucunda erkek çocuklarda, erkekliğin aşırı bir biçimde gösterilmesi çabası belirmektedir. ABD’de annenin çocuk üzerindeki egemenliği, öğretmenlerin çoğunun kadın olması nedeniyle daha da güçlenmiştir. Fakat anne, “başarı sistemi”nin tam bir destekleyicisidir. Çünkü başarı kazandırmak ve toplulukta daha yüksek düzeye çıkmak, bütün Amerikalılar için çok önemli bir kültür değeridir.” Çözülmüş aile yapısının bir sonucu olarak erkekliği ispat etme davranışı sadizm ve şiddete yönelebilen önemli bir psikolojik sapmadır.
Amerikalı sosyolog H. Joseph Fichter; ırk, ekonomik konum, bölgesel farklılıklarına rağmen birçok Amerikalı tarafından kabul edilen, temel Amerikan değerleri olarak şu sıralamayı yapmaktadır: “Amerikan kültüründe temel değerlendirme normları maddenin özellikleridir. Ölçü, sayılar, frekans ve hız. Manevî ve insanî başarılarda bile maddî ölçütleri kullanma eğilimi yüksektir. Amerikan toplumunda bir insanın değerinin başlıca ölçütü, onun topluma kattığı işlevsel faydadır. Birçok Amerikalı için başarılı bir baba, ailesini en iyi geçindiren babadır; bu da onun ailesine getirdiği para miktarı ile ölçülür. Amerikalı için bir nesnenin değeri onun kullanımından, doğruluğundan veya eskiliğinden gelmez; o en büyük ve değişim değeri en yüksek nesnelere önem verir. Amerikalı, mantıkî olarak, en iyi başardığı şeyler üzerinde durur: En uzun köprü, en geniş yol, en yüksek bina, en hızlı uçak... Bütün bunlar ise, nicelikle ilgili ölçütlerdir. Hayatı rasyonel bir biçimde ele alma değeri, hemen hemen bütün Amerikalılarca kabul edilir. Egemen yaklaşım, bilimsel bilginin gücüdür. Bir şey teknolojik olarak olabiliyorsa, o her şeye rağmen olmalıdır. Eğer nükleer bir silah yapılabiliyorsa, bu ‘yapılmak’ adına yapılmalıdır. Aklîlik yaklaşımıyla çok sıkı bir ilişki içinde olan ‘ilerleme’ fikri hiçbir sorgulama yapılmadan kabul görür. İleri ve yeni olan her şey değerlidir.”
Amerikan insanının büyüklüğe olan tutkusu, tarihî kökleri olmayan, varlığını yaptığı soykırımlarla kazanmış bir toplumun eziklik duygusunu büyüklük görüntüsüyle kapatma eğilimi olarak yorumlanabilir. Sistemin kendisini sürekli dünyaya ispat etmeye çalışmasında, bu köksüzlük duygusunun da önemli bir yeri vardır. Amerikan değerlerinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan ise, modüler ilişkilerdir: Nesnelere ve insana elden çıkarılabilir, değiştirilebilir ve vazgeçilebilir gözüyle bakan insanın ilişkileri. Modüler insan ilişkileri, gelip geçici süreler içinde olur; fakat bir sonuç verecek kadar sürmeden kesintiye uğrar. İlişkiden ilişkiye geçiş çok kısa, sık ve süratlidir. İlişkiler, kalıplaşmış davranış düzenlemeleri içinde olur; orijinal ve bireysel değildir. İlişkilerde derinlik ve yoğunluk yoktur. Toplumda bu ilişki biçimi “kullan ve at” davranışıyla belirginleşir. Birçok şey yalnızca bir kez kullanılır ve sonra atılır. Sürekli otomobil değiştirme, yüzeysel arkadaş ilişkileri ve cinsel ilişkiler “kullan ve at” davranışının diğer görünümleridir.
Z. Brzezinski, Amerikan toplumunda baskın kültürün “hazcılık” (hedonizm) olduğunu vurgulayarak, bu kültürü “baştan çıkarıcı bolluk” kavramıyla açıklar: “Baştan çıkarıcı bolluğa yönelmiş toplum, her şeye izin verilen ve her şeyin elde edilebildiği toplum olarak tanımlanabilir. Baştan çıkarıcı bolluk, bireysel ve kolektif hedonizmin baskın bir davranış biçimi olduğu ortamda bireysel isteklerin derhal tatmin edilmesi anlamında odaklanır. Baştan çıkarıcı bolluk insanın kendi hayatını kontrol ettiği yanılsamasını yaratır. Bu kontrolün kanıtı olarak da yanlış bir biçimde insanın kendi gereksinmelerini karşılaması hedefini gösterir. Baştan çıkarıcı bolluk, tensel ve maddî zevklerin baskın kültür olarak ortaya çıkarıldığı şartları yaratır.”
E. Fromm ise Amerikan toplumsal değerlerinin, kapitalizmin değerleri; Amerikan kişiliğinin ise, bu değerlerin biçimlenmiş hali olduğunu ifade etmektedir: “Amerikan insanı, kendisini de mala dönüştürmüştür. Hayatını, kârlı bir şekilde yatırım yapabileceği bir sermaye olarak görür. Eğer bunu başarırsa, “başarılı”dır. Onun değeri sevgi ve mantık gibi insanî meziyetleri veya sanatkârlığında değil de, satılabilirliğinde aranılır. Kendi iç değerine ait hissiyatı, bundan böyle kendi başarısı ve başkalarının değerlendirmeleri gibisinden haricî faktörlere bağlıdır. Amerikan kapitalizmi, bu çeşit insanlar üretmeyi başarmıştır; çünkü kapitalizm, geniş gruplarla pürüzsüz bir uyumluluk gösteren bireyler ister. Bunlar, tükettikçe tüketmek isteyen, zevkleri standartlaştırılarak kolaylıkla yönlendirilebilen tiplerdir. Bu kişiler, bir yurttaş olarak arkadaşları için canlarını bile verebilirler. Fakat hususî bir fert olarak, mutlak bir egoisttirler. Kapitalizmin kendini hür ve bağımsız hisseden ve hiçbir otoriteye, prensip veya vicdana bağlılık hissi duymayan ancak yönlendirilmeye, kendisinden isteneni yapmaya ve sosyal makineye hiçbir arıza çıkarmadan tâbi olmaya hazır insanlara ihtiyacı vardır. Zira, Amerikan toplumunun kurgusu, insanları daha çocukluktan itibaren modaya uymak ve kişilik pazarındaki tiplere benzemek yolunda eğitmektir. Çocuğun yaşı ilerledikçe popüler romanlar, filmler, basın, televizyon programları ona başarının aslında nasıl olması gerektiği yolundaki ayrıntılı bilgileri vermeye başlar. Böylece, genç insan piyasanın en uçarı, en yeni modellerini görüp tanır. Onlarla yarışmak, onlara benzemek için can atar. Temel fikri ise ‘bu günün zevkini asla yarına bırakma’dır.”
Paylaş
Tavsiye Et