Merkezleri merkez yapan çevreyi hizaya sokabilme becerisidir. Bunu uzlaşarak, adaletle yapanlar kalıcı olur. Siyasette ‘merkez’ kelimesi iki şekilde kullanılıyor. Birincisi; ideolojik keskinliği zayıf olan ılımlı, pragmatik anlamında. İkincisi; sosyolojik bir olgu olarak seçkinleri ifade ediyor: Sivil ve askerî bürokrasi, devletle iş görerek büyüyen sermaye çevreleri ve Batılılaşma yanlısı aydınlar. Ulus-devleti kuran, ikinci anlamdaki merkezin birinci anlamdaki merkezi kuşatarak sağladığı uzlaşmaydı. Ama bu ittifak uzun ömürlü olmadı. Halk, yani çevre için neyin iyi olduğunu merkez bilirdi. Memleketin idaresi Hassolarla Hüssolara bırakılamazdı. Dünya konjonktürü 1946’da çok partili hayata geçilmesini mecbur kıldığında itilip kakılmış çevre tepkisini gösterdi. Toplum mühendisliğine soyunanlar demografinin ve sosyolojinin gücünü hesaba katmamıştı. O günden beri akış, çevrenin merkezi kuşatması yönündedir. Bu tepki önce birinci anlamıyla merkez partilerde toplandı. Ama birinci anlamıyla merkez, ikinci anlamıyla merkeze teslim oldukça çevre, tepkisini daha kendinden olan kadrolarla ifade etmeye başladı. Merkez partiler ‘merkez’leştikçe çevreden koptular ve altları boşaldı. Bugün çevrenin vekaletini alarak onu temsil etme konumunda olanlar, merkezin cazibesine kapılıp ona yaklaşanların çevreden uzaklaştıklarını unutmamalı.
Paylaş
Tavsiye Et