TARİHİ II. Meşrutiyet dönemine kadar götürülen Türk solunun iki yüz yıllık macerası düşünsel ve örgütsel bunalımlarla geçti. Türkiye’de sol düşünce, başlangıcından beri, kendi düşünsel bütünlüğünü ve istikrarını sağlayacak altyapı ve tecrübeden yoksun kaldı. Önce Fransız düşüncesi daha sonra da Rus sosyalist hareketlerin yansıması olarak şekillenen Türkiye solunun, ilk devirlerinde Rumlar, Bulgarlar, Ermeniler ve Selanik Yahudileri gibi etnik ve dinsel azınlıklar arasında geliştiği görülür. Sosyalizmin kuram itibariyle enternasyonel olduğu halde Osmanlı’daki “anasır” için etnik muhalefetin aracı olarak kullanılması, Türk solunda ulus ve sol kavramları bağlamında en önemli düşünsel sorunlardan birisi olmuştur. II. Abdülhamit döneminde gayr-i müslim sosyalistlerin radikalizmi bazı ittihatçı gençlere çekici geldi. Fransız devriminin ideallerini ve Jean Jaures’nin yurtsever sosyalizmini örnek alan bu yapılanmalar bir sosyalist kuramcı çıkaramadı. Osmanlı toplumunda sosyalizmin ön şartlarının var olmaması, fırka/parti, sınıf, amele/işçi gibi kavramların ilk dönemlerde sathî yorumlarla açıklanması sonucunu doğurdu. Düşünsel açılımın kısa vadede sağlanamaması ve özellikle devrim sonrası Rusya’nın Türkiye’deki sol hareketlere desteği, kuramsal tartışmaları engelledi. Sovyetler, öncelikle devrimi endüstrileşmiş Batı ülkelerine yaymak istediğinden, Batı sömürüsü altındaki yerli burjuva hareketlerine destek verdi. Bu durum Türkiye’de zihnî altyapısını kuramamış sosyalist hareketi diğer bir problemle karşı karşıya bıraktı ve solun ulusal sisteme karşı tavrının Rusya’nın stratejik tercihlerine endekslenmesi sorununu doğurdu.
II. Meşrutiyet döneminde Hüseyin Hilmi tarafından kurulan Osmanlı Sosyalist Fırkası, Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesine kadar faaliyet gösterdi. İştirak gazetesi partinin yayın organıydı. Sosyalist Fırka’nın programı öncelikle üretim ve dağıtım araçlarının devletleştirilmesi ve bu doğrultuda uluslararası işbirliğinin gerçekleştirilmesini öngörmekteydi. Örgütlediği grevler ve diğer eylemler sürekliliğini koruyamadığı gibi, siyasî taleplerden ziyade ekonomik ihtiyaçların neticesiydi. Ayrıca eylemleri anlamlandıracak düşünsel bir açılım olmaması, yapıyı sosyalist nitelikten çok sendikal hareketten ibaret kıldı. Toplumsal hareketlerin bu durumu, Osmanlı aydının zihninde kavramsal karşılığını bulamayan sosyalist kuramla ilgilidir. Sosyalizmi, dinî geleneğe yaslanarak ve İslam toplumunun pratikteki karşılığı olarak tanımlama çalışmaları başarısız oldu. Yaşanan düşünsel açmaz siyasî faaliyetlerin istikrar kazanmasını engelledi. Sosyalist Fırka da zamanla liberal bir muhalefet platformuna kaydı ve mensupları İttihat ve Terakki Partisi’ne katıldı.
Ekim devriminden önce, Rusya’da sosyalizmle tanışan Mustafa Suphi, 1918’de Türklerin yoğun olduğu bir çok bölgede komünist teşkilatlar kurdu. 3. Enternasyonal’e Türk delegesi olarak katıldı. Suphi’nin fikir dünyası hakkında sağlıklı bilgi fazla olmamakla birlikte Osmanlı coğrafyasında sol yapılanmaların Rus etkisine girmesinin onunla birlikte başladığı bilinir. Osmanlı’nın sanayileşememiş bir düzen olması ve Türk toplumunun köylülerden oluşması, Mustafa Suphi’yi Millet Meclisi’nin Sovyet örgütlenmesine benzediği tezine götürdü ve bu değerlendirmeler sonucunda Ankara’ya geçmek istedi. Mustafa Suphi, Ocak 1921’de aydınlatılamayan bir şekilde Trabzon açıklarında öldürüldü.
1920’de Mustafa Kemal emperyalizme karşı, Sovyetlerle müşterek mücadele edileceği yönünde beyanlar verdi ve Sovyet desteğini almak isteyen Ankara hükümeti bu yönde girişimlerde bulundu. Resmî Türkiye Komünist Partisi’nin kurdurulması bu çerçevede gerçekleşti. Parti Atatürk’ün yandaşlarından oluşuyordu. Dışta emperyalizm ve içte de kapitalizm ile mücadele edileceğini belirten parti, İslamiyet’i sosyalizmin esası gibi gösteriyordu. Milli mücadele döneminde bu “danışıklı” partinin dışında bir de gizli TKP kuruldu. Bakü kurultayına katılan gizli TKP’nin çalışmaları da Halk İştirakiyyun Fırkası’nın altyapısını oluşturdu ama fırka varlığını siyasî engeller nedeniyle devam ettiremedi.
Alman düşüncesi ve Berlin’deki gelişmelerin etkisinde kalarak Kurtuluş dergisini çıkaran gruba, Şefik Hüsnü’nün de katılması Türkiye’de komünizmin en ciddi açılımının gerçekleşmesini sağladı. Bu grup Ankara’ya gelerek Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası’nı kurdu. Şefik Hüsnü zamanla sosyalist hareketin hem ideolojik, hem de siyasî merkezinde yer aldı. Yazılarında sosyalizmin temel kavramlarını açıklamaya çalışarak, Türk tarihine bir yaklaşım geliştirdi. Şefik Hüsnü, Tanzimat’a kadar Türklerde siyasetin ekonomiye hakim olduğunu, fakat Tanzimat sonrasında zâdegan ve ordu merkezli bir burjuvazi oluştuğunu belirtiyor ve toplumda sosyal sınıfların oluşumunu bu bakış açısı ile dönemlendiriyordu. Nitekim bu yaklaşım daha sonraki komünist düşüncenin temel varsayımı haline geldi.
İşgal kuvvetlerinin işçi eylemlerini yasaklaması ve daha sonra Ankara hükümetinin de hareketleri yönlendiren kadroyu tasfiye etmesi sebebiyle, 1921 Türkiyesi’nde sol akımlar darbe yedi. Lozan Konferansı’na yapılan hazırlıklar çerçevesinde Batılı devletlerin beklentilerine uyan Ankara yönetiminin uyguladığı solu bastırma politikasının Sovyetlerle işbirliğini engellememesi için, Rusya’ya geniş kadrolu bir elçi heyeti gönderildi ve uzlaşma yolu arandı. Fakat ülke içerisinde baskılar yoğunlaştıkça sol akımların teorik gelişimleri ve Sovyetlerle irtibatları arttı.
1922’de İstanbul’da biri azınlıkların hakim olduğu “Beynelmilel İşçi İttihadı”, diğeri Aydınlık dergisi çevresinin teşkil ettiği “Türkiye İşçiler Derneği” olmak üzere iki örgüt kuruldu. Aydınlık dergisi Şefik Hüsnü’nün öncülüğünde 1921 yılında faaliyete geçmişti. Dergi Milli Mücadele’yi ve Anadolu zaferini destekledi. Daha sonra siyasî faaliyetleri yoğunlaştı ve İzmir İktisat Kongresi’ne bir program sundu. Devlet çiftliklerinin, tarım komünlerinin ve köy bankalarının kurulmasını öneren program, Türkiye’nin sosyalist düzene geçişi için önemli bir aşama olarak değerlendirildi. Şefik Hüsnü solcuların ulusal devrimcilerle işbirliği yapmaları gerektiği fikriyle kongreye ilgi gösterdi, ama taleplerinin birçoğu kabul görmedi. Bir süre sonra Aydınlık çevresine yönelik tutuklamaların başlaması, sosyalist aydınların Sovyetlere kaçışını ve Türkiye’deki sol hareketin Rusya merkezli hale gelmesini hızlandırdı. Bu süreçte Şefik Hüsnü “Komünist Manifesto”yu 1923 yılında Türkçeye çevirdi. Tercümeden daha mühimi sosyalizm ve komünizmin Türkiye’ye nasıl uyarlanabileceğine dair uzun bir makale kaleme aldı ve solu Türk tarihinde siyasî bir gelenek olarak tartıştı. Marksist kavramlarla Türk tarihini ele alan Şefik Hüsnü’nün yanında, Moskova’dan yazı gönderen Nazım Hikmet daha yalın ifadelerle Türkiye’nin sosyal tarihine yaklaşım geliştirmeye çalıştı.
Cumhuriyet’in kurulması Aydınlık çevresi için büyük bir darbe oldu. Böylece sol içerisinde, daha sonraları en ciddi tartışmalardan biri gündeme geldi. CHP’yi burjuva yönetiminin bir temsilcisi olarak değerlendiren Şefik Hüsnü, üstyapıdaki kurumların modernleştirilmesinin sathîliği ve toplumsal reformun gerekliliği doğrultusunda eleştirilerde bulundu. Sol hareket yerel burjuva ile mücadeleyi, emperyalizmle savaşın bir aşaması olarak değerlendirdi. Daha sonradan çalışmalarına Moskova’da devam edecek olan Şefik Hüsnü’nün tavrı Sovyetlerin tepkisini çekti ve 1924 Kominterni’nde Aydınlık eleştirildi. Bu süreçte genellikle Şefik Hüsnü’nün etkisinde kalan Osmanlı Sosyalist Fırkası ve Türkiye Sosyalist Fırkası’nın önde gelen düşünürleri arasında Refik Nevzat, Ethem Nejat, Şevket Süreyya, Vedat Nedim ve Sadrettin Celal yer almaktaydı. 1925 yılında Takrir-i Sükûn Kanunu ile sol yayın ve faaliyetler takibe uğradı, yasaklandı ve mensupları cezalandırıldı.
Lenin’den etkilenerek, proletaryayı yönlendirecek bir aydınlar zümresinin oluşturulması gerektiği fikri ile faaliyetlerini sanat alanında yoğunlaştıran bir grubun doğuşu bu döneme rastlar. Nazım Hikmet’le öne çıkan sanat anlayışı, Muhsin Ertuğrul, Sabiha Sertel, Sabahattin Ali, Falih Rıfkı ile ciddi bir edebiyat çevresinin oluşmasını sağladı. Bu eğilimleri 1932’de “devletçi” tanımıyla Kadro dergisi takip etti. Bu dergide Şevket Süreyya, Yakup Kadri, Vedat Nedim öne çıkan isimler arasındaydı. Kadro dergisi sosyalist fikrin aydınlara ulaşmasına aracılık etti. Sol, öncelikle Marksist-Leninist literatürü özümsemeli ve kendi tarihine bir yaklaşım geliştirmeliydi. Kadro dergisi Türk inkılabının sol düşünce içerisinde meşruiyetini sağlamaya da çalışıyordu. Kendi ifadelerinde sosyalizmin felsefesini de tarihini de, tam bilmediklerini açıklayan bu aydınlar, Cumhuriyet’in kabulü konusunda sol hareketin ciddi bir şekilde bölünmesine yol açtılar. Türk solunun düşünce problemlerinin öne çıkmasını sağlayan Kadro dergisi, dönemin siyasîlerini de etkiledi. İnönü 1933’te bir yazısında iktisatta devletçiliği yeni düzen için “müsbet bir yol” olarak belirtti. Dergide Marksist düşünce ve Leninist program, Türk tarihi ve toplumsal düzeni, burjuvazinin sol yaklaşımı gibi bir çok problem tartışıldı. Fakat yorumlar tarihî derinliği ve sosyalizmin felsefî temellerini açıklayamadı ve en önemlisi Osmanlı tarihini tanımlayamadı. Böylece 1950’li ve 60’lı yıllarda oluşacak sol yapı sağlam bir temelden yoksun ve birçok zaafla malûl oldu.
Paylaş
Tavsiye Et