Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Özgürlükle eşitliği bir arada savunabilmek...
Hayri Kozanoğlu
KAPİTALİZMİ haklılaştırma ideolojisi neo-liberalizm, evrensel bir nitelik taşıyor ve ağlarını dünyanın her köşesine yayıyor. Ama bu, ulusal devletin işlevini yitirdiği anlamına gelmiyor. Aksine devletin işlevi yerel ekonomileri dünya ekonomisinin gereklerine uyarlama, sermayenin uluslararası birikimini sağlama yönünde değişiyor. Devlet artık yerel ekonomi ve küresel pazar arasında bir volan kayışıdır ve dışarıdan içeriye doğru “uluslararasılaşmaktadır”. Ulus devletin hükümranlık alanı içerisinde sınıflara, mülkiyete ve piyasalara ilişkin toplumsal ilişkiler yeniden üretilmektedir.
İMF-Dünya Bankası; kapitalist küreselleşmenin nüfuz ettiği, kapitalist toplumsal ilişkilerin yerleştiği Türkiye, Brezilya, Meksika gibi çevre ülkeleri uluslararası sermayenin çıkarları doğrultusunda hizaya getirme misyonunu üstlenmiş durumda. Özelleştirme, deregülasyon, esnekleşme anahtar kavramları ile uluslararası kapitalizmin programı yürürlüğe sokuluyor.
Neo-liberalizmin ekonomik, politik, kültürel tüm insanî faaliyetleri piyasanın taleplerine göre kurgulayan bir barbarlık düzeni olduğunu söylemek abartı sayılmamalı. Ama bu düzene ulusalcılık temelinde verilecek tepkilerin; kapitalizmin yıkıcı sonuçlarını ulus devlete karşı bir komplo olarak gören; otoriter, devletçi anlayışlara prim veren; ulusal burjuvaziyi küreselleşme mağdurlarına yol arkadaşı seçen bir eksene sürüklenme tehlikesi ortaya çıkıyor.
Kapitalist küreselleşmeden yaşamı ve çıkarı zarar görenlerin tepkilerini örgütlemede, ulusal burjuvaziye çapını aşan misyonlar yükleyen, dış mihrak saplantısıyla vehimler içerisinde bulunan, militer güçler başta olmak üzere otoriter eğilimlerden medet uman “ulusal sol”un potansiyeli bulunmuyor. Tam aksine, ulusal çıkarlar söz konusu olduğunda, solun temel değeri “özgürlüğü” rafa kaldırma refleksi, kitlelerde derin bir yanılsama yaratıyor.
Bu ihtiyacın sonucu olarak ortaya çıkan “küresel adalet” hareketi Kasım 1999’da Seattle’da, DTÖ zirvesinde rüştünü ispat etti. O günden beri İMF-Dünya Bankası yıllık toplantıları, G-8 ve AB zirveleri gibi “evrenin efendilerinin” her bir araya gelişinde, başka bir dünya özlemini dile getirdi. Enternasyonal mücadelenin sorumluluğunun evrensel barış adına, savaşlara karşı çıkmak olduğunu algılamakta gecikmedi. Şubat 2003’te insanlık tarihinin en büyük savaş karşıtı eylemlerini örgütledi. Anti-kapitalist küreselleşme karşıtlarının Filistinliler’e yönelik İsrail devlet terörüne karşı çıkması, hareketin yaşanılan sürecin gereklerine uyum sağlama kabiliyetinin bir göstergesi.
“Uygarlıklar Çatışması” tezini yalanlarcasına farklı kıtalardan, ırk, din ve mezheplerden insanları tarihin en haksız, akla, vicdana, uluslararası hukuka aykırı işgaline tepki gösterme ihtiyacı birleştirdi. Zaten dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayan toplumların benzer sorunlarla karşılaşmaları, benzer risklere muhatap olmaları ve önlerine benzer reçeteler konması bir “ortak kader” duygusu veriyor. Teknolojinin emek güçleri, savaş karşıtı, ekolojist, feminist, adil ticaret savunucusu benzeri toplumsal hareketler arasında uluslararası iletişimi kolaylaştırması, ağ tipi örgütlenmelerin önünü açması yeni bir enternasyonalizmin koşullarını yaratıyor.
Yeni bir enternasyonal ancak tüm yerküreyi birbiriyle eşit ve eşdeğer gören, ekonomik ve kültürel alışverişte bulunmayı zenginlik sayan bir zihniyet üzerinde yükselebilir. Bu anlayış; genelde kapitalist küreselleşmenin, özelde AB’nin işgücünün serbest dolaşımını engelleyen, vize koşullarıyla kültürel alışverişlerin önünü kesen tasarımını eleştirmeyi gerektirir. Bugün özgürlükçü, enternasyonalist solun ihtiyacı; emek eksenini kaybetmeden, sömürüye, ayrımcılığa, dışlanmaya tepki üzerinde yükselen bütün toplumsal hareketlerin uzlaşma, hoşgörü ve dayanışma içerisinde özerkliklerini koruyabildikleri bir örgütlenmedir.
Çoğulcu yapısıyla, toplumsal hareketleri siyasal mücadelenin aslî bir öznesi kabul eden kurgusuyla, emekten yana yönelimiyle, yeni enternasyonalist anlayışı Türkiye’de ÖDP temsil etmektedir. ÖDP; anti-kapitalist hareketlerin ve toplumsal muhalefet odaklarının sorunları ve çözüm yollarını tartıştıkları Dünya Sosyal Forumu’nun öncülük ettiği Sosyal Forumlar zeminine özel bir önem verir. “Sosyal bir Avrupa’yı” savunmak, bir yandan AB’nin neo-liberal tasarımını, anti-demokratik karar süreçlerini, emekçi kitlelerin yaşam ve sorunlarından kopuk, sermayeden yana elitist yapısını teşhir etmeyi; öte yandan Avrupa’nın sosyalistleri, emekçileri ve savaş karşıtlarıyla ortak bir gelecek tasavvuru için ortak mücadele hattını izlemeyi gerektirir. ÖDP, “özgürlükçü sosyalizm” çizgisini netleştirmeyi ve kitleler tarafından bu kimlikle tanınmayı hedeflemektedir.
Özgürlükçü sosyalizm; kapitalizmi yönetmeyi, ılımlılaştırmayı, düzenli hale getirmeyi değil, aşmayı hedefler. Enternasyonalisttir; kapitalist küreselleşmeye karşı mücadelenin yerel, bölgesel ve küresel ölçekteki direnişlerin dayanışması, birbirini tamamlamasıyla anlam kazanacağına inanır. Özyönetimcidir; bir siyasal örgütün iktidarı ele geçirip toplumu yukarıdan aşağı dönüştürmesi şeklindeki sosyalizm anlayışının karşısına emekçilerin ve ezilenlerin öz örgütlülüklerine dayanan aşağıdan yukarıya bir sosyalizm perspektifi koyar. Ekolojisttir; kapitalizmin tüketmeciliğe ve kârın azamileştirilmesine dayanan üretim anlayışının insanlığı sürüklediği felakete karşı insan ve doğa uyumuna dayanan bir toplumu savunur. Feministtir; cinsiyetçilik ve erkek egemenliğine karşı kadınların özgürleşmesini hedefler. Anti-militaristtir; toplumun militarist temelde örgütlenmesi, militarist değerlerin dayatılması karşısında tavır alır.
Türkiye’nin bugünkü konjonktüründe “özgürlükçü sosyalizm”, eşitlikle özgürlüğe kıskançlıkla sahip çıkılmasını, bunların solun iki temel değeri olduğunu, birbirlerini besleyip, güçlendireceklerini savunuyor. Çünkü Türkiye iki kampa ayrılma noktasındadır: Bir yanda “milliyetçi hassasiyet” gerekçesini kullanan şovenist güçler yer alırken, diğer yanda liberallerin başını çektiği yeniden yapılanma projesinin temsilcileri yer alıyor. Her iki kamp da “sözde” sol unsurlar içeriyor. İki kampın temsilcileri de kendileri gibi düşünmeyen herkesi aynılaştırıp, karşı kamp içerisinde göstermeye çalışıyor.
Milliyetçiler, Kürt, Kıbrıs, YÖK, Ermeni sorunlarında demokratik ve özgürlükçü yaklaşım izleyen herkesi kökü dışarıda, bölücü, Avrupa’nın maşası olarak nitelendirmekte tereddüt etmiyorlar. Son zamanlarda CHP de büyük ölçüde bu kampa eklemlenmiş durumda. Türkiye’nin küreselleşme sürecine entegrasyon projesini yürütenler ise İMF-Dünya Bankası politikalarına muhalefet eden, maddî kaynakların paylaşımında, istihdama erişimde, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi sosyal hizmetlerde eşitlik taleplerini yükselten herkesi devletçi, milliyetçi, bağnaz, değişime karşı sıfatlarıyla karalama stratejisini benimsiyorlar. Bu dönemde, bıkmadan usanmadan eşitlikle özgürlüğü bir arada savunabilmek büyük önem taşıyor.
İktidara geldiğinden beri AKP hükümeti halka güvensizlik aşılıyor. “Değişim” sloganıyla toplumu özgüçleriyle hiçbir şeyin değişmeyeceğine inandırmaya çalışıyor. 17 Aralık’tan sonra balayı sona eren; halkın iş, aş, sosyal hizmet taleplerini sürekli erteleyen AKP’yi buralardan sıkıştırmak gerekiyor. Yoksa AKP’ye “yaşam tarzı” üzerinden ve AB sürecinde sağlanan sınırlı demokratik açılımları kötüleme zemininden yapılacak muhalefet en başta Türkiye’ye zarar verir.
Doğru bir ideolojik yönelim, ciddi bir toplumsal muhalefet dinamizmi yaratılamazsa, fazla bir anlam taşımaz. Bugün ÖDP’nin de, solun da toplumsal-sınıfsal zeminleri oldukça zayıftır. Bu da toplumsal muhalefeti aşağıdan yukarıya yeniden inşa etmeyi, kamu çalışanları ve işçiler yanında, emeklileri, işsizleri, sigortasız-sendikasız çalışanları da örgütlemeyi gerektirir. Yerelden başlayarak işyerlerinde, mahallelerde, okullarda yaşamın aktığı her yerde var olabilen, sisteme karşı günlük sorunlardan kaynaklanan direniş mevzileri örebilen bir sol bugünün ihtiyaçlarına cevap verebilir, yarın için umut olabilir.

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
Hayri Kozanoğlu