19. ve 20. yüzyıllar büyük nüfuslar, büyük sanayiler ve büyük coğrafyalar üzerinden büyük insanlık durumlarının tezahür edişidir. İşte burjuva tahayyülü, aklîleştirmeleri ve tasarımları bu büyük ölçekli insanî durumsal bağların daha da büyütülmesi üzerinden şekillenmiştir.
Belki de milliyetçilik bu büyük düşünüş geleneği içinde en az cömert olandı. Bütün bir yer kürenin ve insanlık ailesinin veya zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayanların birleşmesinin tahayyül edilmesi karşısında hafife alınabilse de; uzak ataları, henüz gidilmemiş ama “bizim” olan coğrafyaları düşünmek azımsanabilecek bir hayal gücü örneği değildir.
Milliyetçilik, bir burjuva ideolojik ürünü olarak kitabî bir iştir. Tıpkı diğer ideolojiler gibi kitabî olanı hayat karşısında önceler ve kitabî olanı hakikî olandan daha hakikî addeder. Bu anlamda diğer ideolojilerin trajik durumunu paylaşır. Ama bu milliyetçilik için daha derindir. Çünkü hayata ya da tarihe en fazla referans ondan gelir.
Milliyetçilik, kitabî vasfının gereği en başta kendi akıl yürütmeleriyle sorunludur. İlk muhtemel sorun, yücelttiği iki değer olarak tarih ve kültür değerlerinin kendisine karşı çalışabilme riskiyle ilgilidir. İhmal edilebilir gördüğü ve yapılarını tehdit edebileceğine inanmayarak içine aldığı unsurların kendisine aynı akıl yürütme ve temellendirmelerle sorun olduğu çokça gözlenir. Bu durumda milliyetçilik, çoğu kez sorunlu olduğu politik akıl saflarına geçer ve yukarıdan aşağıya kullanılır. Bu biraz da milliyetçiliğin popülaritesini de belirleyen bir kıstası düşündürür. Milliyetçilik resmîleşip, politik akıl tarafından manipüle edildiği nispette sevimsizleşir, tersi durumda ise, yani aşağıdakilerin sesi olduğu derecede sevimli gözükür.
İkinci sorun ise, politika ile kültür arasında tercihini ikincisinden yana yapmasıdır. Milliyetçiliğin politik bir kıvama gelmesi de hayli sorunludur. Çünkü, politika-öncesi iki bağımsız değişkenden hareket eder. Bunlar tarih ve kültür değişkenleridir. Milliyetçilik bu anlamda saf hikmet-i hükûmet düşüncesinden -dolayısıyla da Rönesans ve Aydınlanma paradigmalarından- esaslı bir kopuşu ifade eder. Politik olan milliyetçi akıl yürütmeler de diğer ikisine tâbi kılınmıştır. Bu durum meşruluk odağında ortaya çıkar ve milliyetçiliğe burjuva karakterini kazandırır.
Burjuva duruş her haliyle meşruluk sorununa kayıtlıdır. Burjuva bu duruşunu dünyevîliği ve aşağıdan/kenardan yana oluşu ile destekler. Milliyetçilerin Fransız Devrimi’ne eş zamanlı uzaklık ve yakınlığını da bu duruşun kapsamında görebiliriz. Fransız devrimcileri saray toplumunu, aristokratları ya da kiliseyi modern olmadıkları için değil, meşruluk problemini kayıtsızlıkla karşılayan yaklaşımlarını modernist bulmadıkları için eleştiriyorlardı. Bu sorunu Rousseaucu bir şekilde doğa, toplum, halk gibi soyutlamalarla çözmek istediler. Daha sonra politik meşruluk sorununun hallinin yine doğrudan politik akıl yürütmelerle yapılabileceği ve bu yolda kullanılan soyutlamaların ikna edici olmadığı, meşruluk sorununun tarihsel-kültürel bir sahihliğe kavuşturularak çözüleceği esasında milliyetçilik ikircikli yapılanmasını sağladı. Politikayı kültürel eleştiriye açmak apolitik hallerin meşrulaştırılmasında bir modern kayıtsızlığın dayanaklarını verebilir. Ama politikayı reel hüviyetinden çıkarmak ve tâbi kılmak, dönemsel başarıların dışında etkili bir sonuç aldığını söylemek güçtür. Dolayısıyla reel politikaya göre mesafeli bir duruşun politik olarak güncelleşebilmesi yine reel politik gündemlerin gereklerine göre gerçekleşmektedir. Bu da milliyetçiliğin apolitik yüzü ile ürettiği politik sivriliklerin arasındaki salınımını ortaya koyar.
Milliyetçi ideoloji, kuşkuyla karşıladığı reel politiğin yedek gücüdür. Politik tutunumu zayıf milliyetçiliğin politik tınlaması, politik şekillenmelerin dönemsel uygunluğuna göre belirlenecektir. Bu anlamda dünyadaki milliyetçilikler ve tabiidir ki milliyetçilerdeki hayal kırıklığı ve kullanılmışlık duygusu bir bakıma yadırganmamalıdır.
Milliyetçiliğin bağlamı kapitalist ekonomi-politik süreçlerden bağımsız düşünülmemelidir. Sermayenin şekillenmesi ve dünya ölçeğinde yapılanması ile milliyetçiliğin bütünleştirici ya da ayrılıkçı yönelişleri arasında bir bağ olduğu artık anlaşılmıştır. Bu indirgemeci anlamda alınmamalıdır. Yine de milliyetçilik (ekonomi) politik bütünleşmenin olmazsa olmaz koşulu değildir. Milliyetçilik yapmadan da politik bütünleşme sağlanabildiğine bizi ikna edecek yeteri kadar örüntünün mevcut olduğu söylenebilir.
Belki milliyetçiliğin bir hızlandırıcı olduğu iddia edilebilir. Ama milliyetçilik sadece tamamlayıcılık-pekiştiricilik anlamında basit bir ekonomi-politik olgu da değildir. Bir ideoloji olarak milliyetçiliğin sermayenin küresel açılım ve işleyiş süreçlerini sıkıntıya uğrattığı da görülmüştür. Sermayenin egemenliği milliyetçi açıdan da eleştirilebilir. Zaten pek çok milliyetçilik bir sermaye eleştirisi yapmayı da ihmal etmez. Milliyetçi ekonomi-politikte bir tertip bu eleştirileri görürüz. Bu eleştirilerin etkili olduğu ve sonuç aldığı görülmemiştir. Milliyetçilik, tıpkı politika karşısında olduğu gibi ekonomi karşısında da tutunumsuzdur. Zoon politikon kadar homo economicus da milliyetçinin kültür imgeleminde rahatsız edicidir. Bu, milliyetçiliğin ekonomi-politik kalkınma süreçlerinde kitle mobilizasyonunun sağlanması anlamında yer yer ve dönem dönem işlevsel olmasına rağmen böyledir. Nitekim kalkınma süreçlerinde yaşanan milliyetçi söylem ve etkiler, bir düzey kalkınmanın nimetlerinin elde edilmesiyle birlikte gözden düşer ve millî ekonomiler millîlik vasfını kaybederek, seyir izleyen sermayeye eklemlenirler.
Modernliğin krizini yansıtan günümüz dünyasında milliyetçiliğin farklı bir yüzle (etnik yüz) yeniden parladığı iddiaları dikkate değer. Bunun milliyetçilik ile ne kadar ilişkilendirilebileceği sorunludur. Kanaatimce milliyetçiliğin kültürel kodlarıyla -ya da bir bakıma milliyetçiliğin kültürü nasıl kodladığıyla- bu yüzyılın sorunları anlaşılamaz. Bu dünya milliyetçiler için bile fazla küçüktür. Küçülmenin toplumsalın durumsallığını kaybetmesi ve düz anlamda olumsallıklara savrulması olarak anlaşılmasında yarar var. Bu savrulma klasik anlamda milliyetçi dünya okumasını zora sokuyor. Bu boşlukta milliyetçi hisler ya da habituslara dayalı milliyetçilikler yükselişe geçiyor. İkincisi kültür, tarihî zihin, ruh vb. aslî mevzilerden boşalıp cismanîliklere (mesela bedenlere), kişiliklerden kimliklere doğru savruluyor. Geride ise tortuları ve başka kültürel bağlamlar içinde yeniden-üretimleri kalıyor. Milliyetçilik için bu yeniden-üretim etnik-kimlik odaklı gözüküyor. Milliyetçi kültüralizmin politika ile mesafeli ve sorunlu duruşu burada en yüksek aşamasına varıyor. Ama bunun bir maliyeti var. Etnik kimlik meselesi ile yeniden formatlanan milliyetçiliğin mukadderatı, sahihlik adına zaten zayıf kalan eleştirel gücünün daha da silikleşmesidir. Nihayet yeni-milliyetçiliğin sermaye eleştirisi her zaman olduğundan daha hafif hale gelmiş durumda. Bir habitus olarak milliyetçilik ya da milliyetçi sendrom yer yer bazı tüketim göstergelerine karşı çıkmak suretiyle sadece olumsallığını pekiştirebilmektedir.
Paylaş
Tavsiye Et