Medya hem bir güç, hem bir güç aracı. Gerçekliği yeniden kurgulayan, üreten ve empoze eden, baş döndürücü bir güç; öyle ki, Yurttaş Kane filmine de esin kaynağı olan ABD’li medya devi Hearst’e, “İstediğim zaman savaş çıkarabilecek güce sahibim!” dedirtecek kadar. Medya, aynı zamanda, belirli sermaye ve siyaset odaklarının taşeron ve tetikçisi. Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada durum aynı. Farklı olan, Türkiye’de taşeronluğun göstere göstere yapılıyor olması.
Fahrettin Altun, medyanın gerçekliğin aynası ve haberlerin taşıyıcısı olma iddiasının bir mit olduğunu; gerçekliğin yerini günümüzde “medya gerçekliğinin” aldığını başarıyla resmediyor. Ragıp Duran, Batı dünyasında gazeteciliğin önce halkın sesi, 1960’lardan sonraysa tekelci kapitalizmin sesi olduğunu belirtiyor. Mücahit Küçükyılmaz ise tekel, temerküz, bütünleşme ve çeşitlendirme kavramlarını ele alarak, demokrasilerde medya gücünün bazen soft-totalitarizme hizmet ettiğini vurguluyor.
Edibe Sözen, Batı medyasının İslam imajını nasıl çirkinleştirdiğini, cihadı nasıl terörle özdeşleştirdiğini resmederken; hem yazılı, hem görsel medya metinlerinin çoğunlukla tersinden okunması gerektiğine dikkat çekiyor. Türkiye’de gazeteciliğin geçmişini araştıran Yücel Bulut, ilk amacın halkın aydınlatılması olduğunu; Osmanlı aydın ve gazetecilerinin kendilerini “tek ve mutlak hakikatı kavramış kurtarıcılar” olarak gördüklerini belirtiyor. Hediyetullah Aydeniz ise “modernleşme serüvenimizin göstergesi” olan Türk dergiciliğini inceliyor. Dosyanın son yazısında Ali Asım Can, 1980 sonrası İslamî basında, İslamcıların yaşadığı statü dönüşümüne paralel bir samimiyet erozyonundan söz ediyor.
İktidar bozar. Medyatik iktidar mutlaka bozar.
Paylaş
Tavsiye Et