1. Döviz kurunu ne belirler?
Dövizin fiyatı da, diğer fiyatlarlar gibi arz ve talep tarafından belirlenir. Dövize talep fazlaysa, dövizin fiyatı artar. Buna karşılık ellerinde dolar olanlar onu satıp YTL almak isterse, bu kez YTL’nin fiyatı artar; yani kurlar düşer.
2. Döviz satın almak veya satmak isteyenler kimler?
Öncelikle dış ticaret yapanlar. İhracatçı, yurtdışına sattığı mal karşılığı kazandığı dövizi satarak YTL almak, harcamalarını karşılamak ister. İthalatçı ise dışarıdan aldığı malın parasını ödemek için döviz satın almak ister. Bunun dışında yatırım amacıyla döviz talep eden veya arz eden de olur.
3. Yatırım için niye döviz talebi veya arzı oluyor? Döviz de para değil mi? Para yatırım aracı mı?
Normal şartlarda değil. Ama son 30 yılda yüksek ve belirsiz enflasyon, Türk lirasını iyi para olmaktan çıkardı. TL değer saklamak ve hesap yapmak için kullanılamaz oldu. Hatta taşıt, gayrimenkul gibi büyük meblağlı alışverişlerde mübadele aracı olma işlevini bile kaybetti. Ücretler, kiralar, fiyatlar, hesaplar dövizle yapılır oldu. Aynı sebeple tasarruflar da TL olarak değil, döviz olarak tutulmaya başlandı. Buna “para ikamesi” adı veriliyor. Sermaye hareketleri serbest bırakıldığından (Ağustos 1989) beri bazı yerli yatırımcılar birikimlerini yabancı ülkelerdeki varlıklarda değerlendirmeyi tercih ediyor. New York Borsası’ndan hisse senedi, ABD’den tahvil almak daha cazip geliyor. Bu yatırımcılar da döviz satın alıyor. Bu arada bazı yabancı yatırımcılar da İMKB’den hisse senedi almak veya Türk tahvillerine yatırım yapmak istiyor; onlar da dövizlerini satarak YTL alıyor.
4. Yerlileri anladık; bu yabancılara ne oluyor da Türkiye’deki varlıklara yatırım yapıyorlar?
1995-2000 arasındaki beş yıllık dönemde “dövizi sat-kağıda yat” yatırım stratejisinin; yani dolar satarak TL almak, TL ile Hazine kağıtlarına yatırım yapmak ve vadesi gelince de anapara artı faiz kazancını yeniden dolara çevirmek suretiyle işlem yapmanın dolar bazında getirisi ortalama %28,3 oldu. Halbuki aynı dönemde ABD’de dolar faizleri sadece %5,1’di. O dönemde bu yöntemle sadece Hazine’nin ödediği faiz 87,7 milyar dolardır. Bu dönem Türkiye’de “sıcak para”nın saadet yıllarıydı. 3 Kasım seçimlerinden sonra siyasal ve ekonomik istikrar sağlandı. Sıkı para politikası izlendi. Maliye politikası da buna uyarak disiplin altına alındı. Kamu ciddi fazlalar vermeye başladı. Dalgalı kur rejimine de geçilince yeni bir yapı oluştu.
5. Dış ticaret açık veriyor. İhracat az, ithalat fazla. Bu durumda döviz talebinin, arzdan çok olması gerekmez mi?
Eskiden döviz arzı ile talebi üzerinde en etkili olan dış ticaretti, doğru. Ama artık sermaye hareketlerinin belirleyiciliği çok daha fazla. Cari hesap 2003’ten bu yılın Haziranına kadar 40 milyar dolar açık verdiği halde, aynı dönemde rezerv hesabı 18 milyar dolar fazla verdi. Yani talep kapatıldığı gibi talebin yarısı kadar da arz fazlası oluştu. 2003 başında ülkenin döviz rezervleri, 10 milyarı bankalara ait olmak üzere, 38 milyar dolardı. Bugün, 15,5’i bankalara ait olmak üzere 56 milyar. Yani arz-talepte sorun yok; Türkiye’ye döviz yağıyor. Kur da bu yüzden artmıyor.
6. Bu yine sıcak para değil mi? Türkiye’de 40 milyar dolar sıcak para var. Aynı risk bugün de yok mu?
Dalgalı kurda Merkez Bankası’nın kur taahhüdü ve hedefi olmadığı için dövize hücum olması durumunda satma mecburiyeti yok. Geçmişten farklı olarak dövize hücum başladığı anda satıcı da olmayınca, kurlar hızla yükseliyor. Bu ise dövizi alıp çıkmak isteyen yatırımcıyı caydırıcı etki yapıyor. Adam önce elindeki YTL varlıkları satarken zarar yazacak. Çünkü o satarken herkes satmak isteyecek. Ardından bir de pahalı döviz alırken zarar yazacak. Ancak çok ciddi bir kriz olursa bu zararı göze alır. Yani sıcak para varsa da, artık riski kendisi taşıyor.
7. Bunun suni olduğu, yüksek faiz baskısıyla YTL’nin aşırı değerlenmesinden kaynaklandığı, MB’nin bir politikası olduğu doğru değil mi?
TCMB bu yıl başından beri 27 Ocak, 9 Mart, 3 Haziran ve 22 Temmuz’da dolara dört kez müdahale etti. Günlük ihalelerle birlikte 13 milyar dolar satın aldı. 2003’ten beri üç yılda aldığı miktar ise 20 milyar dolar. Doları düşük tutmak istese, böyle yapmazdı. Faiz-kur ilişkisine gelince, durum sanıldığı kadar basit değil. Normalde içeride faizler düşünce getirileri cazip bulmayan sıcak paranın dövize dönerek dışarı çıkması, yani doların değer kazanması beklenir. Halbuki Türkiye’de böyle olmuyor. Son iki yılda TCMB gecelik faizleri 13 kez indirdi. Faiz indikçe kur da düştü (Bkz. Grafik1). Zira, faizler indirildikçe bu, ekonominin iyiye gittiği işareti olarak algılandı. Böylece liraya talep arttı; geçmişte birikimlerini dolar olarak tutan yerli yatırımcı dövizden TL’ye döndü. Yabancı sermaye de Türkiye’yi yatırım yapılabilir bir yer olarak değerlendirdi ve bu yüzden ilave döviz girişi oldu.
8. Bu yeni yapı, kurların suni olarak bastırılmasıyla oluşmuyor demek. Bundan emin misin?
Sistem defalarca denemeden geçti, merak etme. Dolar bu zaman zarfında uslu uslu oturup durmadı ki. Meşhur ve meş’um Şubat 2001 krizinden beri dolar tam 11 kere fırlama teşebbüsünde bulundu (Bkz. Grafik2). İsyan edip eski günlere dönmeye çalıştı; ama nafile… Ekim 2001’de yabancılar birden TL’leri satıp dolara hücum etti. Aylık artış %8,9 oldu. Mayıs-Temmuz 2002 döneminde Ecevit’in düşüp kaburgasını kırmasıyla başlayan siyasal belirsizlik ortamı dolara ikinci çıkış fırsatını verdi. Üç ayda %25,5 prim yapan dolar umutlandıysa da, o seviyelerde tutunamadı. Aralık 2002 ve Mart 2003’te, Irak Savaşı sebebiyle yine hareketlilik yaşandı. 25 Mart’ta dolar 1.750.000 TL ile son dönemin zirvesine ulaştı; 7 Temmuz’da 1.390.000 TL’ye düştü. Temmuz ve Ağustos 2004 döneminde İMF ile yeni stand-by imzalanmayacağına ilişkin söylentiler kuru yukarı taşıdı. Ama bu sefer dalganın boyu sadece %6 oldu. Ekim 2003’te İmam-Hatip krizi ciddi bir çalkantıya zemin hazırladı; bir ayda dolar %11 arttı. Ama 7 Kasım’da hükümet, TBMM’den aldığı Irak’a asker gönderme yetkisini kullanmayacağını açıklayınca, bu sefer yine bir ayda %5 gerileme kaydedildi. Eylül 2004’teki zina tartışmalarıyla da benzer bir dalgalanma oldu. Mayıs 2004 ve Mart 2005 ise ABD’nin para politikasını sıkılaştırması, dolar faizlerinin yükselişe geçeceğine ilişkin ciddi beklentilerin doğması dolara yine ivme kazandırdı. Sürecin başladığı 5 Nisan-24 Mayıs 2004 arasında kur %20’ye yakın yükseldi. Bu yılın Martındaki artış da %10’u aştı. Aynı dönemde enflasyonun sadece %0,26 olduğunu hatırlarsak, durumun ciddiyeti anlaşılır. Kısacası kur rejimi defalarca sınandı. Oluşan fiyatlar suni olmuş olsaydı, bu, sarsıntılarda ortaya çıkardı. Geçmişteki zayıf ekonomik yapıda bundan çok daha küçük sebeplerle büyük krizler yaşandı.
9. Peki bu daha ne kadar sürer?
Bu beklenen bir gelişme. AB üyelik sürecinde diğer ülkelerde de benzer gelişmeler yaşandı. Süreçte ciddi bir aksama olmaz, büyük bir dışsal şok gelmez ve en önemlisi ekonomi politikaları istikrarlı bir biçimde devam ederse, YTL’nin değer kazanmayı sürdüreceği açık. Ülkeye yabancı sermaye girişi artıyor; bütçe düzeliyor. Borç stokunun milli gelire oranı düşüyor. Tabii bu söylediklerim orta ve uzun vadede geçerli. Yoksa yarın kurların ne olacağına ilişkin tahmin yapmak ancak müneccimlik olur.
10. Sonuç olarak, dolar ne olacak?
Doları bilmem ama YTL iyi olacak. Hâlâ 55 milyar dolar döviz mevduatı var bankalarda. Kamunun iç borcunun 21 milyar dolarlık kısmı döviz. Hazinenin 31 milyar dolar avrotahvil (eurobond) stokunun bir kısmının da yine yurtiçindeki yatırımcılara ait olduğunu biliyoruz. Yani milli gelirimizin üçte birine yakın bir değeri döviz olarak saklamaya devam ediyoruz. Hem de Mart 2003-Temmuz 2005 arasındaki iki buçuk yılda doların reel olarak %32 değer kaybetmesine rağmen! Asıl soru şu: Dolar sevdasından ve “Abi dolar ne olacak?” diye sormaktan ne zaman vazgeçeceğiz?
Paylaş
Tavsiye Et