YERYÜZÜNDE yaşayan milyarlarca insan içinde, milyonlarca çiftin, yine milyarlarla ifade edilebilecek meblağlar harcayarak sahip olmak istedikleri varlıktır çocuk… Yine milyonlarca çiftin, kıymetini yeterince bilemediği bir değerdir o. Oysa İslam peygamberi Hz. Muhammed’in ifadesiyle, “Çocuklar Allah’ın bir bağışı ve armağanıdır.” Bu armağan aynı zamanda öylesine bir cazibeyi beraberinde getirir ki, yeni katıldığı her aileye mutluluk ve neşe kaynağı olur.
Aslında hepimiz yaratılıştan getirdiğimiz annelik ve babalık içgüdüleriyle evlatlarımızı severiz. Ancak onların eğitimleriyle ne derece ilgilendiğimiz, tartışılmaya değer bir konudur. Günümüzde özellikle babalar, belki bir nebze de anneler, sanki bir “sponsor” vazifesi görmekteler. Evladı için sağladığı maddî imkânlarla görevini yapmış olmanın huzurunu(!) duymak isterken, hiç beklemediği sonuçlarla karşılaşan nice ebeveynler duruyor çevremizde… Demek ki, sadece maddî anlamdaki ilgi çocuk için yeterli olmuyor. Belki ona gösterilecek manevî ilgi ve alakanın, eksik kalan maddî ilgiyi bile doyurabilecek güçte olduğu söylenebilir. Kısacası çocuk, bebekliğinden itibaren kokusuyla ayırt ettiği annesini, tebessümünden tanıdığı babasını, büyüdükçe yine aynı hislerle kendisiyle alakadar görmek ister.
Çocuk İçin Ailenin Önemi
“İnsanın doğduğu zaman zayıf ve yardıma muhtaç olduğundan” bahseden er-Rûm suresi 54. ayet, bugünün pedagoji ve psikoloji bilim dalları tarafından da kabul edilen “insan yavrusunun bakılmaya ve korunmaya muhtaç oluşuna” işaret etmektedir. Ona bu bakım ve koruma ile şefkati sunacak olan yegâne müessese ise aile ocağıdır.
Yapılan araştırmalar aile ocağının çocuk için ne denli önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Çocukluk yılları, karakterin, tutum ve davranışların şekil kazandığı bir dönemdir ve insanın karakterinin 2/3’lük bölümünün 2-6 yaşları arasında teşekkül ettiği söylenmektedir. Dolayısıyla, bu yıllarda çocuğa verilecek eğitim tarzının, onun üzerinde hayatı boyunca etkili olacağını söyleyebiliriz.
Burada, çocuğun herhangi bir inanca sahip olmasında anne-babanın ne denli etkili olduğu hususuyla ilgili Hz. Peygamber’in bir ifadesine yer vermek istiyoruz. “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar; sonradan ebeveyni onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar. Eğer ana-babası Müslüman ise çocuk da Müslüman olur.” Burada, anne-babanın etkisi çok açık ve net bir şekilde ortaya konulmakta; çocuğun, “fıtrat” üzere, yani Allah’ın varlığını kavrayabilecek ve O’na inanabilecek bir şekilde yaratılmış olmasına rağmen, ailenin onu başka inançlara mensubiyete adım attıracak kadar söz sahibi olduğu vurgulanmaktadır. Hz. Peygamber’in bu veciz ifadesi, günümüzün sosyoloji, psikoloji ve pedagoji bilim dallarının ortaya koyduğu bilimsel gerçeklerle mutabakat göstermektedir. Zira burada, hem irsî bir faktör olan fıtrat kavramından, hem de çocuğu, mensubu bulunduğu toplumun dinine yönelten çevre faktöründen bahsedilmektedir.
Çocukluk dönemi böylesine bir önem taşıdığı için, bu yıllarda alınan din eğitimi de, kişiyi hayatı boyunca etkilemekte; onun duygu ve düşüncelerine, tutum ve davranışlarına yön vermektedir. Sağlıklı ve tutarlı din eğitimi almış kişilerin eşya ve olaylara bakışlarındaki farklılık, kendisini hemen hissettirmektedir. Çünkü iman duygusunun insana sağladığı güven ve manevî huzur, değişen ve ağırlaşan hayat şartlarında, fertler için bir sığınak vazifesi görmektedir. Din eğitiminden mahrumiyet, fertlerde manevî boşluğa yol açarken; hatalı veya olumsuz eğitim tarzı ise, ileriki yaşlarda dine karşı antipatiye sebep olabilmektedir.
Ailenin, çocuğa ilk dinî bilgilerin verildiği kurum olmasının yanında, çocuk açısından hem ruhsal, hem eğitimsel, hem de sosyal yönlerden oldukça önem taşıdığı bilinen bir gerçektir. “Ağaç yaşken eğilir” atasözü, yerinde ve zamanında yapılması gereken eğitimin önemini dile getirmektedir. Bir yaş ağaç bükülerek kolayca çember haline getirilebilir; fakat kuruduktan sonra bu çemberi düzeltmek ve ağacı eski haline getirmek istersek kırılır. Tıpkı bunun gibi, ilk izlenimler insan ruhunda öyle sağlam, kuvvetli ve derin tesirler bırakır ki, onları beyinden söküp atmak âdeta imkânsızlaşır.
Anne-babanın çocuk için ne denli önemli olduğu hususunda filozof-pedagog Rousseau’nun da ilgi çekici bir görüşü vardır. O şöyle der: “... Ana ile baba sistemleri hususunda birbiriyle anlaşsınlar. Çocuk birinin elinden ötekinin eline geçsin. Makul ve mahdut zihinli bir baba tarafından terbiye edilmek, dünyanın en mahir hocası tarafından yetiştirilmekten daha iyidir.”Belki filozofun bu görüşü mübalağalı bulunabilir. Ancak, Allah Teâlâ, eşsiz kudretiyle yaratarak insanoğluna bağışladığı yavrusunu, eşsiz bir cazibeyle bu dünyaya gönderdiği gibi, aynı şekilde onun da içine anne-babasına karşı yaratılıştan gelen bir ilgi ile âdeta bir özel sevgi hattı yerleştirmiştir. Bu bağlamda, denilebilir ki, çocuk için en değerli öğretmenler annesi ve babasıdır. Çünkü sadece onlarla iletişim kurabileceği bir sevgi hattına sahiptir ve bu hattın iletişimini sağlayan frekans, sadece anne-babası ile kendisine tahsis edilmiştir.
Çocuklarımızın Eğitimleri ile İlgili Sorumluluğumuz
Çocuklarımızın eğitimleri konusunda gerek terbiyevî, gerekse dinî bakımdan sorumluluk taşıdığımız bir gerçek. Bu konuda öncelikle Hz. Peygamber’in çocukların eğitimleriyle ilgili iki hadisini aktarmak istiyoruz: “Çocuğa güzel bir isim verilmesi ve güzelce terbiye edilmesi, onun anne-babası üzerindeki haklarından biridir.” “Bir babanın evladına bırakacağı en değerli miras iyi bir terbiyedir.” Bize tahsis edilen nimetlerden yana sorumlu olduğumuz şu dünya hayatında, evlatlarımızdan yana da sorumluluk taşıdığımızın veciz birer ifadesidir bu hadisler…
İmam Gazâlîde, ünlü eseri İhyâ’da şöyle demektedir: “Çocuk ana-babasının yanında bir emanettir. Onun her türlü şekli almaya hazır, temiz ve boş kalbi de âdeta bir cevherdir. O her türlü nakşa müsait olduğu gibi, meylettirildiği her şeyi almaya da kabiliyetlidir. Eğer çocuk iyiliklere yöneltilirse, hayır üzere büyür, dünya ve ahirette mesut olur.” Gerçekten, içinde cevhere eşdeğer nitelikte bir kalp taşıyan her bir çocuk, eğer eğitilebilirse bu cevher bir mücevher haline dönüştürülebilir. İnsanlık âleminin ünlü şahsiyetleri hep çocukluk yıllarında aldıkları maddî-manevî eğitimle tarihte iz bırakır hale gelmişlerdir.
İyi yetiştirilen evlat, bu dünya hayatında ebeveyn için “göz aydınlığı” olacağı gibi, ebediyet âlemine göçenler için de bir sevap kaynağıdır… Hz. Peygamber konuyla ilgili bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “İnsanoğlu öldüğünde artık onun amel defteri kapanmış olur. Ancak şu üç husustan dolayı ona sevap yazılmaya devam eder: Bunlardan ilki, insanların ve insanlığın faydalandığı her şey (yol, köprü, çeşme, bina vs.) İkincisi: İnsanların istifade ettiği bilgi ve ilmî eserler. Üçüncüsü de geride kendisi için hayır duada bulunan bir evlat…”
Ne mutlu, ardından insanların faydalandığı eserler ve kendisini hayırla yâd eden ve ettiren evlatlar bırakabilenlere…
Paylaş
Tavsiye Et