Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Ahmet Taşgetiren ile AB-Türkiye üzerine: “Avrupa, fay hatlarımızı derinleştiriyor”
Müzakere süreci başlarken Türkiye ve Avrupa Birliği, diplomatik kartları daha hızlı oynuyor ve karşılıklı hamleleri sıklaştırıyor. Peki diplomasi, dış politika, müzakere, tarama süreci dışında, Avrupa, Türk toplumu açısından ne anlama geliyor? Ahmet Taşgetiren ile dosya konusu çerçevesinde, Türk toplumunun AB karşısındaki durumunu konuştuk.
 
1997 son­ra­sı top­lu­mun din­dar ke­si­min­de Av­ru­pa Bir­li­ği’ne kar­şı olum­lu bir ha­va var­dı; AB’ye gi­riş ile Müs­lü­man­la­rın öz­gür­lük ala­nı­nın ge­niş­le­ye­ce­ği dü­şü­nü­lü­yor­du. Bu­gün ge­li­nen nok­ta­da, siz­ce bu ka­na­at hâ­lâ ge­çer­li mi?
O dö­nem­de Tür­ki­ye’de bir öz­gür­lük da­ral­ma­sı var­dı ve bu da­ral­ma önem­li öl­çü­de İs­la­mî ala­na yö­ne­lik­ti. “İs­lam’ı azalt­ma pro­je­si” di­ye­bi­le­ce­ği­miz bir pro­je yü­rü­tü­lü­yor­du; bir sü­reç iş­li­yor­du. “Bu sü­reç­ten na­sıl çı­kı­la­bi­lir?” so­ru­su gün­dem­dey­di ve Re­fah çiz­gi­si de tı­kan­mış­tı. “Aca­ba bu çiz­gi­yi tı­kan­ma­ya gö­tü­ren sü­reç tah­lil edi­lip bir öz eleş­ti­ri­de bu­lu­na­rak ye­ni bir si­ya­sî çiz­gi oluş­tu­ru­la­bi­lir mi?” gi­bi so­ru­lar da tar­tı­şı­lı­yor­du. İş­te o tar­tış­ma­la­rın için­den AK Par­ti sü­re­ci doğ­du; ya­ni bir öz eleş­ti­ri­nin için­den çık­tı. O dö­nem­de Av­ru­pa Bir­li­ği’nin öz­gür­lük­le­ri sağ­la­ya­bi­le­ce­ği ka­naa­ti ser­gi­le­ni­yor­du. Oy­sa, as­lın­da İs­lam’ın ala­nı­nın da­ral­tıl­ma­sı sü­re­ci Sov­yet­le­rin da­ğıl­ma­sın­dan son­ra baş­la­mış­tı. NA­TO’ya özel bir mis­yon yük­len­miş­ti. NA­TO “kök­ten din­ci İs­lam” ile de mü­ca­de­le ede­cek­ti. Or­ta Do­ğu’da bir­ta­kım ka­rı­şık­la­rın ze­mi­ni­ni ra­di­kal, si­ya­sal, kök­ten din­ci İs­lam’ın oluş­tur­du­ğu dü­şü­nü­lü­yor; Sov­yet teh­li­ke­si or­ta­dan kalk­tık­tan son­ra NA­TO’nun bu ala­na yö­nel­me­si ge­rek­ti­ği ko­nu­şu­lu­yor­du. Tam da bu sı­ra­da “Av­ru­pa Bir­li­ği Tür­ki­ye’de öz­gür­lük­le­rin ge­niş­le­me­si­ne yol açar mı?” tar­tış­ma­sı din­dar ke­si­min gün­de­mi­ne gir­di. NA­TO ta­ra­fın­dan be­nim­se­nen böy­le bir mis­yon var ve Av­ru­pa NA­TO’nun dı­şın­da de­ğil ise; o da bu dü­şün­ce­yi pay­la­şı­yor ol­ma­lıy­dı. Do­la­yı­sıy­la AB’de Müs­lü­man­la­rın öz­gür­lük ta­lep­le­ri­nin kar­şı­la­na­ca­ğı bek­len­ti­si çe­liş­ki­li ola­bi­lir­di. O sı­ra­da Re­fah Par­ti­si’nin baş­vu­ru­su da ol­muş­tu AİHM’ye. Şim­di sü­reç iş­li­yor ta­bi­i; uyum pa­ket­le­ri dev­re­ye so­kul­du, ha­ki­ka­ten sis­tem­de ba­zı de­mok­ra­tik açı­lım­lar ya­pıl­dı. Sis­te­mi tı­ka­yan as­ker-si­vil iliş­ki­sin­de­ki prob­lem­li alan­lar bel­li öl­çü­de Av­ru­pa norm­la­rı­na gö­re tas­hih edil­di; ama şu gü­ne ge­lin­di­ğin­de din­dar ke­si­min bek­len­ti­le­ri Av­ru­pa Bir­li­ği ile he­nüz sağ­lan­mış de­ğil ve bu ko­nu­da ümit de gö­rül­mü­yor. Halk­tan edin­di­ğim iz­le­nim; din­dar ke­si­min AB ile il­gi­li bek­len­ti­le­ri­nin, so­mut olay­lar söz ko­nu­su ol­du­ğun­da, sağ­la­na­ma­ya­ca­ğı nok­ta­sın­da. Ya­ni İs­la­mî bir öz­gür­lük ta­le­biy­le AB’nin önü­ne git­ti­ği­niz­de bu ta­le­bin olum­lu kar­şı­lı­ğı­nın ol­ma­ya­ca­ğı al­gı­sı söz ko­nu­su.
 
11 Ey­lül bu­ra­da bir kı­rıl­ma nok­ta­sı ol­du sa­nı­rım...
Evet. 11 Ey­lül ve son­ra­sın­da Av­ru­pa, İs­lam-te­rör bir­lik­te­li­ği­ni sü­rek­li gün­dem­de tut­tu. Bu­ra­dan yo­la çı­ka­rak, öz­gür­lük kı­sıt­la­ma­la­rı­nı meş­ru­laş­tı­ran bir ta­vır ge­liş­ti­ri­yor­lar. Ya­ni Müs­lü­man­lar bir an­lam­da gö­zal­tın­da bü­tün Av­ru­pa’da. 11 Ey­lül son­ra­sı İs­pan­ya’da, İn­gil­te­re’de, Hol­lan­da’da -bir film yö­net­me­ni­nin öl­dü­rül­me­si gi­bi- ba­zı ha­di­se­ler ya­şan­dı. Şu an­da bun­la­rın ara­sın­da en öz­gür­lük­çü ül­ke İn­gil­te­re gi­bi gö­zü­kü­yor. Ama İn­gil­te­re’de bi­le adı­nız Mu­ham­med ise, bir İs­lam ül­ke­si­ne bağ­lı­lı­ğı­nız var­sa, kö­ke­ni­niz oray­la il­gi­liy­se, açık­ça ge­rek­çe gös­te­re­rek ve­ya gös­ter­me­ye­rek si­zi gö­zal­tın­da tu­tu­yor­lar.
Tür­ki­ye’yle iliş­ki­ler­de de İs­lam un­su­ru bir re­zerv ko­nu­su olu­yor. Bu­nu de­ği­şik bi­çim­ler­de ifa­de edi­yor­lar. Te­rör ha­di­se­le­ri­nin kö­ke­ni ve ze­mi­ni­nin İs­lam’da olup ol­ma­dı­ğı­nı araş­tı­rı­yor­lar. Müs­lü­man din adam­la­rı­nın söy­lem­le­ri­ne bak­ma­ya baş­la­dı­lar ve san­ki İs­lam’da da böy­le bir ze­min var­mış gi­bi bir so­nu­ca ulaş­tı­lar. Şim­di din ada­mı ye­tiş­tir­me pro­je­le­ri var. İs­lam’a, Av­ru­pa İs­lam’ı gi­bi ye­ni bir yo­rum ge­tir­me yö­nün­de bir­ta­kım adım­lar var. Bun­la­ra ba­kın­ca Tür­ki­ye’nin İs­la­mî ala­nı da­ral­tan yak­la­şım­la­rı­nın Av­ru­pa’ya in­ti­kal et­me­si gi­bi bir du­rum söz ko­nu­su. Bu da AB’ye yö­ne­lik te­red­düt­le­ri art­tı­rı­yor. Za­ten İs­la­mî du­yar­lı­lı­ğı olan ke­sim­le­rin kül­tü­rel açı­dan, me­de­ni­yet fark­lı­lı­ğı açı­sın­dan bir re­zer­vi var­dı. “AB ile iliş­ki­ler bi­zi na­sıl bir kül­tü­rel dö­nü­şü­me uğ­ra­tır? Na­sıl bir me­de­ni­yet dö­nü­şü­mü­ne ne­den olur? İki asır­lık bir di­renç ne­den yok farz edil­sin?” gi­bi kay­gı­lar var­dı. Şim­di, “biz öz­gür­lük açı­sın­dan da Av­ru­pa’dan bek­le­di­ği­mi­zi bu­la­ma­ya­ca­ğız” nok­ta­sı­na ge­lin­di.
 
Son yıl­lar­da Av­ru­pa top­lum­la­rın­da, Türk top­lu­mu­na kar­şı bir me­rak göz­le­ni­yor. Aka­de­mis­yen­ler, araş­tır­ma­cı­lar özel­lik­le İs­lam hak­kın­da bil­gi al­ma­ya ge­li­yor. Öte yan­dan Av­ru­pa’dan ge­len tu­rist sa­yı­sın­da bir pat­la­ma var. AB sü­re­cin­de Türk top­lu­mu ile Av­ru­pa top­lu­mu ara­sın­da in­sa­nî iliş­ki­ler na­sıl ger­çek­le­şe­bi­lir, ne­re­ler­de dö­nü­şüm­ler mey­da­na ge­le­bi­lir?
Sa­nı­yo­rum il­gi­nin bir bo­yu­tu şöy­le: Bu Türk­ler ne ka­dar Av­ru­pa­lı­la­şa­bi­lir? Müs­lü­man bir top­lum, Av­ru­pa kül­tü­rüy­le ne ka­dar uyum arz ede­bi­lir? Böy­le bir me­rak söz ko­nu­su ve biz­de bir dö­nüş­me po­tan­si­ye­li gö­rü­yor­lar. Şöy­le bir şey ol­du­ğu­nu san­mı­yo­rum: “Bun­lar bir me­de­ni­yet ca­mi­ası­nın ana un­sur­la­rın­dan bi­ri­siy­di. Bu­ra­da İs­lam me­de­ni­ye­ti­ni in­şa eden bir top­lum var. Biz de da­ha fark­lı bir me­de­ni­ye­tin ço­cuk­la­rı­yız. İs­lam me­de­ni­ye­tiy­le bu­luş­mak bu­gün iyi bir şey­dir; dün­ya ba­rı­şı için bir ka­zanç­tır. Do­la­yı­sıy­la on­la­rı ta­nı­ya­lım bu­gü­ne ka­dar­ki düş­man­lık­lar or­ta­dan kalk­sın” gi­bi bir yak­la­şım gör­mü­yo­rum Av­ru­pa top­lu­mun­da. Bu söy­le­mi biz ge­liş­ti­ri­yo­ruz. Me­de­ni­yet­ler bu­luş­ma­sı­na ih­ti­yaç ol­du­ğu te­zi­ni, “bi­zi alın” söy­le­mi­nin uzan­tı­sı, ge­rek­çe­si ola­rak öne sü­rü­yo­ruz. Bu san­ki za­yıf ta­ra­fın, ka­bul gör­mek is­te­yen ta­ra­fın söy­le­mi. Böy­le bir söy­lem Av­ru­pa’da yok he­nüz. Av­ru­pa’da olan ne: “Aca­ba bu Türk­ler ne ka­dar de­ği­şe­bi­lir; bi­ze ne ka­dar uyum sağ­la­ya­bi­lir?”
 
On­lar sa­bit, biz de­ğiş­ken ola­rak mı var­sa­yı­lı­yo­ruz?
“Biz fark­lı bir yer­de­yiz; as­lın­da biz ege­men uy­gar­lı­ğın tem­sil­ci­si­yiz” di­ye dü­şü­nü­yor­lar. Do­la­yı­sıy­la bi­zim ne ka­dar dö­nü­şe­bi­le­ce­ği­mi­zi, on­la­rın se­vi­ye­si­ne yak­la­şa­bi­le­ce­ği­mi­zi tar­tı­şı­yor­lar. On­lar ha­ki­ka­ten sa­bit, du­ra­ğan. Di­ye­lim ki, Av­ru­pa Bir­li­ği Mük­te­se­ba­tı var; si­zi ta­ra­ma­dan ge­çi­re­cek­ler ve siz o ku­lü­be üye ol­mak is­ti­yor­su­nuz. Bir ku­lü­be gir­mek is­te­yen, ora­nın şart­la­rı­na uyar. Do­la­yı­sıy­la za­yıf ta­ra­fın bir ta­le­bi söz ko­nu­su; güç­lü ta­raf da sü­rek­li yar­gı­lı­yor. Ha­ni de­nir ya, “Tür­ki­ye hep Ba­tı’ya yü­rü­dü; Ba­tı­lı­laş­ma bi­zim ide­ali­miz ol­du” di­ye, ben bu ko­nu­da şu­nu di­yo­rum: Tür­ki­ye’nin Ba­tı’ya yü­rü­yü­şü bir­kaç şe­kil­de ol­du. Or­ta As­ya’dan çık­tı, Ba­tı’ya yü­rü­dü. O bir tür ya­şa­ma ala­nı ara­mak için­dir. İkin­ci Ba­tı’ya yü­rü­yüş, bir tür fe­tih yü­rü­yü­şüy­dü; ken­di kül­tü­rü­ne gü­ve­ni var­dı. Ve o kül­tü­rü fark­lı coğ­raf­ya­la­ra ta­şı­mak gi­bi bir ide­al; me­de­ni­ye­ti­ne, in­san ti­pi­ne gü­ven… Üçün­cü yü­rü­yü­şü­müz bir za­af yü­rü­yü­şü­dür. O zaa­fın için­den çık­mak için uğ­ra­şı­yo­ruz. “Aca­ba Ba­tı’nın bir­ta­kım özel­lik­le­ri­ni alır­sak kur­tu­la­bi­lir mi­yiz?” ça­ba­sı he­nüz bit­miş de­ğil bi­zim için. Aşa­ğı-yu­ka­rı iki asır­lık bir se­rü­ven; ben bu­na “bir la­bi­rent­te iki asır” di­yo­rum. Halk bu nok­ta­da bi­raz fark­lı dü­şü­nü­yor; “Bi­zim Müs­lü­man­lı­ğı­mız iyi” di­yor. Ya­ni bun­dan vaz­geç­mek gi­bi bir dü­şün­ce­si yok. Ama bi­zim içi­miz­de bir ke­sim, Ba­tı’yı ide­ali­ze eden, hat­ta yer yer kut­sa­yan bir ke­sim “Ba­tı­lı ol­maz­sak mah­vo­lu­ruz” di­ye dü­şü­nü­yor. Ba­zen de gü­ven­lik so­ru­nu et­ki­li olu­yor bu­ra­da; “Bir bi­çim­de bu za­af ha­lin­den çık­maz­sak, bu­ra­da da ka­la­ma­yız” dü­şün­ce­si... Ta­ma­men Ba­tı kül­tü­rü­nü ide­ali­ze eden ke­sim, “Onun­la bü­tün­leş­me­li­yiz, çağ­daş norm­lar bun­lar­dır” di­yor. İs­la­mî du­yar­lı­lı­ğı olan ke­sim bu nok­ta­da di­re­ni­yor­du. İş­te onun için­den çı­kan bir si­ya­sî ekip, şim­di bu söy­le­mi de­ğiş­ti­ri­yor. Bu ko­nu­da, öz­gür­lük­le­rin da­ral­ma­sı Tür­ki­ye’de bir mo­tif­tir. Ama aca­ba bu mo­ti­fin za­man için­de Ba­tı de­ğer­le­ri­ni ide­ali­ze eden ke­sim­le­rin çiz­gi­si­ne gel­me ris­ki var mı? Ben on­dan en­di­şe edi­yo­rum doğ­ru­su. De­ğiş­me-dö­nüş­me söy­le­mi ha­ki­ka­ten dö­nüş­me ame­li­ye­si mi­dir; yok­sa bir öz­gür­lük ta­le­bi­nin böy­le gö­rül­me­si mi­dir? Bu nok­ta­da doğ­ru­su, bi­raz kay­gı­lı­yım; çün­kü bu sü­reç­te ba­zen de, eli­niz­de ol­ma­dan si­zin dö­nüş­me sü­re­ci­niz et­ki­le­ni­yor. Bir bü­yük va­kum içe­ri­si­ne gi­ri­yor­su­nuz ve ken­di dur­du­ğu­nuz nok­ta­yı kay­be­de­bi­li­yor­su­nuz. Ben şu an­da­ki si­ya­sî kad­ro­nun böy­le bir va­kum içi­ne gir­me­sin­den de doğ­ru­su en­di­şe edi­yo­rum. Onun için AB ile iliş­ki­ler­de, ol­maz­sa ol­maz­la­rı­mız ol­ma­lı bi­zim ve ora­lar­da dur­ma­yı bil­me­li­yiz. Ge­nel­de şu söy­le­ni­yor: “Sü­reç so­nuç­tan önem­li­dir. So­nuç­ta hiç AB’ye gir­me­ye­bi­li­riz. Biz de is­te­me­ye­bi­li­riz bu­nu, Av­ru­pa da is­te­me­ye­bi­lir. Ama bu sü­reç­te, Tür­ki­ye için bir şey­ler yap­ma­lı.” Bu nor­mal­de iyi bir dü­şün­ce. Ya­ni Tür­ki­ye hem öz­gür­lük­ler, hem sis­te­min res­to­ras­yo­nu açı­sın­dan, hem de eko­no­mik açı­dan bir tır­man­ma şe­ri­di­ne gir­me­li­dir. Ama AB ile en­teg­ras­yon pro­je­si sırf bu­nun­la sı­nır­lı bir pro­je de­ğil. Bir­ta­kım ta­lep­ler var ki, bi­zi ge­ri dö­nü­le­mez nok­ta­la­ra sü­rük­le­ye­bi­lir. Me­se­la İs­la­mî alan­da­ki öz­gür­lük ta­lep­le­ri ko­nu­sun­da Av­ru­pa’dan ye­ter­li ve sağ­lık­lı bir ce­vap bu­la­maz­ken, AB, Tür­ki­ye’de azın­lık ta­nım­la­ma­la­rı yap­ma­ya yö­ne­li­yor. Ya­ni Tür­ki­ye’nin fay hat­la­rı­na, san­cı­lı alan­la­rı­na çok özel il­gi gös­te­ri­yor, ora­ya ay­rı bir bi­linç yük­le­me­ye ça­lı­şı­yor. Bu­gün me­se­la “Kürt azın­lı­ğı” ta­nı­mı Av­ru­pa Bir­li­ği bel­ge­le­ri­ne gir­di. Son­ra zor­la­na­rak çı­ka­rıl­dı; ama ha­len o man­ta­li­te du­ru­yor. “Ale­vî azın­lık” ifa­de­si AB bel­ge­le­ri­ne gir­di. İti­raz­lar üze­ri­ne çı­ka­rıl­dı; ama ge­ne o man­ta­li­te du­ru­yor ora­da. Gay­ri­müs­lim azın­lık ko­nu­sun­da özel bir du­yar­lı­lık var. Bu, İs­la­mî du­yar­lı­lı­ğı olan ke­sim­de ba­na gö­re bir kay­gı uyan­dı­rı­yor. Ya­ni AB, Tür­ki­ye ile bit­me­miş bir­ta­kım he­sap­la­rı gör­mek is­ti­yor ola­bi­lir. Şark So­ru­nu’nun he­sa­bı gi­bi...
 
Mü­za­ke­re sü­re­cin­de, si­zin ifa­de­niz­le top­lu­mun fay hat­la­rı­na AB’nin ya­pa­ca­ğı mü­da­ha­le­ler ve Tür­ki­ye’nin bu­na kar­şı ge­liş­ti­re­ce­ği her tür­lü ham­le top­lum­da na­sıl bir et­ki­ye yol açar?
Me­se­la şu an­da Kürt­ler­le il­gi­li olay bi­raz da­ha sı­cak. Si­ya­sî Kürt­çü di­ye­bi­le­ce­ği­miz bir ke­sim, Av­ru­pa ile iliş­ki­le­ri, Tür­ki­ye’nin bu ko­nu­da bir­ta­kım iş­le­re zor­lan­ma­sı için bir ve­si­le ola­rak kul­lan­ma­yı he­sap­lı­yor ve kul­la­nı­yor. Şu ko­nuş­ma­yı yap­tı­ğı­mız sı­ra­lar­da Av­ru­pa Par­la­men­to­su’nda bir Kürt sem­poz­yu­mu ya­pı­lı­yor. Ko­nu doğ­ru­dan Av­ru­pa Bir­li­ği gün­de­min­de ve çok sı­cak bi­çim­de il­gi gö­rü­yor. Azın­lık ta­nım­la­ma­sı bo­şu­na gir­miş de­ğil AB mük­te­se­ba­tı­na; çün­kü o za­man­ki Av­ru­pa ül­ke­le­ri, İti­laf dev­let­le­ri, Lo­zan’da da Türk­le­ri azın­lık ola­rak ta­nım­la­ma ıs­ra­rın­da bu­lun­du­lar. Tür­ki­ye bu­na kar­şı çık­tı ve Tür­ki­ye’de Müs­lü­man azın­lık bu­lun­ma­dı­ğı­nı ıs­rar­la id­di­a et­ti. So­nuç­ta da bu ka­bul edil­di; ama de­mek ki 80 yıl­dan be­ri, Av­ru­pa’nın bi­lin­çal­tın­da­ki azın­lık ta­nım­la­ma­sı or­ta­dan kalk­mış de­ğil. Şim­di bu na­sıl bir et­ki ya­par? AB, sü­rek­li Kürt hak­la­rı du­yar­lı­lı­ğı­nı ser­gi­le­di­ğin­de, fark­lı top­lum ke­sim­le­rin­den bu­na yö­ne­lik tep­ki­ler olu­şur. Me­se­la bir ara Baş­ba­kan de­di ki, “Ni­ye her ge­len Di­yar­ba­kır’a gi­di­yor; ben de ce­za­evin­de yat­tım, ni­ye bir ta­ne­si be­ni zi­ya­re­te gel­me­di?” Şim­di bu as­lın­da spon­ta­ne bir tep­ki­dir ve hal­kın da bu­na ben­zer tep­ki­le­ri var­dır. Ve bir top­lum ke­si­mi­nin Av­ru­pa ta­ra­fın­dan özel ola­rak ko­ru­nu­yor gö­zük­me­si, en azın­dan fay hat­la­rı­nı de­rin­leş­ti­ri­ci so­nuç­lar or­ta­ya çı­ka­rır. Ale­vi­li­ğin bu an­lam­da dev­re­ye so­kul­ma­sı da, ben­ze­rî san­cı­la­rı or­ta­ya çı­ka­ra­cak­tır. O za­man, “Biz et­le tır­nak gi­bi bir­bi­ri­ne bi­tiş­miş top­lum­la­rız” söy­le­mi de, ze­mi­ni kal­ma­mış bir dü­şün­ce gi­bi al­gı­lan­ma­ya baş­la­na­cak; or­tak ze­min­le­rin kay­bol­du­ğu bir ya­pı or­ta­ya çı­ka­cak.
 
Yö­ne­ti­ci elit açı­sın­dan dü­şü­nül­dü­ğün­de AB’ye gi­riş, ay­rı bir pa­ra­doks do­ğu­ru­yor san­ki. Cum­hu­ri­yet’in iki önem­li il­ke­si olan “mua­sır me­de­ni­yet se­vi­ye­si­ne ulaş­mak” ile “mil­lî ha­ki­mi­yet” ara­sın­da bir ter­cih yap­mak ge­re­kir­se, Tür­ki­ye’de­ki mer­ke­zî yö­ne­tim bu­ sorunu na­sıl çö­ze­bi­lir?
Mua­sır me­de­ni­yet se­vi­ye­si­ne çık­mak, as­lın­da Tan­zi­mat dö­ne­min­de de ses­len­di­ri­len bir şey. Eğer çağ­daş uy­gar­lık, mua­sır me­de­ni­yet se­vi­ye­si­ne ulaş­mak, AB ile bü­tün­leş­mek ola­rak al­gı­la­nı­yor­sa -ki son ge­li­nen nok­ta odur- o ter­cih edi­le­cek­tir. Onun fik­rî ze­mi­ni za­ten ha­zır­la­nı­yor. Ar­tık kü­re­sel bir dün­ya söz ko­nu­su. Sı­nır­la­rın iza­fî ha­le gel­di­ği bir dün­ya söz ko­nu­su. Ül­ke­le­rin eko­no­mik açı­dan bir­bi­ri­ne bağ­lan­dı­ğı, ulus­la­ra­ra­sı şir­ket­le­rin ulus ya­pı­sı­nı aş­tı­ğı, çok da­ha ege­men ha­le gel­di­ği bir ya­pı… Do­la­yı­sıy­la ulu­sal ege­men­li­ğin bü­yük bir nis­pet­te aşıl­dı­ğı gi­bi bir fik­rî ze­min olu­şu­yor za­ten. Şu da söy­le­ni­yor: AB’ye gir­miş olan ül­ke­ler de ken­di ege­men­lik­le­ri­nin bel­li öl­çü­ler­de sı­nır­lan­ma­sı­nı ka­bul et­miş­ler­dir. Ben ora­da bir so­run çı­ka­ca­ğı­nı san­mı­yo­rum. Şu an­da bel­li ke­sim­ler­de bir di­renç var; ama onun uzun va­de­de so­run çı­ka­ra­ca­ğı­nı san­mı­yo­rum. Sa­de­ce şu önem­li: AB’de eşit bir tem­sil im­ka­nı­na ka­vu­şa­bil­mek. Bu­nun için de Tür­ki­ye’nin di­ri dur­ma­sı, ken­di­ne gü­ven­me­si ge­re­ki­yor. “Lüt­fen be­ni alın” psi­ko­lo­ji­sin­den çı­kıp, “ben de bü­yük bir dün­ya­nın üye­si­yim; sır­tı­mı ona da­ya­mı­şım” di­ye­bil­me­li. Bu­nun için de “stra­te­jik de­rin­lik” çer­çe­ve­sin­de ken­di­mi­zi bir bü­yük dün­ya­nın, fark­lı bir me­de­ni­ye­tin tem­sil­ci­si ola­rak gör­mek ge­re­ki­yor. “Bi­zi lüt­fen alın; al­maz­sa­nız pe­ri­şan olu­ruz, biz Or­ta Do­ğu’da ne ola­ca­ğız?” gi­bi bir te­laş­la gi­rer­se­niz, ay­rı bir mu­ame­le gö­rür­sü­nüz.
 
Özellikle AB konusunda hal­kın dış po­li­ti­kayla ilişkisini na­sıl de­ğer­len­di­ri­yor­su­nuz? Ör­ne­ğin, An­ka­ra’nın eli­ni güç­len­di­ri­ci bir et­ki ya­pa­bi­lir mi halk?
As­lın­da ya­pı­yor da. Me­se­la Kıb­rıs ko­nu­sun­da hal­kın du­yar­lı­lı­ğı ben­ce hü­kü­me­tin pa­zar­lık gü­cü­nü art­tı­ran bir şey ol­du. Bun­lar­dan ya­rar­lan­mak la­zım. Çün­kü ba­zen de bu tür du­yar­lı­lık­lar, mu­ha­le­fet­ler za­rar­lı ge­liş­me­ler ola­rak yo­rum­la­nı­yor. Me­se­la yaz­dı­ğım ba­zı ya­zı­lar mu­ha­le­fet gi­bi al­gı­la­nı­yor. Hâl­bu­ki bi­ri­le­ri­nin mu­ha­le­fet de et­me­si la­zım. Böy­le­ce An­ka­ra, “ba­kın, bi­zim top­lu­mu­muz­da şöy­le bir ta­viz as­la ka­bul edi­le­mez” di­ye­bil­me gü­cü ka­za­nır. Sa­de­ce ik­ti­da­rın de­ğil, top­lu­mun kır­mı­zı çiz­gi­le­ri de önem arz edi­yor. “Ben bu­nu hal­kı­ma izah ede­mem” di­ye­cek­si­niz. Hat­ta ba­zen mu­ha­le­fe­ti siz üre­te­cek­si­niz. Böy­le­ce ma­nev­ra ala­nı ge­niş­le­miş olur.

Paylaş Tavsiye Et