Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Siyaset
Hükümet yeşil sahada mağlup
Yücel Bulut
“SANDIKTA görüşürüz Mesut Bey!” İlk elde bir siyasal mitingde atılmış izlenimi veren bu slogan, Şükrü Saracoğlu stadında oynanan bir lig maçında Fenerbahçe taraftarlarınca açılmış bir pankartta yazılıydı ve futbola siyasetin karıştı(rıldı)ğına inanan Fenerbahçe taraftarının Haluk Ulusoy’un keyfî, tarafgir ve adaletsiz icraatları ile ilişkilendirdiği Mesut Yılmaz’a dair tespitlerini ve tepkilerini yansıtmaktaydı. Gerek federasyon başkanlığına ilk seçilişi esnasında, gerekse Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Başkanı olarak görev yaptığı 7,5 yıl boyunca, “özerk” federasyonun başkanı Ulusoy ile ilgili siyaset, iktidar ve mafya bağlantısı iddiaları sıkça dile getirildi. Ancak bu süre içerisinde medyada “siyaset-mafya-futbol” ilişkisini sorgulayan yoğun bir kampanya ile karşılaşmadık.
Seçim öncesinde Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in Ulusoy hakkındaki açıklamaları dolayısıyla, “federasyonun özerkliği” ve “siyasetin müdahalesi” bağlamında tüm kamuoyunun gündemi meşgul edildi. Bakan, özetle, Ulusoy hakkında Başbakanlık Teftiş Kurulu müfettişlerince hazırlanmış dosyalar olduğunu, icra makamında olmadığı için bu dosyaların gereğinin yapılamadığını, fakat aday olur ve seçilirse, müfettişlerden –Ulusoy’un icra başında olmaması nedeniyle yazmadıkları- “mütealalarını” isteyeceğini ve o değerlendirmeler ışığında, “genel kurulu olağanüstü kongreye davet etme hakkını” kullanmaktan kaçınmayacağını, dolayısıyla Ulusoy’un, hakkındaki davalar neticeleninceye kadar aday olmaması gerektiğini belirtmişti. İşte kızılca kıyamet bundan sonra koptu. Medyadaki “1992’de çıkarılan kanunla özerk bir yapıya kavuş(turul)an futbola siyasetin karıştığı” iddialarının dozu her geçen gün arttı. Bu söylem, belki de, Ulusoy’un seçilmesini sağlayan en önemli etken oldu. Sonuç ise, Ulusoy’un bu durumu kendi lehine sonuçlanacak şekilde başarıyla yönettiğini gösteriyor.
20 Ocak 2006’da seçim gündemiyle toplanan Futbol Federasyonu Genel Kurulu, TFF’nin yeni başkanı olarak 102’ye karşı 109 oyla Haluk Ulusoy’u seçti. Ulusoy da, kar bahanesiyle lig maçlarının tümünün ertelenmesi, transfer sezonunun 10 gün uzatılması gibi seçilir seçilmez verdiği kararlarıyla keyfî uygulamalarına kaldığı yerden devam edeceğinin sinyalini vermiş oldu.
Elbette meselenin değerlendirilmesi gereken pek çok yönü var. Bakan’ın konuşmasını yaptığı günün akşamından başlayarak çeşitli iddialar ortaya atıldı ve bunlar medyada hâlâ gündemde. Seçimle alakalı olarak AKP içerisinde bir iktidar mücadelesinin yaşandığı yazılıp çizildi. Konuyla ilgili, Hasan Doğan’ı ve dolayısıyla da Ayhan Bermek’i destekleyen Başbakan’a karşı, Melih Gökçek’in adı geçti. TS Başkanı Nuri Albayrak belki hemşerilik, belki de başka ilişkiler bağlamında bu siyasete destek verirken; bazı AKP milletvekilleri de Ulusoy’un yanında yer aldı. Bütün bu yaşananlarla seçim sonucunu, başka aidiyetler ya da hesaplar karşısında parti aidiyetinin kaybedilmesi şeklinde okumak mümkün.
Futbolun özerkliğine siyasetin müdahalesinden söz edenler, Haluk Ulusoy’un bu seçime girmesini sağlayacak kararın Anayasa Mahkemesi’nden çıkması süreci üzerinde durmamaya özen gösterdiler. Kamuoyunda Ulusoy’un 3. kez başkan olmasını engellemek amacıyla çıkarıldığına inanılan, federasyon başkanlarının üniversite mezunu olma şartının iptali için CHP’lilerce Anayasa Mahkemesi’ne açılan dava, Levent Bıçakçı’nın genel kurulu olağanüstü toplantıya davet etmesi sonrasında çabucak görüldü ve bu şartın kaldırılması yönünde karara bağlandı. Bu sürece ilişkin, başlangıçta Ulusoy’u desteklediklerini açıklayan GS ve Kulüpler Birliği Başkanı Özhan Canaydın’ın Erman Toroğlu’na yaptığı açıklama hayli ilginç: “Bayramdan önce Kulüpler Birliği toplantısı yapacakken, ortada Haluk Ulusoy yoktu. Sonra telefonlar geldi, ‘Ulusoy için Anayasa Mahkemesi kararını 3–5 güne kadar açıklayacak, toplantı için biraz bekle’ dediler. Bunun üzerine Anayasa Mahkemesi’nden bir dostuma telefon açıp, Ulusoy için karar verme tarihini sordum. Bana, ‘Mayıs ayından önce karara bağlanmaz’ dediler. Sonra bir telefon geldi, ‘Birileri dosyayı alttan alıp, en üste koyacak, biraz bekle’ dedi. Ve onların dediği çıktı. Hem dosya en üste çıktı, hem de karar.” İşte bunlar, medyanın özellikle ihmal ettiği çok önemli açıklamalar. Peki, bu süreci hızlandıranlar kimler? Rivayetler, bu işte de Melih Gökçek’in parmağının bulunduğu yönünde. Peki bu, “özerk” olan futbola futbol dışı güçlerin müdahalesi olmuyor mu?
Hiç konuşulmayan diğer bir konu da, bu süreçte CHP’nin ne yaptığıdır. Oysa söz konusu davayı açarak Ulusoy’un yeniden başkan olmasını sağlayan süreci başlatan CHP’lilerdi. Bakan’ın konuşmasına en fazla tepkiyi gösterenlerden birisi CHP’li Berhan Şimşek’ti. Bu süreçte CHP’den hiç bahsedilmemesi garip değil mi? Benzer gariplikler geçmişte de yapıldı. Mesela, belediye başkanlıkları esnasında Sefa Sirmen’in Kocaelispor, Celal Doğan’ın Gaziantepspor başkanlığı yapmasıyla ilgili olarak, belediye-siyaset-futbol ilişkisinin sakıncalarından söz edildiğini hiç duydunuz mu? Ancak bugün, BB Ankaraspor, Kayserispor ve K. Erciyesspor özelinde bu tür söylemler her fırsatta dile getiriliyor. O nedenle, Hasan Doğan’ın Ulusoy’un başkan seçilmesinde dahli olduğunu ifade ettiği Melih Gökçek hakkındaki, “Sayın Gökçek CHP’ye geçti de bizim mi haberimiz yok!” şeklindeki ironi dolu sözleri üzerinde düşünmekte fayda var.
Peki, şimdi ne olacak? Karşımızda iki yol var: Ya şimdiki başkan, varlığını kabul ettirip kanunî süresinin sonuna kadar görevine devam edecek ya da bakan, seçim öncesi ve sonrasındaki konuşmalarıyla yapmak zorunda bulunduğu prosedürü uygulayacak ve -eğer her şey bakanın düşündüğü şekilde gelişirse- TFF yeni bir başkana kavuşacak. İlki gerçekleşirse, futbolda başarılı olur muyuz bilinmez; ama keyfî, tarafgir ve adaletsiz bir futbol yönetimi bizi bekliyor. Eğer ikinci yol gerçekleşirse, Ulusoy 3. kez başkanlık yapmış olduğu için seçimlere katılamayacak ve muhtemelen TFF Başkanı, -ancak tek aday olarak seçime girmesi konusunda ittifak olursa aday olabileceğini ifade eden- UEFA Asbaşkanı Şenes Erzik olacak. Bu, aynı zamanda hükümetin de asıl istediği ve hiç kimsenin de itiraz etmediği bir isim.
Fakat bu ikinci yolu uygulamak hiç de kolay gözükmüyor. Çünkü bakanın doğrudan Ulusoy’u görevden alma yetkisi bulunmuyor. Müfettişlerden gelecek görüşler olumsuz olursa, bakan genel kurulu toplayacak; genel kurul müfettişlerin raporlarını ve taleplerini oylayacak ve ancak onay verirse, yeni başkanlık seçimi için genel kurul olağanüstü toplanacak. Öyle görünüyor ki, top şimdilik Başbakanlık Teftiş Kurulu müfettişlerinde. Ayrıca seçim sonrasındaki gelişen tablo, hükümet tarafının bu süreçte ne kadar kararlı davranacağı konusunda şüphe yaratıyor.

Paylaş Tavsiye Et