Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
Türkiye’nin ince gücü
İbrahim Kalın
ÜN­LÜ Aze­ri şa­i­ri Bah­ti­yar Va­hap­za­de, 12 Ocak 2006 ta­rih­li Za­man’a ver­di­ği mü­la­kat­ta felç ol­du­ğun­da te­da­vi­si için İran’ın özel uçak gön­der­di­ği­ni, Tür­ki­ye’nin ise geç­miş ol­sun di­le­ğin­de bi­le bu­lun­ma­dı­ğı­nı söy­lü­yor ve ek­li­yor: “80 yıl­lık ya­şa­mım bo­yun­ca Fars­la­rı hiç sev­me­dim. Eser­le­rim­de de bu­nu gös­ter­di­ğim hal­de ba­na sa­hip çık­tı­lar”. Bu söz­ler, İran’ın böl­ge­de sa­hip ol­du­ğu je­o-kül­tü­rel de­rin­lik ko­nu­sun­da gös­ter­di­ği has­sa­si­ye­ti te­yit edi­yor. Tür­ki­ye ise ken­di iç so­run­la­rı yü­zün­den dış po­li­ti­ka açı­lım­la­rın­da sı­nır­lı bir ha­re­ket ala­nı­na sa­hip. Ame­ri­ka’nın kıs­ka­ca al­dı­ğı İran, ‘ra­di­kal’ ve ‘dev­rim­ci’ ni­te­li­ği­ne ve Şii kim­li­ği­ne rağ­men, Sün­ni ço­ğun­luk­lu böl­ge­de azım­san­ma­ya­cak bir et­ki ala­nı­na sa­hip.
Tür­ki­ye ise önün­de­ki ye­ni açı­lım alan­la­rı­na hâ­lâ ih­ti­yat­la yak­la­şı­yor. Kürt­le­rin fii­lî ida­re­si al­tın­da­ki Ku­zey Irak da da­hil ol­mak üze­re, Tür­ki­ye’nin ye­ni Irak’la ne tür bir iliş­ki ge­liş­ti­re­ce­ği­nin hâ­lâ be­lir­siz­lik­ler­le do­lu ol­ma­sı bu ‘ka­rar­sız tem­kin­li­lik’ ha­li­nin gös­ter­ge­le­rin­den sa­de­ce bi­ri. Fa­kat so­run Tür­ki­ye-İran re­ka­be­ti ya­hut ça­tış­ma­sı­nın öte­sin­de bir “in­ce güç” (soft po­wer) si­ya­se­ti­ni kul­la­na­bil­me ye­te­ne­ği­ne da­ya­nı­yor.
 
Ka­ba Gü­ce Kar­şı İn­ce Güç
“İn­ce güç” kav­ra­mı­nı ilk ola­rak 1980’li yıl­lar­da kul­la­nan Har­vard’ın Ken­nedy Hü­kü­met Fa­kül­te­si De­ka­nı Jo­seph Nye, ulus­la­ra­ra­sı iliş­ki­ler­de eko­no­mik ve as­ke­rî yı­ğı­nak yap­ma­nın öte­sin­de fark­lı güç bi­çim­le­ri bu­lun­du­ğu dü­şün­ce­sin­den ha­re­ket edi­yor. İs­te­di­ği­niz bir şe­yi el­de et­me­nin üç te­mel yo­lu var: Kar­şı­nız­da­ki­ni ka­ba kuv­ve­ti­niz­le teh­dit et­mek ve ge­re­kir­se sa­vaş­mak; kar­şı­nız­da­ki­ni çe­şit­li bi­çim­ler­de sa­tın al­mak; ve “in­ce güç” kul­la­na­rak ik­na et­mek. Nye’a gö­re in­ce güç, “is­te­di­ği­niz bir şe­yi, ka­ba güç kul­la­na­rak de­ğil, baş­ka­la­rı­nın si­zin he­def­le­ri­ni­zi ka­bul et­me­si­ni sağ­la­ya­rak el­de et­me­niz”dir. Bu, kar­şı ta­ra­fı inan­dı­rı­cı ar­gü­man­lar ve ras­yo­nel po­li­ti­ka­lar­la ik­na ede­rek müm­kün­dür. Bu­ra­da inan­dı­rı­cı­lık ve ik­na ka­bi­li­ye­ti te­mel güç un­sur­la­rı­dır.
“İn­ce güç” ta­bi­ri­ni, Ame­ri­ka­nın dış po­li­ti­ka al­ter­na­tif­le­ri­ni an­la­mak ve an­lat­mak için kul­la­nan Nye, Ame­ri­ka’nın inan­dı­rı­cı­lık, ik­na ka­bi­li­ye­ti ve ca­zi­be­si­ni kay­bet­ti­ği­ni, bu­nun ma­li­ye­ti­nin ise hiç­bir eko­no­mik gös­ter­gey­le öl­çü­le­me­ye­ce­ği­ni dü­şü­nü­yor. Ona gö­re Ame­ri­ka’nın So­ğuk Sa­vaş dö­ne­min­de­ki ba­şa­rı­sı­nı de­vam et­ti­re­bil­me­si, Af­ga­nis­tan ve Irak gi­bi ye­ni ül­ke­ler iş­gal et­me­si­ne de­ğil, kay­bet­ti­ği in­ce gü­cü­nü ye­ni­den ka­zan­ma­sı­na bağ­lı. Ame­ri­kan kar­şıt­lı­ğı­nın kü­re­sel bir ol­gu ha­li­ne gel­di­ği bir dün­ya­da Ame­ri­ka’nın ter­cih edi­len ve gü­ve­ni­len bir si­ya­sî güç ol­ma­sı ar­tık müm­kün de­ğil. Ame­ri­ka­nın in­ce gü­cü, öne­mi­ni her gün yi­ti­ri­yor.
“Ka­ba güç”ün (hard po­wer) ter­si­ne in­ce güç, as­ke­rî ve eko­no­mik güç gös­ter­ge­le­ri­nin öte­sin­de fark­lı nü­fuz ve çe­kim alan­la­rı­nı ifa­de edi­yor. İn­ce gü­cü pek çok un­sur bes­ler: Eği­tim, üni­ver­si­te­ler, sa­nat, ya­zı­lı ve gör­sel med­ya, ül­ke­ler ara­sı fo­rum­lar, si­vil top­lum ku­ru­luş­la­rı, eko­no­mik iş­bir­li­ği plat­form­la­rı, film, şi­ir, ede­bi­yat, ter­cü­me eser­ler ve bir top­lu­mun re­el ya­şa­mı­na iliş­kin di­ğer bü­tün et­ki alan­la­rı.
İn­ce güç, bu or­ga­nik üre­tim araç­la­rı­na doğ­ru­dan bağ­lı­dır ve bu yüz­den si­vil bir ni­te­li­ğe sa­hip­tir. Bu­ra­da STK’la­rın ro­lü, dev­let­ten da­ha önem­li ve ka­lı­cı­dır. Dev­let bu gü­cü tek ba­şı­na üre­te­mez ama onu yön­len­di­rir, müs­pet bir de­ğer ola­rak kul­la­nır ve ona ye­ni ge­li­şim alan­la­rı açar. As­ke­rî ve eko­no­mik gü­cü ifa­de eden ka­ba güç, in­ce gü­cün tek ba­şı­na ga­ran­ti­si de­ğil­dir. Öy­le ol­say­dı, ki­şi ba­şı­na dü­şen ge­lir sı­ra­la­ma­sın­da dün­ya­da ilk on ara­sın­da bu­lu­nan Suu­di Ara­bis­tan, Ka­tar ve Ku­veyt gi­bi Kör­fez ül­ke­le­ri, bü­yük bir in­ce güç te­mer­küz ede­bi­lir ve bu, ör­ne­ğin Suu­di dip­lo­ma­si­si, Ka­tar mi­ma­ri­si ya­hut Ku­veyt ede­bi­ya­tı ola­rak or­ta­ya çı­ka­bi­lir­di. Ter­sin­den bak­tı­ğı­mız­da as­ke­rî ve eko­no­mik im­kan­lar in­ce gü­cün ye­ter şar­tı ol­say­dı, İran si­ne­ma­sı bu­gün­kü ba­şa­rı­sı­na hiç­bir za­man ula­şa­maz­dı. Her iki ör­nek­te de inan­dı­rı­cı­lık ve ik­na ka­bi­li­ye­ti, as­ke­rî ve eko­no­mik gü­cün öte­sin­de de­ğer­le­rin ha­re­ke­te ge­çi­ril­me­si­ni ge­rek­ti­ri­yor.
Kı­sa­ca­sı in­ce güç, bir ül­ke­nin as­ke­rî ve eko­no­mik kuv­ve­ti­nin dı­şın­da üret­ti­ği bü­tün de­ğer un­sur­la­rı­nı içe­rir. Ka­ba güç­le in­ce güç ara­sın­da zo­run­lu bir oran iliş­ki­si yok­tur. Ka­ba gü­cün var­lı­ğı, in­ce gü­cün ga­ran­ti­si de­ğil­dir. Nye, sı­nır­lı eko­no­mik ve as­ke­rî gü­cü­ne kar­şın et­kin in­ce gü­cü olan ül­ke­le­re ör­nek ola­rak Ka­na­da, Hol­lan­da ve İs­kan­di­nav­ya ül­ke­le­ri­ni gös­te­ri­yor. Bu ül­ke­ler, üret­tik­le­ri de­ğer­ler, top­lum­sal or­ga­ni­zas­yon, eği­tim ve ulus­la­ra­ra­sı plat­form­lar­da­ki iş tut­ma bi­çim­le­ri sa­ye­sin­de ka­ba güç­le­riy­le oran­tı­lı ol­ma­yan bir et­ki ala­nı­na sa­hip­ler. Ör­ne­ğin Nor­veç, 4,5 mil­yon nü­fu­suy­la kü­çük bir ül­ke; AB üye­si de­ğil. Nor­veç­çe gi­bi hiç de yay­gın ve po­pü­ler ol­ma­yan bir dil ko­nu­şu­yor. Ki­şi ba­şı­na dü­şen mil­lî ge­lir açı­sın­dan dün­ya­nın ilk 5’i ara­sın­da ama Nor­veç’i in­ce gü­ce sa­hip bir ül­ke ha­li­ne ge­ti­ren baş­ka un­sur­lar var: Ulus­la­ra­ra­sı yar­dım ku­ru­luş­la­rın­da oy­na­dı­ğı ak­tif rol, Fi­lis­tin so­ru­nu ko­nu­sun­da­ki gi­ri­şim­le­ri, ba­sın öz­gür­lü­ğü, yol­suz­luk­la mü­ca­de­le, ço­cuk ve in­san hak­la­rı. Ser­ma­ye bi­ri­ki­mi bu alan­lar­da ba­şa­rı­lı ol­ma­nın bel­ki ge­rek şar­tı; ama ye­ter şar­tı de­ğil.
 
Bağ­lam­sal Bir Un­sur Ola­rak Güç
Ma­hi­yet ve bi­çi­mi ne olur­sa ol­sun güç, bağ­lam­sal bir şey­dir. Gü­cün ta­nı­mı, için­de bu­lu­nu­lan şart­la­ra gö­re şe­kil alır. Bu ma­na­da ‘mut­lak güç’ di­ye bir şey­den bah­set­mek müm­kün de­ğil­dir. Çün­kü her güç id­dia­sı, bir za­af un­su­ru ol­ma­nın to­hum­la­rı­nı da için­de ba­rın­dı­rır. Be­lir­li bir ta­ri­hî ya­hut coğ­ra­fî bağ­lam­da güç gö­rü­nen bir ni­te­lik, bir baş­ka bağ­lam­da kar­şı­mı­za za­fi­yet ola­rak çı­ka­bi­lir. Ame­ri­ka’nın ra­kip­siz as­ke­rî gü­cü ka­ba kuv­vet açı­sın­dan bir avan­taj­dır; ama in­ce güç açı­sın­dan bü­yük bir za­af­tır.
Her yıl on­lar­ca ül­ke­nin büt­çe­sin­den da­ha faz­la pa­ra­yı si­la­ha ya­tı­ran bir ül­ke­ye dün­ya­nın baş­ka yer­le­rin­de­ki sı­ra­dan in­san­la­rın sem­pa­tiy­le bak­ma­sı müm­kün de­ğil. 11 Ey­lül son­ra­sın­da yük­se­li­şe ge­çen Ame­ri­kan kar­şıt­lı­ğın­da Bush yö­ne­ti­mi­nin yan­lış po­li­ti­ka­la­rı­nın ya­nı sı­ra, aşı­rı te­mer­küz et­miş as­ke­rî gü­cün de önem­li bir et­ken ol­du­ğu­nu göz ar­dı ede­me­yiz. Ame­ri­ka’nın Af­ga­nis­tan ve Irak’ı iş­gal et­me­si­ne im­kan ta­nı­yan as­ke­rî gü­cü, dün­ya­nın baş­ka yer­le­rin­de eko­no­mik ve si­ya­sî ham­le­ler yap­ma­sı­na en­gel olu­yor. Kı­sa­ca­sı ‘mut­lak güç’ di­ye bir şey var­sa, bu­nun ne tür be­del­le­ri­nin ol­du­ğu­nu da iyi he­sap et­mek ge­re­ki­yor.
Her ha­lü­kar­da in­ce güç ile des­tek­le­nip de­rin­lik ka­zan­ma­mış hiç­bir ka­ba güç, ka­lı­cı bir et­ki­ye sa­hip ola­maz. 13. yüz­yıl­da Sel­çuk­lu ve Mo­ğol as­ke­rî güç­le­ri ara­sın­da kı­yas ka­bul et­mez bir fark var­dı. O gün­le­ri ya­şa­mış ki­şi­ler her­hal­de in­san­lık ta­ri­hi­nin bun­dan son­ra Mo­ğol ek­sen­li ola­ca­ğı­na ina­nır­dı. Fa­kat da­ha bir asır geç­me­den Mo­ğol as­ke­rî gü­cü ta­ri­he ka­rış­tı. Sel­çuk­lu, Os­man­lı ya­hut Sa­fe­vi­le­rin ter­si­ne in­ce güç­ten yok­sun olan Mo­ğol­lar, ge­ri­ye bir is­ti­la ve ta­lan ta­ri­hi bı­rak­tı­lar. Geç­ti­ği­miz yüz­yıl­da ben­zer bir ka­de­ri pay­la­şan Hit­ler ve Sta­lin, ay­nı ha­ta­la­rı iş­le­di. Bu­gün dün­ya­nın tek as­ke­rî sü­per gü­cü olan ABD ben­zer bir yol­da iler­li­yor ve ken­di­si­ni var eden bü­tün olum­lu de­ğer­le­rini ka­ba gü­cü­nü ko­ru­mak adı­na çar-çur edi­yor.
 
Or­ta Do­ğu’nun Yu­mu­şak Güç Mer­kez­le­ri: Tür­ki­ye, İran, Mı­sır
Tür­ki­ye ve İran, zen­gin si­ya­set ve kül­tür tec­rü­be­le­ri sa­ye­sin­de Bal­kan­lar­dan Or­ta As­ya’ya uza­nan coğ­raf­ya­da in­ce gü­ce sa­hip en önem­li iki ül­ke. Arap dün­ya­sın­da in­ce gü­cü en yet­kin olan ül­ke, Mı­sır. İran bu gü­cü­nü, İran için­de­ki Fa­ri­si ol­ma­yan ve bü­yük ço­ğun­lu­ğu­nu Aze­ri­le­rin oluş­tur­du­ğu nü­fus ile İran dı­şın­da Azer­bay­can, Ta­ci­kis­tan, Af­ga­nis­tan ve Pa­kis­tan’da et­kin bir şe­kil­de kul­la­nı­yor. Fars di­li ve şi­i­ri, Şii ma­ne­vi­ya­tı, ehl-i beyt sev­gi­si, İran sa­na­tı, min­ya­tür­le­ri, si­ya­set ge­le­ne­ği hep­si bir ara­ya kon­du­ğun­da de­rin bir et­ki ala­nı ya­ra­tı­yor. İran’ın nü­fuz ala­nı sı­nır kom­şu­la­rı de­ğil, bu et­ki­nin ula­şa­bil­di­ği her yer.
Irak’ta­ki ye­ni ge­liş­me­ler bu et­ki ala­nı­nı artı­ra­cak ve de­rin­leş­ti­re­cek­tir. Or­ta Do­ğu’nun ve kla­sik Me­zo­po­tam­ya’nın mer­ke­zin­de ilk de­fa Fa­ri­si ol­ma­yan, meş­ru ve muk­te­dir bir Şii Arap gü­cü­nün yük­se­li­şi, böl­ge­de­ki Şii un­sur­la­rın öne­mi­ni art­tır­ma­nın ya­nı sı­ra, İran’ın in­ce gü­cü­ne de ye­ni açı­lım alan­la­rı sağ­la­ya­cak­tır. Bu­gün bir Aze­ri’nin, Af­gan­lı­nın ya­hut Ta­cik’in ken­di­ni mez­he­bî ya da kül­tü­rel ma­na­da ‘bü­yük Fars coğ­raf­ya­sı­na’ ait his­set­me­si, bu in­ce gü­cün et­ki­si­ni gös­te­ri­yor. İran’da­ki Aze­ri mil­li­yet­çi­li­ği­nin ay­rı­lık­çı bir ha­re­ket ha­li­ne dö­nüş­me­me­si­nin ana se­bep­le­ri ara­sın­da İran’ın in­ce gü­cü­nü say­ma­mız ge­re­ki­yor. İran’ın Va­hap­za­de’ye sa­hip çık­ma­sı da bu stra­te­ji­nin bir uzan­tı­sı. Ay­nı şe­kil­de Tür­ki­ye’nin hâ­lâ bir “Şii stra­te­ji­si” ge­liş­ti­re­me­miş ol­ma­sı, bu alan­da kul­la­na­bi­le­ce­ği kök­lü bir in­ce gü­cü­nün ol­ma­ma­sın­dan kay­nak­la­nı­yor.
Or­ta Do­ğu coğ­raf­ya­sı­na bak­tı­ğı­mız­da Mı­sır, Arap dün­ya­sı­nın in­ce güç mer­ke­zi ol­ma­ya de­vam edi­yor. Fi­ra­vun­lar dö­ne­mi ka­dim Mı­sır’ın­dan Müs­lü­man Mı­sır’a uza­nan ta­ri­hî se­rü­ven­de Mı­sır hal­kı ve coğ­raf­ya­sı bü­yük bir de­rin­lik ka­zan­dı. Ede­bi­ya­tıy­la, eği­tim ku­rum­la­rıy­la, dev­let an­la­yı­şıy­la, ta­rı­mıy­la, mi­ma­ri­siy­le bu de­rin­lik Mı­sır’a Arap dün­ya­sın­da özel bir yer ka­zan­dı­rı­yor. Ne­cip Mah­fuz’un Ka­tar ya­hut Bah­reyn’den de­ğil de, Mı­sır’dan çık­mış ol­ma­sı bir te­sa­düf sa­yı­la­maz. Arap top­lu­mu­nun ken­di­ne öz­gü de­rin­li­ği­ni, in­ce­lik­le­ri­ni, kı­rıl­ma nok­ta­la­rı­nı, ih­ti­şam ve se­fa­le­ti­ni an­cak bir Mı­sır­lı bu ka­dar us­ta­lık­la tas­vir ede­bi­lir­di. Ne Ku­zey Af­ri­ka’da­ki, ne de Kör­fez­de­ki Arap ül­ke­le­ri­nin bu tip bir de­rin gü­ce sa­hip ol­ma po­tan­si­ye­li yok. Bu me­yan­da Mı­sır’la mu­ka­ye­se edi­le­bi­le­cek tek ül­ke Irak; fa­kat onun mo­dern ta­ri­hi ve için­de bu­lun­du­ğu ka­os hâ­li şu an­da böy­le bir et­ki­de bu­lun­ma­sı­na im­kan ta­nı­mı­yor.
 
Tür­ki­ye’nin İn­ce Güç Alan­la­rı
Tür­ki­ye ken­di­ne has in­ce gü­ce sa­hip bir ül­ke. Bal­kan­lar­da baş­la­yan bu güç ala­nı, Or­ta As­ya’nın iç­le­ri­ne ka­dar uza­nı­yor. Tür­ki­ye’nin bu böl­ge­de­ki in­ce gü­cü­nü as­ke­rî ya­hut eko­no­mik üs­tün­lü­ğü de­ğil, te­va­rüs et­ti­ği ta­rih ve kül­tür de­rin­li­ği sağ­lı­yor. Bal­kan­lar­da­ki beş yüz yıl­lık tek bir Müs­lü­man mil­let ol­ma tec­rü­be­si­nin her saf­ha­sın­da Os­man­lı Dev­le­ti var­dı. Onun bu coğ­raf­ya­da bı­rak­tı­ğı de­rin iz­ler, sa­hip ol­du­ğu in­ce gü­cün bir te­za­hü­rü. Bu­gün Sa­ray­bos­na Baş­çar­şı­ya’da­ki bir çay oca­ğın­da Türk­çe Tür­kü­ler söy­len­me­si­nin, Te­to­va’da­ki bir ca­mi­de Türk­çe ila­hi­ler te­ren­nüm edil­me­si­nin ana se­be­bi, Tür­ki­ye’nin te­va­rüs et­ti­ği in­ce gü­cün et­ki­si­nin hâ­lâ de­vam et­me­si.
Tür­ki­ye çar­pık mo­dern­leş­me sü­re­cin­de yö­nü­nü Ba­tı’ya dön­dü­ğün­de bu in­ce gü­cün ona sağ­la­dı­ğı im­kan­lar­dan da bü­yük öl­çü­de vaz­geç­ti. Os­man­lı ba­ki­ye­si coğ­raf­ya­nın Müs­lü­man ka­rak­te­ri, Cum­hu­ri­yet eli­ti­nin hep uzak dur­ma­ya ça­lış­tı­ğı ra­hat­sız edi­ci bir ger­çek­ti. Bu ref­leks­le­ri­ni bu­gün de mu­ha­fa­za et­mek­te di­re­nen ke­sim­ler, Tür­ki­ye’ye yö­ne­len ‘Arap ser­ma­ye­si’ ya­hut ‘Arap tu­rist­le­ri’ kar­şı­sın­da ben­zer tep­ki­ler ve­ri­yor. As­ke­rî ve eko­no­mik iliş­ki­le­rin ar­ka­sın­da da bir ‘in­san’ un­su­ru ol­du­ğu­nu gör­mez­lik­ten ge­li­yor ve in­ce gü­cün ser­ma­ye ha­re­ket­le­rin­de­ki ro­lü­nü tak­dir ede­mi­yor­lar.
Oy­sa Bal­kan­lar, Ku­zey Af­ri­ka, Or­ta Do­ğu ve Or­ta As­ya, sa­de­ce de­mog­ra­fik ya­pı­sıy­la de­ğil, şu­ur ve ta­sav­vur bo­yut­la­rıy­la da Müs­lü­man bir kim­lik arz edi­yor. Tür­ki­ye’nin in­ce gü­cü­nü kul­la­na­bil­me­si, bu coğ­raf­yay­la olan or­tak ta­rih ve kül­tür de­rin­li­ği­ni si­ya­sî bir prog­ram ha­li­ne ge­tir­me­si­ne bağ­lı. Tür­ki­ye bu coğ­raf­ya­da in­ce güç oluş­tur­mak için bir­ta­kım yap­ma­cık pro­je­le­re yö­nel­mek ve ki­mi­le­ri­nin yap­tı­ğı gi­bi, Türk­ler­le Kır­gız­la­rın ya­hut Ar­na­vut­la­rın ay­nı DNA ko­du­na sa­hip ol­du­ğu­nu is­pat et­mek zo­run­da de­ğil. Pay­la­şı­lan mi­ras, bu gü­cü ye­ni­den ha­re­ke­te ge­çir­mek için ye­ter­li im­kan­la­rı za­ten su­nu­yor.
 
İn­ce Güç, Ta­rih ve İnan­dı­rı­cı­lık Si­ya­se­ti
İn­ce güç açı­sın­dan bu or­tak ta­ri­hin öne­mi­ni ne ka­dar vur­gu­la­sak az­dır. Tür­ki­ye, Yu­na­nis­tan ve Bul­ga­ris­tan’la kom­şu ol­ma­sı­na ve uzun bir sı­nı­rı pay­laş­ma­sı­na rağ­men, da­ha uzak­ta bu­lu­nan Bos­na-Her­sek, Ma­ke­don­ya, Azer­bay­can, İran ve Irak ile da­ha kök­lü bir et­ki­le­şim ala­nı­na sa­hip. Bu­nun ba­sit ama te­mel bir se­be­bi var: Ta­sav­vur edi­len ve ina­nı­lan coğ­raf­ya­lar, ha­ri­ta üs­tün­de çi­zi­len sı­nır­lar­dan da­ha güç­lü­dür. Tür­ki­ye bu an­lam­da hem ulus-dev­let sı­nır­la­rı­nın için­de ya­şı­yor, hem de bu sı­nır­la­rın öte­sin­de.
Öte yan­dan Tür­ki­ye gi­bi bir ül­ke­nin, sa­hip ol­du­ğu in­ce gü­ce ve onun ya­rat­tı­ğı et­ki ala­nı­na bi­ga­ne kal­ma­sı fii­len müm­kün de­ğil. Bir za­man­lar Yu­nus Em­re ila­hi­le­ri­nin Bal­kan­lar­da gör­dü­ğü iş­le­vi fark­lı bir bağ­lam­da bu­gün İb­ra­him Tat­lı­ses Arap ül­ke­le­rin­de, İran’da ve İs­ra­il’de gö­rü­yor. Şüp­he­siz Yu­nus Em­re’nin ye­ri­ni Tat­lı­ses ya­hut Eb­ru Gün­deş’in, ahi teş­ki­la­tı­nın ye­ri­ni uy­du an­ten­le­riy­le ula­şı­lan Türk TV’le­ri­nin al­ma­sı, Tür­ki­ye’nin ya­şa­dı­ğı kül­tü­rel sığ­laş­ma­nın bir te­za­hü­rü. Fa­kat bu ay­nı za­man­da in­ce gü­cün et­ki­si­nin de­vam et­ti­ği­ni gös­te­ri­yor. So­kak­ta­ki va­tan­da­şı, öğ­ren­ci­si, öğ­ret­me­ni, es­na­fı, çift­çi­si, ay­dı­nı, ya­za­rı, aka­de­mis­ye­ni ve dip­lo­ma­tıy­la her­han­gi bir top­lu­mu Tür­ki­ye ko­nu­sun­da bil­gi­li ve bi­linç­li kıl­ma­nın en et­kin yo­lu, sa­hip ol­du­ğu­muz in­ce gü­cü ha­re­ke­te ge­çir­mek­ten ve bu­nu bü­tün ta­raf­la­rın çı­ka­rı­na uy­gun bir iliş­ki ha­li­ne ge­tir­mek­ten ge­çi­yor.
Ang­lo­sak­son ge­le­ne­ği­ni ta­kip eden Ame­ri­ka, in­ce gü­cü­nü dün­ya­da en et­ki­li şe­kil­de kul­la­nan ül­ke. 20. yüz­yı­lın ba­şın­da Tür­ki­ye, Mı­sır, Irak ve Lüb­nan’da açı­lan Ame­ri­kan üni­ver­si­te­le­ri, on­lar­ca okul ve kül­tür mer­ke­zi, et­ki­si­ni bir aşır­dan faz­la­dır de­rin­den de­ri­ne his­set­ti­ri­yor. Bu­nun son ör­ne­ği, Ku­zey Irak’ta Kürt­le­rin ida­re­sin­de­ki Sü­ley­ma­ni­ye ken­tin­de bir Ame­ri­kan üni­ver­si­te­si­nin açıl­ma­sı. Bu üni­ver­si­te, Lüb­nan ve Mı­sır’da­ki Ame­ri­kan üni­ver­si­te­le­riy­le ay­nı iş­le­vi gö­re­cek ve ge­le­ce­ğin mo­dern, iki-dil­li, fa­kat ay­nı za­man­da Ba­tı­lı, Ame­ri­kan yan­lı­sı ve ya­ban­cı­laş­mış li­der­le­ri­ni ye­tiş­ti­re­cek. Tür­ki­ye’nin ken­di Kürt me­se­le­sin­den do­la­yı bu böl­ge­ye yö­ne­lik so­mut po­li­ti­ka adım­la­rı at­mak­tan çe­kin­me­si, baş­ka in­ce güç­le­rin böl­ge­de et­kin ha­le gel­me­si­ne yol açı­yor.
Tür­ki­ye, böl­ge­sin­de ye­ni bir inan­dı­rı­cı­lık si­ya­se­ti baş­lat­mak zo­run­da. Bu­nun ol­maz­sa ol­maz şar­tı, Tür­ki­ye’nin ken­di için­de­ki öz­gür­lük­ler so­ru­nu­nu çöz­me­si ve böl­ge­ye bu me­sa­jı ve­re­bil­me­si­dir. Kü­re­sel­le­şe­rek kü­çü­len, kü­çül­dük­çe so­run­la­rı bü­yü­yen dün­ya­da bir hi­kâ­ye an­lat­mak yet­mi­yor. Çün­kü her­ke­sin bir hi­kâ­ye­si var. Baş­ka­la­rı­nı si­zin hi­kâ­ye­ni­zi din­le­me­ye ik­na et­me­niz, si­zin­ki­nin di­ğer­le­rin­den ne­den da­ha iyi, an­lam­lı ve önem­li ol­du­ğu­nu is­pat et­me­niz ge­re­ki­yor. Tür­ki­ye, Er­me­ni soy­kı­rım id­di­ala­rı ya­hut Kıb­rıs ko­nu­sun­da ken­di tez­le­ri­ni an­la­tı­yor; ama baş­ka­la­rı­nın bu an­la­tı­ma dik­kat ke­sil­me­si­ni sağ­la­ya­cak ça­lış­ma­la­rı yap­mı­yor ya da ya­pa­mı­yor. “Eko­no­mik ve as­ke­rî ola­rak güç­le­ne­lim; o za­man bu so­run­lar ken­di­li­ğin­den çö­zü­lür” de­mek, fan­te­zi ol­mak­tan öte­ye git­mi­yor.
Tür­ki­ye, sa­hip ol­du­ğu in­ce gü­cün ona sağ­la­dı­ğı im­kan­la­rı ye­ni­den keş­fet­mek zo­run­da. Bu Tür­ki­ye’ye, Av­ru­pa’nın or­ta­sın­dan As­ya’nın iç­le­ri­ne ve Af­ri­ka’ya ka­dar uza­nan coğ­raf­ya­da ye­ni açı­lım alan­la­rı sağ­la­ya­cak ve onun böl­ge­de bir is­tik­rar un­su­ru ol­ma­sı­nı sağ­la­ya­cak­tır. Bi­zim coğ­raf­ya­mız­da ya­şa­yan in­san­lar, özel­lik­le 11 Ey­lül ha­di­se­le­rin­den son­ra Ame­ri­ka ve Av­ru­pa’nın yoz­laş­tı­rı­cı, kö­le­leş­ti­ri­ci ve ya­ban­cı­laş­tı­rı­cı in­ce ve ka­ba gü­cün­den her gün bi­raz da­ha ra­hat­sız­lık du­yu­yor. Son tah­lil­de Tür­ki­ye, Mı­sır ve İran’ın in­ce güç alan­la­rı­nı bir­bir­le­ri­ne kar­şı de­ğil, böl­ge­ye yö­ne­lik teh­dit­le­re kar­şı kul­lan­ma­la­rı ge­re­ki­yor. Bu­nun na­sıl for­mü­le edi­le­ce­ği ve ha­ya­ta ge­çi­ri­le­ce­ği, önü­müz­de­ki dö­ne­min te­mel dış po­li­ti­ka so­ru­la­rın­dan bi­ri­dir. Fa­kat in­ce gü­cü oluş­tu­ran te­mel fak­tör­ler si­vil bir ni­te­lik arz et­ti­ğin­den, bu ko­nu üze­rin­de her­ke­sin ka­fa yor­ma­sı ge­re­ki­yor.
 

Paylaş Tavsiye Et