Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Eksik kalan medeniyet
Ahmet Sait Akçay
İS­LAM ve Ba­tı li­te­ra­tü­rün­de bi­re­yin ko­nu­mu­nu ana­liz eder­ken, bi­re­yin al­gı dün­ya­sı­nın bi­çim­le­ni­şi­ni bir­çok fark­lı düz­lem­de kar­şı­laş­tır­ma­lı oku­mak ge­rek­mek­te­dir. Ta­rih, me­de­ni­yet ve kül­tür kav­ram­la­rı­nın te­mel­de in­sa­nî olu­şu do­la­yı­sıy­la İs­lam coğ­raf­ya­sın­da bu pa­ra­met­re­le­rin rol­le­ri­ni or­ta­ya çı­kar­mak el­zem­dir. Hem İs­lam, hem de Ba­tı me­de­ni­ye­ti kut­sa­la da­ya­nır; ör­ne­ğin Es­ki Ahit’in Ba­tı me­de­ni­ye­tin­de­ki kök­le­ri yad­sı­na­maz. Yi­ne Ba­tı ede­bi­ya­tı­nın iz­lek­le­rin­de di­nî re­fe­rans­la­ra rast­la­mak çok ola­ğan­dır. Zi­ra ede­bi­yat da kül­tü­rel bir coğ­raf­ya­nın ürü­nü­dür. Ay­nı şe­kil­de İs­lam coğ­raf­ya­sın­da­ki me­tin­ler de ana­liz edil­dik­le­rin­de “ta­mam­lan­mış bir pro­je” iz­le­ni­mi ve­rir­ler. An­cak Ba­tı dün­ya­sı­nın her dö­ne­min­de gün­de­lik ha­yat­tan sa­na­ta ka­dar uza­nan bir kül­tür eğ­ri­si­ne kar­şın, İs­lam dün­ya­sın­da pek de iç açı­cı bir tab­loy­la kar­şı­laş­ma­mız müm­kün gö­rün­me­mek­te­dir.
İs­lam ve Ba­tı li­te­ra­tür­le­ri­ni in­ce­ler­ken ca­non kav­ra­mı­nın içe­ri­ği ön pla­na çı­kar. Ca­non, kı­sa­ca her­han­gi bir li­te­ra­tü­rün ol­maz­sa ol­maz­la­rı an­la­mı­na ge­lir. Ca­no­ni­ze et­mek ta­bi­ri son yıl­lar­da sık­lık­la kar­şı­mı­za çık­mak­ta­dır. Esas ola­rak di­nî bir kav­ram olan söz­cük, as­lın­da Arap­ça­dır ve ‘hu­kuk’ an­la­mı­na ge­lir. Ba­tı li­te­ra­tü­rü­nün ca­non­la­rı den­di­ğin­de İl­ya­da’dan Uly­sses’e ka­dar en az yüz te­mel eser say­mak müm­kün­dür. Ay­nı şe­kil­de si­ya­set­te ca­non, fel­se­fe­de ca­non­lar gi­bi fark­lı di­sip­lin­ler­de de kül­tür at­la­sı çiz­mek müm­kün­dür. Ta­bi­i, ca­non­la­rı be­lir­le­ye­nin de ik­ti­dar­lar ol­du­ğu­nu unut­ma­mak ge­re­kir. Bu du­rum za­man içe­ri­sin­de “han­gi ca­non?” so­ru­su­nu da ak­la ge­ti­rir. Bu ka­dar çok di­sip­lin içe­ri­sin­de bu ka­dar çok ca­non var­ken; “İs­lam me­de­ni­yet ta­ri­hin­de han­gi eser­ler ca­non ola­bi­lir?” so­ru­su ne ya­zık ki üze­rin­de ye­te­rin­ce dü­şü­nül­me­miş bir so­ru­dur. Kal­dı ki mev­cut -bi­li­nen, ra­por edi­len- eser­ler­den bi­le bir ca­non­lar kü­me­si oluş­tur­mak­ta aciz ka­lın­mış­tır.
Kla­sik kül­tü­rü­mü­zü ta­nı­ma­dan ye­ni­lik yap­mak, dü­şün­sel alan­da bir sıç­ra­ma yap­mak müm­kün de­ğil­dir. Bu­gü­nün dü­şün­ce dün­ya­sın­da gö­rü­len aç­maz­lar, kla­sik kül­tü­rün bi­lin­me­me­sin­den kay­nak­lan­mak­ta­dır. Me­de­ni­yet ve kül­tür, sü­reç içe­ri­sin­de ye­ni form­la­ra bü­rü­nür ve ek­lek­tik ola­rak de­vam eder­ler. An­cak kül­tü­rel ha­ri­ta­yı ta­mam­la­ya­ma­dı­ğı­nız sü­re­ce me­de­ni­yet­te hiç­bir ‘in­şa’ sü­re­cin­den bah­se­de­mez­si­niz.
İs­lam me­de­ni­ye­tiy­le il­gi­li sı­nır­lı ça­lış­ma­lar­la bir fo­toğ­raf çi­zil­di­ğin­de, bu fo­toğ­ra­fın ol­duk­ça flu ve ka­re­le­rin pek ço­ğu­nun ek­sik ol­du­ğu gö­rü­lür. La­mi­a ve İs­ma­il Ra­ci Fa­ru­ki’nin İs­lam Kül­tür At­la­sı bu bağ­lam­da anı­la­bi­le­cek en cid­di eser­dir. Fa­ru­ki bu ça­lış­ma­sın­da İs­lam me­de­ni­ye­ti­nin uç­la­rı­na uza­nır; İs­lam sa­nat­la­rı­nı ta­nım­la­yı­cı bir bağ­lam­da ele alır. Bu­na kar­şın bu ça­lış­ma­da çok ge­niş bir sa­ha­nın ta­ran­dı­ğı­nı söy­le­mek de güç­tür. An­cak kay­nak­la­rın ta­ra­na­rak İs­lam li­te­ra­tü­rü­ne ka­zan­dı­rıl­ma­sı ve ana­li­tik de­ğer­len­dir­me ve aka­de­mik ça­lış­ma­lar­la bu kay­nak­la­rın gün­de­me gel­me­si, ek­sik ka­lan bu res­mi ta­mam­la­ya­bi­lir.
İs­lam ta­ri­hi­nin bi­ze ne ka­dar yan­sı­dı­ğı ve be­tim­le­yi­ci bir ta­rih al­gı­mı­zın ne­den ol­ma­dı­ğı so­ru­su ise hâ­lâ cid­di­ye­ti­ni ko­ru­mak­ta­dır. Kro­no­lo­jik ta­rih an­la­yı­şı­nın pek de mu­te­ber sa­yıl­ma­dı­ğı bir dö­nem­de, ga­za­lar ve sa­vaş­lar ta­ri­hi oku­mak bu­gü­nün oku­ru­na ne ka­zan­dı­ra­bi­lir? Gü­nü­müz­de ar­tık kah­ra­man­lık hi­kâ­ye­le­ri ve ta­ri­hi yü­celt­mek­ten zi­ya­de, be­tim­le­yi­ci ve ana­li­tik yak­la­şım­lar me­rak celp et­mek­te­dir. Pey­gam­be­rin, sa­ha­be­le­rin gün­de­lik ya­şam­la­rı­na ne za­man ih­ti­yaç duy­du­ğu­muz so­ru­su da bi­zi acı bir ger­çek­le kar­şı kar­şı­ya bı­ra­kır: İs­lam top­lum­la­rın­da ta­rih -özel­lik­le asr-ı saa­det- hep fık­hın bir nes­ne­si ol­muş­tur. Ta­rih, yar­gı­la­ra ulaş­mak için kul­la­nıl­mış­tır. Ta­rih için bir ta­ri­hi­miz ise ol­ma­mış­tır ne ya­zık ki! Ta­ri­hin ku­ru­cu­la­rı da bir bi­çim­de fı­kıh er­ki­nin et­ki­sin­de ol­duk­la­rı için, kül­tü­rel bir pers­pek­ti­fi net ola­rak çiz­mek­te zor­la­nı­rız. Tra­jik olay­la­rın res­me­dil­me­si de bir fı­kıh so­ru­nu­dur. Si­ya­set ve kül­tü­rün ba­rı­şık ol­du­ğu dö­nem­ler­de müt­hiş atı­lım­lar ger­çek­leş­miş­tir. Hat­ta et­ki ala­nı Ba­tı dün­ya­sı­nın dö­nü­şü­mün­de rol ala­cak ka­dar ile­ri dü­zey­de ol­muş­tur.
Ba­tı Rö­ne­san­sı’nın bi­rey­ci yak­la­şı­mın­da İs­lam kül­tü­rü­nün pa­yı yad­sı­na­maz. Arap şi­i­rin­den fel­fe­sî yak­la­şım­la­ra ka­dar Ba­tı li­te­ra­tü­rü­nün kök fi­liz­le­ri­ni Or­ta­çağ İs­lam coğ­raf­ya­sın­da ta­ra­dı­ğı­nız­da, mu­az­zam de­re­ce­de iş­lev­sel bir kül­tü­rel bi­ri­ki­min iz­le­ri­ne rast­la­mak müm­kün­dür. An­cak ta­ma­mı­nı hâ­lâ gö­re­me­di­ği­miz söz ko­nu­su dö­nüş­tü­rü­cü kül­tür nü­ve­le­ri­nin in­dek­si bi­le he­ye­can ve­ri­ci­dir. El-Ne­dim’in Fih­rist’i bu açı­dan me­de­ni­ye­te ka­pı ara­lar. Fih­rist’te olup da ka­yıp olan ni­ce eser bu­gün bel­ki de bi­zim kül­tü­rel di­na­mik­le­ri­mi­zin alt­ya­pı­sın­da önem­li rol oy­na­mak­ta­dır.
İbn Bac­ce’nin Ted­bir’ül-Mu­te­vah­hid ad­lı ese­ri, bi­rey al­gı­sı­nın te­mel­len­di­ril­me­si açı­sın­dan bu­gün bi­le hâ­lâ öne­mi­ni ko­ru­mak­ta­dır. Bi­re­yin in­şa prob­le­mi­ni zi­hin açı­cı bir yak­la­şım­la ele alan İbn Bac­ce, ta­mam­lan­ma­mış ese­rin­de tek ba­şı­na ka­lan bi­re­yin, ken­di di­na­mik­le­riy­le na­sıl ya­şa­ma­sı ge­rek­ti­ği­ne da­ir teo­rik bir çer­çe­ve çi­zer. Üto­pik ol­du­ğu ka­dar ger­çek­çi da­ya­nak­la­rı olan eser­de, ir­fan, ilim ve dün­ya bağ­la­mın­da bi­rey ve öte­ki­lik du­rum­la­rı­na de­ği­nir. İbn Bac­ce, Mu­te­vah­hid’i şöy­le ta­nım­la­mak­ta­dır: “O, mü­kem­mel dav­ra­nış­la­rı tek ba­şı­na ser­gi­le­yen ki­şi­dir. Ni­haî men­zi­li­ne eri­şip koz­mik akıl has­sa­la­rı­nı içe­ren şe­ma­ya ulaş­tı­ğın­da, ay­nı za­man­da on­lar­la bir­leş­miş olur ve ar­tık onun için ul­vî/ulû­hî ta­bi­ri­ni kul­lan­mak ye­rin­de­dir. Bu saf­ha­da, bir yan­dan ölüm­lü du­yu­la­rın, di­ğer yan­dan da ruh âle­mi­ne ait özel­lik­le­rin tut­sak­lı­ğın­dan kur­tul­muş olur. Biz bu adam için ilâ­hî de­sek ye­ri­dir.” Eser, bi­re­yin top­lum­dan ka­çı­şı­nı, hik­me­te yö­ne­li­mi­ni ko­nu alır. Kent­li mün­ze­vî bir bi­rey por­tre­si hat­ta bir pro­to­tip çi­zer; ki da­ha son­ra İs­lam fel­se­fe­sin­de bi­rey mer­kez­li üto­pik ri­sâ­le­ler ya­zı­la­cak­tır. Ya­hu­di Fi­lo­zof İbn Mey­mu­nî’den İbn Si­na’ya ka­dar top­lum­dan mün­ze­vi­li­ğe doğ­ru ka­çış eği­li­mi gö­rül­mek­te­dir.
İs­lam me­de­ni­ye­ti­nin ge­nel hat­la­rı çi­zil­di­ğin­de fel­se­fe­den sa­na­ta, ede­bi­yat­tan bi­li­me ka­dar Müs­lü­man fi­lo­zof­la­rın/dü­şü­nür­le­rin kül­tü­rel üre­tim­de­ki kay­gı­la­rı da­ha açık se­çik an­la­şı­lır. Fo­toğ­ra­fı­nı gör­me­di­ği­miz me­de­ni­ye­tin de­bi­si­ni de­ğil, ol­sa ol­sa yü­ze­yi­nin uç­la­rı­nı gör­me im­ka­nı­mız ola­cak­tır. Rö­ne­sans ön­ce­si İs­lam coğ­raf­ya­sın­da de­vam eden il­mî fa­ali­yet­ler­de bi­re­yin kav­ra­yı­şı­nın, du­yar­lı­lı­ğı­nın ne den­li ön pla­na çık­tı­ğı­nı ca­non eser­le­ri­miz ye­te­rin­ce gös­te­ri­yor.

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
Ahmet Sait Akçay