Yazan: M. Ali Öner
Kartezyen düşünce; indirgemeci, parça(layı)cı, bütüne dair sorumluluktan kaçan, pragmatist, determinist yaklaşımlar sunar. Kartezyen ya da başka bilimsel/felsefi yaklaşımlar ne tamamen bizi karanlığa götürür, ne de aydınlığa.
Gençlerle sohbet ederken, Eğitim Fakültesini bitirmek üzere olan bıçkın delikanlı şöyle bir soru sordu:
– İyi aydın ile kötü aydını nasıl ayırt edeceğiz?
Duraksamadan verdiğim cevap:
– Aydının iyisi, kötüsü olmaz. Aydınlar teknisyendir.
Bu tespitimde ısrarlıyım ve tartışmaya açmaya da hazırım. Aydınlanma çağının ustası Descartes ile kartezyenler/aydınlar arasındaki bağ kurmakta zorlanmıyorsak, yukarıdaki tesbitimde ısrarlı olmam daha anlaşılır hale gelmektedir. Bu da başka bir yaklaşım: “Kartezyen yönteme gereğinden fazla bel bağlanması, bugün bizim genel düşüncelerimizdeki ve akademik alanlardaki parçalanma, farklılaşma yanında, bilimde yaygın olan indirgemeciliğe de sebep olmuştur.” Nerede, ne değişti? Kartezyen akılla nereye duhul ettik. Statüsüz ve günü birlik değişken aklınızla (korku salarak) nereye kadar kendiniz ve milletiniz mutlu olacaktır. Yatırım sözü edilince, istihdamın akla geldiğini mi sanıyorsunuz?
Hayır. Az insan gücüyle, çok ve fahiş kazanç elde etmenin yollarını aradığınızı iyi biliyoruz. Eskiden en vazgeçilmez üretim faktörleri arasında yer alan “Toprak” ve “Emeğin” yerini hızla “bilgi” almaktadır. Bilgi ise, aklı olan herkesin erişebileceği kadar yakında! O halde, el gücünün önemsizleşmesiyle, artık sömürülecek insan da kalmayacaktır. Ancak bu arada, bilgi de satılır hale gelmiş bulunmakta. Bir yandan da, bütün insanlığın içgüdülerini tahrik ederek, sonsuz servet edinme ihtirasıyla, dünyayı yok etmeye varacak derecede dengeleri bozucu (ekolojik, iktisadi, kültürel v.s) “emperyal” tutku da sürmektedir.
Mustafa Özel de bu konuya dair şunları söylemiş:
“Kartezyen akıl yürütme bizi ‘anlamak için bilim’den, ‘manipüle etmek için bilim’e götürdü. Bilginin gayesi hakikatle örtüşmek değil, maddî dünyada etkin biçimde faaliyet göstermek oldu. Böylece ‘çoğulcu’ bir dünyaya ulaştık, ilahlarla dolu bir dünya: Servet, bilgi uğruna bilgi, hareket hızı, piyasa büyüklüğü, değişim hızı, eğitim ‘miktarı’, hastane sayısı ve daha nice kutsal inek. Amansız mantığı ile Kartezyen devrim insanı, onun insanlığını idame ettiren yüksek kademelerden ayırdı. İnsanoğlu göklerin (Mavera) kapılarını kendisine kapattı ve muazzam enerji ve hüner ile kendini yeryüzüne (Masiva) hapsetmeye çalıştı. Şimdi yeryüzünün ancak bir konaklama mevkii olduğunu, dolayısıyla Göklere erişmeyi reddetmenin Cehenneme gönülsüz bir alçalma manasına geldiğini keşfediyor.”
Siyaset alanındaki yazılarıyla yetkin olan, Mümtaz’er Türköne stratejik/ufuk içeren bir yazısında, “İmparatorluk bakiyesi bir topluma Türkçülük yapmak mı, yoksa birlikte yaşama formları geliştirmek mi daha çok yakışır?” diyor.
Hadi bakalım! Kim bölücü, kimler bütünleyici imiş. Hayatın öznesi olmayı bir türlü beceremeyen, asılmayan ya da istemeyen veya “akletmeyen” insanoğlu, o hayatın nesnesi olmayı nasıl kabul eder, doğrusu, anlayamıyorum. Hayatın öznesi olmayan insan/toplum/topluluk ya da güruhların ne varacağı, ne de geldiği yer vardır. Zaten, kartezyenler de aramak yerine, “Yoktur nasıl olsa” derler çoğu zaman. Oysa yerliler bu işin çaresini bulmuşlar bile:
Rehber yerlilerle beyaz bilim adamlarının seyahatinde, kaybolduklarını sanan beyaz bilim adamlarına yerlinin sözü manidardır.
– İşaret levhası kayboldu desenize!
Kartezyen yaklaşımcı ne demek istemişti ve ne oldu? Bir zamanlar; “Biz belirleyiciyiz, biz olmasak...” gibi yarı tanrıcı tavır ve eda ile yağıp gürleyenlerden eser kaldı mı ki?
Hayır, kartezyenler hiçbir zaman kazanmamışlardır. Bundan sonra da kazanamayacaklar.
Allah insanlara aklı, Bayramyeri-Çınar/Taksim-Beyazıt arasında gezinti yaptırmak için vermedi, herhalde...
Paylaş
Tavsiye Et