İNSANLIĞIN geliştirdiği biricik kurum, aile kozasıdır. Medeniyete değer üreten en küçük sosyal birim de ailedir. Her medeniyet, kendi insanını yetiştirirken değer üretimini aile üzerinden gerçekleştirir. Yeni kuşakların çocuk yetiştirirken medeniyet merkezli çocuk bilgisine ihtiyaç duymasının nedeni de budur. Bu yüzden bir medeniyeti, ortak aile çevresi kabul ederiz. Medeniyet fikri ile çocuk yetiştirmek, aile odaklı çocuk merkezli insan yetiştirme projesinin esasıdır. Bir medeniyet, çocuk yetiştirme bilgisini uygulama alanı bulamıyorsa tarih sahnesinden geri çekilmeye mahkumdur.
Yaşadığımız dünyada medeniyet fikriyle çocuk yetiştirme anlayışımız büyük ölçüde devre dışı kalmıştır. Çocuk, doğasını yansıtmayan, temelsiz, eksik ve bilinçsiz eğitim çalışmalarının oyuncağı olmaktan kurtarılmadıkça medeniyetimizin çocuk yetiştirme iddiasını sürdürmek imkansız.
Burada cevabını aramamız gereken üç soru vardır:
1. Kimdir medeniyet çocuğu?
2. Çocuk, yeniden medeniyetin öznesi durumuna nasıl gelebilir?
3. Medeniyetin çocuk bilgisi ve bakışı çocuğa nasıl öğretilir?
Bu üç sorunun cevabını bulamayan toplumların, medeniyet fikriyle çocukları yetiştirme iddialarını sürdürme umudu kalmamış demektir.
Son dört Aile Şûrası’nda yapılan ortak tespiti burada tekrar hatırlayalım: Aile yapımız giderek değer üretiminden uzaklaşmakta; krizin eşiğine hızla yaklaşılmaktadır. Değer üretemeyen ailenin çocuk yetiştirme gücü zayıfladığı gibi, kendi dışında üretilen değerleri tüketme eğilimine girmesi de kaçınılmaz bir sonuçtur. Bu durum ise, medeniyet fikri ile çocuk yetiştirmede en etkili kurum olan ailenin çözülmesi anlamına gelir. Kültürel sembollerin sunulmasında, karşılıklı etkileşimin sağlanmasında, değerlerin yaşanması ve ailede rollerin dağılımında aile geleneğimizin önemli oranda zayıflamış olması problemin derinleştiğinin dayanakları kabul edilebilir.
Ailenin, çocuğu toplum içinde aktif bir rol almaya hazırlayıcı etkinliğinin azalması, aile üzerine yeniden düşünmemizi gerektirir. Ailede rollerin etkisiz duruma gelmesi ise köklü bir değişimin yaşandığına işaret etmesi bakımından önemlidir.
Son çeyrek yüzyılda yaşadığımız değişimin merkez üssü medyanın komutasındadır. Dünya değişir. Tarih değişir. Dünyayı ve tarihi değiştiren, insandır. Ancak burada iki soru sormamız gerekir: Modern dünyada yaşanan değişimin muhtevası nedir ve yaşadığımız değişim, gelişme yönünde midir? Bu iki sorunun cevabı bugünü ve geleceği anlamak için bütün alanlarla ilişkili olduğu gibi medyaların hem nedeni hem de sonuçlarıyla ilgilidir.
Çocuğun medya kullanma alışkanlığı ailede başlar. Aile ortamında kullanılan medya, ailenin sosyo-kültürel göstergelerini belirler. Türkiye’de en yaygın kullanılan medya, televizyondur. Televizyon adeta sesli, görüntülü ve basılı medyaların da etkinliğini üstlenmiştir. Yaşadığımız dünyada televizyon, medya üssü konumuna yükselmiş ve merkez medyaya dönüşmüştür.
Ailenin kullandığı medya sayısı, yoğun olarak kullanılan medya türü, ailenin medya kullanım alışkanlığını biçimlendirir. İletişim sosyolojisi verilerine göre de, bir toplumda en etkin medya en yoğun kullanılan medyadır.
Televizyon konusu incelenmek istendiğinde, televizyon konusu dışındaki birçok şeyin, yani televizyonun içinde bulunduğu ortamın ve televizyonu izleme koşullarının incelenme gereği vardır. Bu koşullar nelerdir? Sosyal ortam, aile içindeki hava, aile değerleri, kültürel düzey, normlar gibi pek çok etken. Aile ortamının koşullarına bağlı olarak oluşan bu süzgeci, aile odaklı filtreye benzetebiliriz. Aile odaklı filtrenin ne oranda kullanıldığını ise ailenin medya okur-yazarlığı ve medya kullanma bilinci belirler.
Medya ile ailenin ilişkisinde etkin olan merkez medya, televizyondur. Neil Postman’ın vurguladığı gibi, televizyon yalnızca diğer medyaların üssü değildir; aynı zamanda daha ince yollarla da kumanda merkezi rolünü üstlenen en etkin iletişim aracıdır. Televizyonun medyaların merkez üssü olması, diğer medyalardan yararlanmamıza da yön verdiği anlamına gelir. Telefon sisteminin nasıl kullanılacağını, hangi filmlerin görüleceğini, hangi kitap, gazete, kaset ve dergilerin alınacağını, hangi radyo programlarının dinleneceğini de televizyon hatırlatır bize. Bu bakımdan televizyonun aile ile olan ilişkisi ana medya problemini teşkil eder.
Aile-medya alanının en kırılgan noktası ise çocuk ve medya ilişkisidir. İletişimcilerin bu ilişkinin çerçevesi için sorduğu üç soruyu hatırlayalım:
1. İletişim araçlarına bu derece aşırı güven duymak doğru mudur?
2. Çocukların bu araçları kullanmaları sırasında yeterli bilgileri var mıdır?
3. İletişim araçları çocuğun sosyalleşmesi ve entelektüel gelişimine katkıda bulunmaya ehil ve olgunlaşmış mıdır?
İletişim araçları güvenden çok meraktan dolayı benimsenir. Çocuklar bu araçları kullanma bilgisinden yoksun oldukları için merakla başlayan ilgi tutkuya dönüşebilir. Ancak, hiç bir iletişim aracı çocuğun sosyalleşmesi ve entelektüel düzeyinden sorumlu tutulamaz. Tek başına hiç bir iletişim aracı çocuk yetiştirmeye ne ehildir, ne de sosyalleşmeyi gerçekleştirecek kadar olgunlaşmıştır. Ehil olma ve olgunlaşma hali makineye değil insana ait bir değerdir.
Aile, çocuk ve medya sarmalının çözümü, boy aynasına bakmaya cesaretimizin olup olmadığı ile de yakından ilişkilidir. Bunun için de önce kendimizle yüzleşmeliyiz. Eğer bu alanda en yakıcı soruları kendimize sorabilirsek -McLuhan’ın deyişiyle- televizyonun evimizde inşa ettiği ‘Berlin duvarları’nı yıkmaya aday olabiliriz.
Paylaş
Tavsiye Et