TERÖRLE mücadele günümüzde çok kullanılan fakat üzerinde uzlaşılmış bir tanımı olmayan bir kavram. Adaletsizliğin ve zulmün devam ettiği yerde elbette ki terör kavramı hakkında net bir tanımın ortaya konması mümkün değildir. Kitle iletişim araçlarını, ekonomik faaliyetleri ve güçlü orduları kontrol edenlerin statükosuna itiraz edenler, seslerini yükseltenler, işgale karşı direnenler ‘terörist’ olarak nitelendirildikçe bu tartışmanın bitmeyeceği açıktır.
Terörist olarak nitelendirilenlerin çoğunun işgal altındaki bölgelerden; Filistin, Çeçenistan, Afganistan, Irak gibi ülkelerden olması bir tesadüf değil elbette. Özellikle 11 Eylül sonrasındaki gelişmeler, terörü ve terörle mücadele konusunu tamamen tartışmalı hale getirdi. Terör bahanesiyle ülkeler işgal edildi, yüz binlerce insan öldürüldü. Terör ABD, İngiltere ve İsrail’in yaptığı işkence ve katliamların gerekçesi oldu. Terörist olduğu söylenerek yakalananlar, esir bile sayılmayarak, hiç bir hak-hukuk tanınmaksızın dünyanın farklı yerlerindeki gizli hapishanelerde tutuluyor yıllardır. Silahlı mücadeleler bir tarafa, ABD’den Rusya’ya, Türkiye’den Özbekistan’a kadar dünyanın birçok ülkesinde gazeteciler ve yazarlar “terörle mücadele” gerekçesiyle düşüncelerinden dolayı engelleniyor, yasaklanıyor, soruşturuluyor ya da hapis yatıyor.
Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda yaklaşık 20 yıl süren silahlı çatışmada da en sık kullanılan kavramların başında ‘terör’ geliyor. Bu süreçte sivil çözümlerin göz ardı edilmesi, ordunun sivil siyaset üzerindeki hakimiyeti, Susurluk örneğindeki gibi devlet içerisinde kanun tanımayan menfaat çetelerinin türemesi vs. hâlâ tartışılagelen konulardır. On binlerce cana mal olan meselenin sadece terörden ibaret olmadığı bugün artık daha açık seçik bir biçimde ortadadır.
Tüm bunlarla birlikte Türkiye son yıllarda, AB üyeliğine aday olmasının da etkisiyle, demokratikleşme ve insan hakları konusunda önemli adımlar attı. Yasal reform sürecinin, istisnalar dışında genel olarak olumlu gelişmeler kaydettiği hemen herkesin kabul edeceği bir gerçek. Ne var ki, mevzuatın hızla değişmesinin sakıncaları yanında, yukarıda bahsettiğimiz terörle mücadele konusundaki uluslararası konjonktürün olumsuz etkisi Türkiye’ye de sirayet etti. Bazı ülkelerin yürürlüğe koyduğu, insan haklarını ve hukuku hiçe sayan antiterör yasaları modasına Türkiye de katıldı. Önce geçen sonbaharda, ardından Nisan ayında gündeme gelen Terörle Mücadele Kanunu (TMK) hazırlığı süreci güvenlik kuvvetlerinin ihtiyacı gerekçesiyle hızlandırıldı. Toplumun hemen her kesiminden gelen itirazlara karşılık, küçük bazı değişikliklerle, Temmuz ayında yasa değişikliği yürürlüğe girdi. Türkiye’de Terörle Mücadele Kanunu, 1991 yılında Türk Ceza Kanunu’ndaki meşhur 141, 142 ve 163. maddelerin kaldırılmasından sonra yürürlüğe girmiş; ancak Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ile bu kanunun birçok maddesi iptal edilmiş ya da değiştirilmişti.
Hukuk düzeni içinde, yapılan her kanun değişikliğinin adaleti sağlamanın, hak ve özgürlükleri genişletmenin aracı olması gerektiği; bunun bir ideal olmasının yanında bir ihtiyaç olduğu kuşkusuzdur. Bununla birlikte konjonktüre göre kanun yapmanın, adil olmayan sonuçlara götüreceği de açıktır. Üstelik 2005 yılı Haziran ayında yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu’nu (TCK) hazırlayan hocaların, tüm ceza kanunlarını bir araya getirme amacıyla TCK’yı hazırladıklarını ve TMK’ya ihtiyaç olmadığını ısrarla vurgulamaları da altı çizilmesi gereken bir husustur.
Yeni TMK değişikliği hayatımızda önemli bir rol oynayacak; adı ‘terör’ olarak belirlenen olaylara karışanların “iflahı kesilecek”. Çünkü yapılmaya çalışılan TMK değişikliği, ağırlaştırılan cezalar, yeni terör suçları, soruşturma ve kovuşturma usullerindeki farklılıklar terörle mücadele paranoyasının Türkiye’ye de taşındığının göstergesidir.
Getirilen değişiklikler kısaca şöyle: Terör suçu olmadığı halde, adi suçlar gerektiğinde terör suçu olarak değerlendirilebilecek. Bunun sebep olacağı karışıklığı tahmin etmek zor değil. Soruşturma ve kovuşturmada suçun adi suç mu olduğu, yoksa terör amacıyla mı işlendiği hususu bir yana, aynı suçu işleyen iki kişiye uygulanacak prosedürün birbirinden tamamen farklı olması adalet anlayışı bakımından tartışılır. Çünkü bir şüphe nedeniyle başlayan adli soruşturmada ‘terör’ kavramından da bahsedildiğinde artık o kişinin haklarından neredeyse söz edilemeyecek. Buna karşılık, terörle mücadelede görevlendirilmiş kişiler, görev sırasında işledikleri suçlar nedeniyle özel bir koruma altına alınmaktalar.
Yeni yasaya göre; “terör amacıyla” işlenen bir suç söz konusu ise, şüpheli kişinin kendisini savunmak amacıyla bir avukatın yardımından faydalanma hakkı, avukatın belgeleri incelemesi ve avukatla sanığın görüşmesi sınırlandırılacaktır. Medya organlarında terör örgütünün propagandasına ağır cezalar ve tedbirler getirilecek; gösteri ve yürüyüşlerde yüzünü kapatanlar terörist sayılabilecek. Böylece abartılı bir ifade ile, gözünün üzerinde kaşı olana ‘terörist’ muamelesi yapılabilecektir.
AB’ye giriş süreci ve hukuk reformları ile önemli gelişmeler kaydeden Türkiye hukuk sisteminde TMK değişikliği; geriye dönüşün, yıllarca ve çok sayıda yasa ile yapılan değişiklik ve reformların tek bir yasa ile geri alınmasının adıdır. Düşünce ve ifade özgürlüğü, kişi özgürlüğü ve güvenliği, savunma hakkı, basın özgürlüğü ciddi şekilde sınırlandırılma tehlikesi ile karşı karşıyadır.
‘Güvenlik’ için haklar ve özgürlükler feda edilmek isteniyor. Gerçekte bunlar olmadan güvenliği sağlamanın bir anlamı yoktur. Yakın sayılabilecek bir geçmişte, hak ve özgürlükler konusundaki kısıtlamaların, yasal sınırlandırmaların terör olayları, işkence ve kötü muameleler ile baş başa gittiğini unutmamak gerekir. Ayrıca bu kısıtlayıcı yasalar nedeniyle, ‘terör’le bir alakası olmadığı açıkça bilinen birçok yazar ve gazetecinin “basın yoluyla terör örgütünün propagandası”nı yapmaktan dolayı yargılandığı ve ceza aldığı henüz akıllarda.
Yeni TMK içerdiği hususlarla, ülkenin tamamında adeta sivil bir sıkıyönetim ilan ediyor ve Anayasa’daki birçok temel hak ve özgürlük hükmünü rafa kaldırıyor. Bu yasanın uygulanması, öngördüğü olağanüstü soruşturma ve kovuşturma usulleri ile yaptırım hükümleri nedeniyle ülkemiz için “Her zaman, her yerde OHAL” yasası sonucunu doğurabilir.
Sonuç olarak, teröre karşı “terör yöntemleriyle” mücadele etmek terörün gerekçelerini sağlamlaştırır. Terör yöntemlerini yasal olarak kullanması devleti canavarlaştırır ve devlet terörünü doğurur. Konjonktüre göre değişebilecek uygulamalara açık, aynı suçu işleyenlere bile eşit davranmayan, düşünce özgürlüğünü hiçe sayan, güvenlik paranoyasının ürünü olan TMK, yeni haliyle son 10 yıllık normalleşme süreci bakımından ricattır; geriye dönüştür.
Paylaş
Tavsiye Et