Şemdinli olayları, Danıştay baskını ya da Atabeyler çetesi gibi örgütler ne anlama geliyor? Tüm bunlar buzdağının görünen bir yüzü mü? Öyleyse, buzdağının görünmeyen kısmında neler oluyor?
Derin devlet / Kayıt dışı siyaset denilen bir yapılanma söz konusu. Buzdağının arkasında olan, 1950’lere kadar “açık oy gizli tasnif”, “İstiklal mahkemeleri”, “takrir-i sükûn”larla yönetilen Türkiye’nin, daha sonra darbelerle yönetilmesi; günümüzde ise, post-modern darbeler, Şemdinli-Susurluklar siyasete derin bir müdahaleden başka bir şey olmasa gerek.
Devlet içerisinde farklı grupların bir rekabet içerisinde olduğundan bahsediliyor. Böyle bir şey söz konusu mu? Şemdinli olayları ve Danıştay baskını gibi karanlıkta kalan olayların bu mücadeleyle bir ilişkisi olabilir mi? Hükümet ya da AK Parti bu mücadelenin neresinde yer alıyor?
Evet! İçeride bir rekabet değil; çatışmadan söz edebiliriz. Ulusalihanet.com ya da aloihbar.org sitelerinde yazılanlar, Ergenekon, Atabeyler derin güçler arasında derin bir hesaplaşmanın olduğunu gösteriyor. Hiram Abbas’ın, Cem Ersever’in, Uğur Mumcu’nun ya da Eşref Bitlis’in öldürülmesi, Özal suikastı, bütün bunlar bu derin hesaplaşmanın sonucu ortaya çıkmış durumlar gibi.
Mastrich’e kadar nispeten işler yolunda gitti. AB’de sınırların kalkmasıyla AB-ABD arasında ciddi bir ayrışma yaşandı. Bu NATO’ya da yansıdı. Kontrgerilla içindeki bölünme de bunu gösteriyor. Sovyetler’in dağılmasının ardından tek kutuplu dünyanın yeni lideri ya da karar vericilerin nasıl karar verecekleri konusunda derin bir anlaşmazlık ortaya çıktı.
ABD’de semitik ve anti-semitik siyonistler iki ayrı kampa ayrıldı. CIA ve FBI ayrıştı. 11 Eylül bunun bir sonucu idi. AB ise, Alman, İngiliz, Fransız inisiyatifinin kendi iç rekabetine sahne oldu. ABD’nin BOP politikası da yeni bir anlaşmazlık noktası olarak belirdi. Böyle bir zamanda AK Parti iktidarının ortaya çıkışı, AB, ABD ve İsrail ilişkileri eksenindeki yeni politika arayışları, Türkiye’yi de bu iç/derin savaşın odağına oturttu. AK Parti aslında denge siyaseti izlemeye çalışıyor. Batı’nın düne kadarki tabii müttefiklerinin Batılı ülkeler tarafından ikinci plana atılması bu çevreleri oldukça tedirgin etmiş gibi. Kemalist kadrolar, insan hakları ve demokratikleşme taleplerinin rejimi tehlikeye sokacağını düşünüyor. Başörtüsü üzerinden verilen “topyekûn savaş”ın temelinde yatan gerçek bu. Düne kadar modernleşmenin ve Batılılaşmanın bayraktarlığını yapan CHP, ordu ve Kemalist gruplar, muhafazakâr bir çizgiye savruldular ve değişime karşı sert bir muhalefet yapmaya başladılar. Değişimin bayraktarlığı ise AK Parti’ye geçti. AK Parti, ekonomi, siyaset ve sosyal politikalarını büyük ölçüde AB ve ABD’ye endekslemiş gibi gözüküyor. Askerî ve stratejik konuda ABD; ekonomik, kültürel, sosyal politikalarda ve hukuk alanında AB belirleyici bir rol oynuyor. İsrail ise özel ve önemli bir konumda.
Şemdinli olaylarının, Danıştay baskınının ve yasadışı çetelerin genelkurmay başkanı atamaları ile ya da cumhurbaşkanlığı seçimleri ile bir ilişkisi olabilir mi?
Evet. Böyle bir ilişki uzak bir ihtimal değil. Büyükanıt adının her olayla ilişkilendirilmesi de bunu gösteriyor. KHO Komutanı Tümgeneral Reha Taşkesen’in aniden istifa etmesi de bu konuyla ilişkilendirildi. Askerî Şura, genelkurmay başkanının kim olacağı ve cumhurbaşkanlığı seçimleri bana kalırsa, bir bütün olarak ele alınıyor ve hepsi de birbiriyle ilişkilendiriliyor. Bu işin diğer ucunda ise darbe planları yatıyor sanki, ya da iş gelip oraya dayanıyor. Basında bu yönde imalar yapılıyor.
30 Ağustos’taki genelkurmay başkanı atamasından sonra Türkiye’de ordu-siyaset ilişkisinin niteliğinde bir değişiklik bekliyor musunuz? Türk siyasetinde yeni hukuk-dışı dayatmalar görebilir miyiz?
Evet. Burada bir adım daha öteye gideyim. Bir hukuk dışı müdahale girişimi olacak, ona karşı ikinci bir karşı müdahale olabilir. Yani tek değil, çift müdahale. Bu vesileyle darbecilerin tasfiyesi aşamasında, olağanüstü şartlar altında, anayasa ve hukuk düzenine ilişkin, anayasada çok radikal değişiklikler yapılabilir. AK Parti ile veya değil, ABD ve AB, Türkiye’de “ılımlı İslamcı” dedikleri, Müslümanları kontrol altında tutacak bir kadro ile yoluna devam etmek istiyor. Bu, bana göre AK Parti değil; AK Parti’nin üzerini çizdiler. “Çardak deliğinden aşağı süpür”düler. Belki bundan sonra tek parti iktidarı da olmayacak. AK Parti gömlek değiştirme işini fazla abarttı. Bazı danışmanları çok kötü idi. Kesinlikle, bundan sonra Müslümanları kontrol edebilecek ve dini dönüştürmede işbirliği yapabilecek yeni bir iktidara, bir kadroya destek verecekler. Bireysel inançlar alanında, diğer özgürlüklerle birlikte dindarların özgürlük alanları genişleyecek.
Genelkurmay başkanı atamasında teamüllere aykırı bir uygulama olacağını düşünüyor musunuz? Eğer böyle bir uygulamaya ihtimal veriyorsanız, bunun gerekçeleri nedir?
Teamüller ilk defa aşılmıyor. Özal zamanında da aşılmıştı, yine aşılır. Önemli olan hukuka uygunluk ve ihtiyaçlara cevap verilmesi. Cumhurbaşkanı rektör atamasında teamülleri hep aşıyor. Sonuçta yasal bir tasarruf. İktidar da yasal tasarrufta bulunabilir. Teamüllerin aşılması, Hükümet’in karar verici bir erk olarak noter makamı gibi algılanmaması açısından önemli. Büyükanıt çok tartışılan bir isim. Onun gelmesi, sanki iktidara rağmen/karşı bir karar gibi algılanacak. Şemdinli olayı, ardından Danıştay saldırısı bağlantılı tartışmalar da bu açıdan önemli.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir sürpriz bekliyor musunuz? Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olabilir mi? Olamazsa, neden olamaz?
Erdoğan yasal olarak cumhurbaşkanı olabilir. Ama bana kalırsa Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması, en az Büyükanıt’ın genelkurmay başkanlığı kadar tartışmalı bir durum. Sorunun kesinlikle Erdoğan’ın eşinin başörtülü olması ile bir ilgisi yok. Olayı rejim tartışmaları çerçevesinde değerlendirmek gerek. CHP ve Kemalist çevrenin ‘Erdoğan’ ismi çerçevesinde inatlaşması, psikolojik direnişi bu konuda etkili.
Bu hükümet beş yılı tamamlayabilecek mi? Erken seçim beklentiniz var mı? Bunun nasıl mümkün olacağını düşünüyorsunuz?
Hükümet beş yılı tamamlayamayabilir. AK Parti’de bölünme muhtemel. Erken seçim gündeme gelebilir. Eğer AB’nin ve AİHM’nin talep ettiği gibi baraj %5’e çekilecek olursa, AK Parti eski oyunu korusa bile, parlamentoda temsil kabiliyetinin %50’sini kaybeder. Bu da mevcut milletvekillerinin bile seçilebilmek için kendilerine şimdiden yeni bir parti aramalarını gündeme getirecektir. Parti teşkilatlarında görev yapanlar, bürokratlar, akademisyenler, belediye bürokratları gibi milletvekilliği hesabı içindekiler de yer kapmaya çalışacaklar. Bu da bölünmeyi hızlandıracak. Başarısız bir darbe girişimi zaten partinin parçalanmasına yeter. Yeni bir oluşum ortaya çıkabilir.
AK Parti’ye karşı (eski siyasetçilerin çabalarının ötesinde) yeni bir siyasî parti oluşumu bekliyor musunuz? Siyasette yeni yüzler görecek miyiz?
Evet bir değil, birkaç yeni siyasî oluşum bekliyorum. Yeni koalisyon arayışları var. Bunlardan kaçı seçime katılır ya da sandıktan çıkan sonuç ne olur, şimdiden bir şey söylemek mümkün değil. Ama yeni yüzler göreceğimiz muhakkak. Seçim zamanında yapılsa, radikal bir değişiklik olmasa bile AK Parti ve CHP milletvekillerinin en az yarısı değişir.
Türkiye’de son aylarda yaşanan siyasî çalkantıların uluslararası bağlantıları var mı? Türkiye’deki gelişmeler uluslararası güç merkezleri (devletler ya da büyük sermaye grupları) tarafından ne ölçüde manipüle ediliyor? Mesela, AK Parti Hükümeti Amerika’nın Orta Doğu politikasında nereye oturuyor? Bu çerçevede, Amerika’nın Orta Doğu siyasetinin İsrail’e endeksli olduğu söylenebilir mi?
Türkiye kendi haline bırakılmayacak kadar önemli bir ülke. Ekonomi, siyaset, kültür hayatı, sosyal olaylar büyük ölçüde uluslararası güçler tarafından manipüle ediliyor. AK Parti ABD’nin Orta Doğu politikasında taşeron hükümet gibi görülmek isteniyor. Türkiye ise bölgede sözü dinlenen bir ülke olmanın peşinde.
Türkiye’nin redd-i miras ettiği, Müslümanların halifesi, Türklerin hakanı, Arabın ve Acemin padişahı, diğer halkların sultanı ve Doğu Roma’nın imparatoru olma sıfatlarını ABD kullanmak istiyor. Türkiye üzerinden bölgeye yeni bir düzen vermek istiyor. ABD’nin Orta Doğu siyasetinin İsrail’e endeksli olduğunu son gelişmeler bize açık ve net bir şekilde göstermiştir. İsrail ise Türkiye’yi bölgede bir güç merkezi olarak görmek istemiyor. Aksine kendi varlık ve güvenliğinin bekçiliğini yapmasını istiyor. Arz-ı Mev’ud inancı sebebiyle İsrail, bölgede Filistin, Lübnan, Suriye meselesini hallettikten sonra İran’ı devre dışı bırakmak ve ardından Türkiye’ye yönelmek isteyecektir. Suriye’den hemen sonra Mescid-i Aksa’da bir kriz yaşayabiliriz. O zaman Mekke ve Medine’de de yeni bir kriz çıkartılabilir.
Yıllar önce Graham Fuller şöyle demişti: “Biz Müslümanlara rağmen bu bölgeyi denetleyemeyiz. Ama Müslümanlar da bize rağmen burada iktidar olamazlar. O zaman bölgenin yönetimi ve imkânların paylaşımı için Müslümanlarla ABD’nin anlaşması şart.”
ABD tercihini “ılımlı İslam”dan yana yaptı: Çerçevesini kendisinin çizdiği, bireysel özgürlüklerin tanındığı, ama siyasal açıdan daha dar ve kontrol altında yeni bir İslamizasyon politikası. Bunun karşısındakileri ise terörist olarak tanımlıyor. Gerekirse “tarihin sonu”nu getirecek bir “kıyamet savaşı”ndan, “Dinler/Medeniyetler arası savaş”tan söz ediyor. Dinler arası diyalog denilen şey, ABD’nin öngördüğü “Yeni Dünya Düzeni”nin zeminini oluşturmaya yönelik bir girişim olsa gerek. BOP da bunun siyasî çerçevesini oluşturuyor.
Paylaş
Tavsiye Et