ABD’DE yaşanan mali kriz, gerilemeden depresyona doğru bir seyir izliyor. Krizin gündelik hayata yansımaları kendini göstermeye başlasa da, kötü gidişin sonuna henüz gelinmedi. Krizin şimdilik en doğrudan yansıması, ABD başkanlık seçimlerinde görüldü. Eylül’ün ortalarında yarışı yaklaşık %5-7 farkla önde götüren Cumhuriyetçi aday John McCain, Ekim’in son haftasına girilirken, rakibi Demokrat aday Barack Obama karşısında 12 puan geriye düştü. Krizin ciddiyeti karşısında önemli Cumhuriyetçi isimler dahi Obama’yı desteklemeye başladı.
Kapitalizm Çöktü mü?
Krizi liberalizmin ya da kapitalizmin çöküşü olarak değerlendirmek için henüz erken. Gelinen noktayı neoliberalizmin en radikal versiyonunun rasyonel sonuçlarına ulaşması şeklinde tanımlamak daha doğru. Krizin başlangıcı, SSCB karşısında ideolojik olarak rahatlayan, bunun neticesinde sosyal politikalara ihtiyacı kalmayan birçok Batı ülkesinde birbirinden bağımsız şekilde hayata geçirilen neoliberal politikaların, ABD’de uygulanmaya başladığı 1982’ye kadar götürülebilir. Zamanın ABD Başkanı Ronald Reagan liderliğinde mali piyasalar üzerindeki denetim gevşetilip mevcut yasalar fiilen uygulanmayarak neoliberalizmin hâkimiyetine fırsat tanındı. Özelleştirme, sendikasızlaşma, mali kurumlara getirilen sermaye ve risk alma serbestîsi, sosyal politikalara ayrılan kaynağın azaltılması, vergi indirimi gibi politikaları tamamlamak ise Bill Clinton’a nasip oldu. 1929 Krizi’nden sonra mali piyasalara getirilen sınırlamalar, şimdiki başkan adaylarından John McCain’in desteği ve Clinton’ın onayıyla 1999’da değiştirildi; ticari bankaların yatırım ve sigorta işine girmesini engelleyen düzenleme kaldırıldı. Böylece dünya piyasaları, şu anda peş peşe düşüşünü izlediğimiz yatırım bankalarının etkisinin artmasına ve spekülatif fiyat düzenlemelerine sahne olmaya başladı.
Kriz Nasıl Oluştu?
Neoliberal politikaları IMF eliyle “yapısal uyum programları” şeklinde diğer ülkelere tavsiye eden merkez ülkeler, birçok ülkeyi batıran operasyonlarını ise yatırım bankaları eliyle ortaya çıkardıkları türev piyasaları ve yüksek riskli yatırım fonları aracılığıyla gerçekleştirdiler. Bu bankalar sözkonusu fonlar aracılığıyla ürünlerin gelecek yıllardaki fiyatlarını etkileyecek şekilde yatırım yaparak milyarlarca dolar kâr etti. 1999 değişikliğinden sonra ise yüksek riskli yatırım fonlarının piyasa payı astronomik şekilde arttı. Yapılan uyarılara rağmen ABD bu fonları denetleme noktasında gönülsüz davrandı. Buna bir de ABD’ye giren yabancı sermayenin düşük faizli kredi yaratması eklenince, ABD tam anlamıyla bir ucuz yatırım cennetine dönüştü. Böylece dünya piyasalarında spekülatif enerji fiyatları başta olmak üzere fiyatlar hızla yükselirken, bunun ABD’ye yansıması emlak piyasasında yaşanan patlama oldu. Yatırım fonlarının, yüksek kâr beklentisi ve bollaşan sermaye neticesinde teminatsız verdiği kredilerin ödenmesi gerçekleşmeyince de emlak piyasalarının çökmesi ile kriz ortaya çıktı. Yatırım yapan bankalar, sigorta da yaptıkları ve kendi yatırımlarını yine kendileri sigortaladıkları için domino etkisi kendisini gösterdi ve devasa firmalar art arda batmaya başladı. Şimdi ise dünya finansal piyasalarının radikal biçimde yeniden yapılandırılması konuşuluyor.
ABD Gerçekten Çöktü mü?
“ABD çöktü” ya da “Marx haklıydı” gibi ifadeler maalesef sadece birer temenniden ibaret. Neticede dünyanın en büyük ekonomisine sahip ABD’nin, ne kadar büyük olursa olsun, bu krizle çökeceğini beklemek abartı olur. Ancak 1929’dan beri yaşanan bu en büyük kriz ABD’yi ciddi anlamda sarsıyor. Halk iki hafta öncesine kadar oy atmayı aklından bile geçiremeyeceği siyahî bir adaya, kurtuluş umuduyla yaslanacak kadar ürkmüş durumda. Kriz ABD halkını ekonomik darboğaz ile ırkçı önyargılar arasında bir tercihe zorladı. Bu tercihi, pragmatizmine uygun şekilde, cebi lehinde yapan halk Obama’nın öne geçmesini sağladı.
Türkiye’de borsa halen çok az aileyi doğrudan etkilerken, ABD’de emeklilik fonları, üniversite harçları için biriktirilen paralar, vadeli yatırımlar hep borsa üzerinden yürüyor. Bu nedenle Türk halkının çoğu için sadece TV ekranında birer imge olan borsanın iniş ve çıkışını gösteren yeşil ve kırmızı oklar, ABD halkı için cebinden giden para anlamına geliyor. Mali krizin Türkiye’de halkı etkilemesi için en az birkaç ay gerekirken, bir ABD’li televizyonu açtığı anda ne kadar zarara uğradığını görebiliyor. Böylece ABD’li orta ve alt gelirli kesimde hemen bir panik havası oluşuyor. Tüm bunlar Obama’ya desteğin artmasının öncelikli sebeplerinden.
ABD Yaralandı Ama Düşmedi
Bütün bunlara rağmen ABD’nin dünya egemenliği finansal egemenliğine indirgenemez. Hatırlarsak 90’larda memur maaşlarını ödemek için Batı’nın yardımına muhtaç olan Rusya bile nükleer silahları nedeniyle tehdit kapsamından bir türlü çıkamamıştı. Yine finansal açıdan oldukça zor günler yaşayan Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması için bile hem 70 yıl hem de bir dünya savaşı gerekmişti. Bu açıdan bakıldığında, finansal olarak tamamen çökse dahi -ki durum asla bu kadar vahim değil- ABD, devasa askerî yapısı, teknolojik üstünlüğü ve dinamik nüfus yapısı ile kısa vadede dünya hegemonu olma konumundan inmez. Bunda askerî üstünlüğünün yanı sıra son 60 yıldır dünyayı çekip çeviren, sermayenin yanında biriktirdiği yönetişim kabiliyeti, diplomatik tecrübesi, emperyal yönetim pratikleri ve her yana yayılmış istihbarat yapısının da payı var. Ayrıca bir büyük gücün iktidarını terk etmesi için öncelikle rakip bir büyük güç gerekir. ABD’nin bu alanda halen rakipsiz olduğu, rakiplerinin de krizden olumsuz etkilendiği unutulmamalı. Ayrıca ABD’nin kültürel hegemonyası halen rakipsiz; Çin filmleri ya da Rus müziği ancak folklor tadında müşteri bulabiliyor.
O Artık “Namağlup” Değil
Görünen o ki muhtemel bir Obama başkanlığı ile ABD siyasi, diplomatik, finansal ve askerî bir restorasyona girecek. Bu da ABD’nin dünya siyasetine etkisinin kısmen azalması anlamına geliyor. Toparlanmak ve dünyaya yeniden nizam vermek için 15 Kasım’da Washington’da bir araya gelecek olan G-20 ülkeleri, yeni bir Bretton Woods arayışına girecek. Şimdilik ABD için en kötü senaryo, dünya hegemonluğunu devam ettirirken daha önceki rahatlığını kaybetmesi olacak. Artık hesapsız para harcama lüksü olmayacak; askerî harcamalarını kısacak. Tabiri caizse ABD “namağlup” unvanını kaybetti; ancak halen liderliğini koruyor ve orta vadede bu liderliği tehdit eden bir rakip de yok. Ancak ABD’nin kendi sınırlarına çekilmesi ya da içe daha fazla kapanması dünyada bir iktidar boşluğu yaratacak. Bu iktidar boşluğunu değerlendirebilen ülkeler bölgesel güç olarak yükselme şansına sahip. Elbette bunun şartı da, bu ülkelerin ekonomik krizi hafif atlatmaları, iç sorunlarını bertaraf etmeleri; yani Antonio Gramsci’nin ifadesiyle krizden sonraki dünyaya hazırlanmış, örgütlü yapılar olmaları.
Paylaş
Tavsiye Et