RUSYA Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Hazar Denizi’ne Komşu Ülkeler Devlet Başkanları Zirvesi’ne katılmak için Tahran’a gitmesi Ekim ayında İran’da ve hatta tüm bölgede yaşanan en önemli gelişmelerden biriydi. Toplantının İran’a yönelik ABD askerî tehditlerinin gittikçe şiddetlendiği bir dönemde gerçekleşmesi, dikkatleri Hazar Denizi ile ilgili bu teknik toplantıdan çok Putin’in İran’a gidip gitmeyeceğine, gitmesi durumunda ne gibi mesajlar vereceğine yöneltti. Stalin’in 1943 yılında yaptığı ziyaretin ardından Putin, İran’a giden ilk Rus devlet başkanı oldu. Tahran’ı ziyaretinden bir hafta önce kendisiyle Moskova’da görüşen Fransa Cumhurbaşkanı (yeni neo-con!) Nicolas Sarkozy’nin bu geziden vazgeçmesi yönündeki ısrarlarını göz ardı ederek ve kendisine yönelik suikast tehditlerini ciddiye almadan İran’a gitmesi bile ABD için yeterince can sıkıcıydı. Putin’in işbaşına gelmesinden bu yana mesafeli olan Rusya-ABD ilişkileri özellikle son dönemde iyice gerilmiş durumda. İlk bakışta ABD’nin Doğu Avrupa ülkelerine kurmayı planladığı füze kalkanı sisteminin bu gerilime sebep olduğu düşünülmekle birlikte, meselenin 21. yüzyıla ait vizyon farklılığından kaynaklandığında kuşku yok. Rusya’nın Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması (AKKA)’ndan çekilmesi, Putin’in Rus stratejik bombardıman uçaklarına sınırlarda silahlı olarak uçma emri vermesi, yine geçtiğimiz günlerde Moskova’da yapılan ikili görüşmeler öncesinde ABD Dışişleri Bakanı Rice ile Savunma Bakanı Gates’i 45 dakika bekletmesi Rusya ve ABD arasında soğuk rüzgarların estiğinin göstergeleri olarak kabul edilebilir. ABD kendisini tek kutuplu dünyanın tartışılmaz patronu olarak görürken; Sovyetler’in dağılmasının ardından yaralarını büyük ölçüde sarmayı ve ekonomisinde ciddi ilerlemeler kaydetmeyi başaran Rusya; Çin ve Hindistan gibi potansiyel küresel güçler ile İran ve Türkiye gibi bölgesel güçleri yanına çekmeye ve ABD’nin tek yanlı politikalarını engellemeye çalışıyor.
Rusya, Ortadoğu’da gün geçtikçe yayılan enerji eksenli çatışmaların ABD’nin bölgeyi yeniden dizayn etme çabalarının sonucu olduğunun farkında ve ileriki dönemde kendisine yönelik harekete geçilmesinden çekiniyor. Putin bir konuşmasında “ABD’nin Sibirya’daki büyük enerji kaynaklarına ilgisini bildiğini ancak Rusya’nın Irak olmadığını, kendisini koruyabilecek durumda olduğunu” söyledi ki bu sözler Soğuk Savaş sonrası dönemin en sert açıklamalardan birisi olarak kaydedildi.
Rusya’nın ABD karşısındaki konumunu güçlendirebilmek amacıyla Çin, Hindistan ve Orta Asya ülkeleri ile olan ilişkilerini geliştirmeye çalıştığı dikkatlerden kaçmıyor. Ekim ayının başlarında Tacikistan’ın başkenti Duşanbe’de eş zamanlı gerçekleştirilen Bağımsız Devletler Topluluğu ve Avrasya Ekonomik Örgütü toplantılarında Rusya’nın benzer hedefler doğrultusunda görüşler dile getirmesi ve Kazakistan Devlet Başkanı Nur Sultan Nazarbayev’in BDT’nin bölgede ulaşım ve enerji altyapılarını geliştirmeye öncelik vermesi gereği üzerinde durması yalnızca Rusya’nın değil Orta Asya’daki birçok ülkenin de Batı’ya daha mesafeli politik ve ekonomik işbirliği modelleri arayışında olduğunu gösteriyor. Moskova’nın bu konudaki en büyük kozu ise sahip olduğu büyük enerji rezervleri ile yüksek askerî teknoloji. ABD’nin siyasi olarak sorunlu gördüğü ülkelere silah satışı yapmaması Rusya’ya bu alanda büyük fırsatlar sağlıyor. Nitekim Rusya’nın Çin ve Hindistan gibi ülkelere yüksek meblağlar karşılığında savaş uçakları ve füze teknolojileri dâhil gelişmiş silahlar sattığı biliniyor. Moskova yaklaşık altı ay önce de Tahran’a ileri teknoloji ürünü TOR-M1 hava savunma sistemleri satmış; bu durum İsrail ve ABD’nin tepkisine yol açmıştı.
Putin, hem Cumhurbaşkanı Ahmedinejad hem de dinî lider Hameney ile yaptığı görüşmede İran’ın nükleer silah geliştirdiğine dair hiçbir kanıtın bulunmadığını ve Rusya ile Hazar’a komşu diğer ülkelerin İran’a muhtemel saldırı durumunda topraklarını kullandırmayacağını açıkladı. Bu ifadeler gün geçtikçe yalnızlaşan İran’ın diplomatik bir başarısı ve Rusya’nın Washington’a karşı tavır alması olarak yorumlandı. Nitekim bu açıklamaların hemen ardından George W. Bush, Putin’in mesajını aldığını ihsas ettirircesine “Dünya liderlerinin İran’ın nükleer silah elde etmesini engellemek için bir adım atmamaları durumunda 3. Dünya Savaşı’nı başlatmanın sorumluluğunu tek başına üstleneceğim” diyerek hem İran’ı hem de dolaylı olarak Rusya’yı tehdit etti. Diğer yandan Bush’un bu sözleri, İran’a karşı gerçekleştirilecek muhtemel bir operasyonun hiçbir zaman sınırlı bir operasyon olamayacağı yönündeki görüşlerin teyidi olarak da değerlendirilmeli. Yine bu bağlamda Devrim Muhafızları Füze Birlikleri Komutanı Çaharbaği’nin “İran’a saldırının daha ilk dakikasında düşman hedeflerine on bir bin roket ve top mermisi düşecektir” açıklaması da İran’ın sınırlı savaş stratejisi seçme hatasına düşmeyeceğini gösteriyor.
Putin, İran’a verdiği desteğin sınırsız olmadığını belli etmekten de çekinmedi. Rus şirketlerin çoktandır tamamlamaya yanaşmadığı Buşehr’deki nükleer tesisin ne zaman faaliyete geçeceğini soran İranlı gazetecilere, annesine bile herhangi bir konuda söz vermediğini söyleyerek yanıt verdi. Tesislerin planlanan zamanda bitirilmemesinin siyasi değil teknik nedenlerden kaynaklandığını savunan Putin, inşaatın kesin olarak bitirileceğini ancak zamanın henüz net olarak bilinmediğini söyledi.
Son olarak bu yazı kaleme alınırken duyulan ve Türk kamuoyunda büyük infiale yol açan Hakkari Dağlıca’daki PKK saldırısının Türkiye ile Rusya ve İran arasında son yıllarda gözlemlenen yakınlaşmayı daha da artıracağı aşikâr. ABD ve Avrupalı sözde müttefiklerin bilinen tutumlarını sürdürmeleri durumunda, Türkiye’nin İran ve Suriye gibi bölgesel güçlerin desteğine her zamankinden daha fazla ihtiyacı olacaktır.
Paylaş
Tavsiye Et