Konuşan: Hilal Turan
Hocam, Türkiye’deki mevcut siyasal kültür ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye bugün süratle bir siyasi ve felsefi senteze doğru koşuyor. Ülkede ilk defa yeni bir nesil liberal ve demokrat, düşüncelerini serbestlikle ifade edebileceği bir ortam yaşıyor. Bu sürecin 1980’lerin ortalarında başladığını söyleyebiliriz. Bu kuşağın yetişmesini mümkün kılan birçok faktör var tabii. Öncelikle ekonominin 2001 krizini atlattıktan sonra neredeyse hiç durmadan gelişmesi bunun maddi imkanlarını hazırladı. Benim kuşağım bu imkanlara sahip değildi. Rahat kitap veya gazete bulamazdık bile. Şu anda yayınevlerinin sayısında inanılmaz bir artış var. Bu kitap bolluğu düşünebilen, düşüncelerini kağıda aktarabilen ve bunları da okuyan bir kitlenin varlığını gösteriyor. Bu çok büyük bir gelişme. Şimdi öyle yazılar okuyorum ki bunları bundan 30 sene evvel bırakın yazmayı, düşünmeyi bile tahayyül edemezdik. Demek ki büyük bir değişim söz konusu maddi imkanlar açısından.
Peki, siyasi imkan açısından?
Siyasi imkan da nihayet halkoyunun açık seçik ortaya çıkması ve istediği yöne ulaşmasıdır. Özal dönemine kadar siyasi partileri yöneten kadrolar, ufak tefek istisnalar haricinde aynı toplumsal gruba mensuptular. Bazıları biraz daha demokrat, bazıları biraz daha sol, bazıları daha İslamcı olmakla beraber aynı toplumsal kesimlerdendiler; toplumun özünden yani halktan gelen yöneticiler çok azdı. Osmanlı zamanında da böyleydi. Mektep görmüş ve aynı zamanda iyi ailelerden gelen bu kişiler, daima halk adına konuşabiliyorlardı ve halk da bunlara “Pekâlâ” diyordu. Çünkü bizde bir cemaat ruhu vardır. Cemaat, dinî, siyasi ya da meslekî olabilir. Mesela aşiretler de birer cemaattir. Cemaat, kişileri birbirine bağlayan, dayanışma sağlayan bir manevi unsurdur.
Cemaatin noksan tarafı ise daima cemaat başkanının sözüne itimat edilmesidir. “Bizim adımıza o konuşsun” diye düşünür cemaat üyeleri. Cemaatin ne istediği açık değildir o yüzden. Bizde de bu cemaat ruhu fazlasıyla var. Eskiden genellikle kasabalarda, köylerde siyaset ve parti işleri o toplumun büyüğüne bırakılırdı. O kimi öneriyorsa ona oy verilirdi. Peki, bu çıkmazdan nasıl kurtulunur? Bunun için siyasete gerçekçi bir unsur sokmak gerekir. Türkiye’de sol hiçbir zaman büyük bir kitleyi ardına alamamıştır; ama bence solun en büyük fonksiyonu, bilhassa 1960’larda siyaset anlayışına gerçekçi, maddiyatçı, akılcı, dünyevi bir unsuru sokmasıdır.
Türkiye’de sol bu bahsettiğiniz cemaat yapısından ne kadar ayrılabildi sizce?
Sol bu yapının dışına çıkamamıştır; ama onun en büyük hizmeti gerçekçi düşünceyi Türkiye’de İslamcı kesime vermesidir. Çünkü milliyetçi ve İslamcı kesimler 1960’lara, hatta 70’lere kadar tamamıyla duygusaldılar. İmajlar, semptomlarla hareket ediyorlardı. “Vatan uğruna, din uğruna” denilince akan sular dururdu. Yahut da “Filanca âlim şöyle dedi” denilince muhalefet olmazdı. Ama sol işin başka bir yönünü gösterdi bu kesimlere. “Burada sefalet, açlık, istismar, gelişme ihtiyacı, sınıflar var; bir sınıf diğerini sömürüyor” dedi. Tabii bunlar söylenince diğer kesimler karşılık verme ihtiyacı hissediyorlardı. Türkiye’de yaşanan bence en güzel gelişme buydu. Gerçekçi düşünce ve bu düşünceyi körükleyen unsurlar arttı. Ama yine de yönetici kadrolar hiç değişmiyordu. Mesela 1960’lı yıllarda yapılan Türkiye İşçi Partisi’nin bir ana toplantısına ben de merak ederek gitmiştim. Baktım etrafta bir sürü köylü kılıklı, işçi adamlar var; onlar da merak edip gelmişler. Sonra bir de baktılar; lüks otomobillerle kürklü hanımlar geliyor. İşçi partisi güya, yani proleter parti. Tabii oradakiler “Ya bunlar mı bize hak, adalet getirecek” deyip çekip gittiler. Yani o beğenmedikleri işçi adamlar, kendilerini gerçekten temsil edebilecek adamları arıyordu.
İdeolojiler de dönüştü mü bütün bu süreçte? Mesela İslamcılık nereye evirildi?
Muhakkak. Bugün Türkiye’de İslamcı olarak nitelendirebileceğimiz kesim, muazzam derecede demokratlaştı, ehlileşti ve İslam’ı ön planda tutmayan siyasete çok yakınlaştı.
Peki, Kemalizm’in şu anda bulunduğu çizgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kemalizm de değişti bu süreç içerisinde. Demokratik ve halkçı grup, eski Kemalist kesimden çok daha geniş bir tabana yayılıyor. Fakat küçük bir grup var ki bunlar en hassas mevkilerde bulunan ve hâlâ güçleri olan, etkili kimseler. Ama bunların da gücü gün geçtikçe azalıyor. Çünkü son birkaç seneden beri bu kimselere karşı çok büyük bir tepki var. Zira Türkiye’de gerçek demokrasiye karşı ciddi bir yönelim oldu.
Türkiye’de halkçı tavırlar her zaman siyasette ön plana çıkmıştır. Demirel mesela gayet halkçı bir liderdi. Fakat onda da yine eski elitlere ait tutumlar vardı. Özal’la birlikte ise gerçek manada halk arasından çıkmış elitler, partilerde ve çeşitli idari mevkilerde görev almaya başladılar. Bunlar büyük ölçüde, köylerden şehirlere göç etmiş kimselerdi. Halkın bağrından kopup gelmiş; toplumun genelinde olan tutumları, duyguları temsil eden yöneticilerdi. Entelektüel açıdan çok da gelişmiş oldukları söylenemez tabii. Ama halkla birleşmiş olmaktan gelen bir güven duygusu taşıyorlardı. O büyük kitleyle bir olmanın verdiği güç, çok mühim bir şeydir. Bu kimseler halkın maddi ihtiyaçlarına cevap vermeyi de ön plana koydular. Bu özellikle Erbakan’la başladı. Refah Partisi’nin 1995 genel seçimlerinde aldığı %21,4’lük oyu bununla açıklayabiliriz. Ama Erbakan herhangi bir şekilde büyük bir devrimi başarabilecek birisi değildi. Çünkü o da eski elitlerden geliyordu ve dini tamamıyla siyasi bir araç olarak kullanıyordu. Faydaları da olmuş olabilir Türk siyasetine; fakat genel istikamet buydu.
AK Parti nasıl bir süreçte ortaya çıktı ve Türk siyasetindeki konumu nedir?
Refah Partisi çizgisinden neşet eden AK Parti 2002’de ciddi bir seçim zaferi kazandı. Çok kritik bir zamanda akla karayı seçmek gibi oldu bu seçimler. Halktan gelen bu grup, o cemaat ruhunu da muhafaza ederek ön plana çıktı; fakat iki şeyi daha öne sürdü: Ekonomik gelişme ve demokratik haklar. Peki, acaba bu adamlar geldikleri yeri biliyorlar, anlıyorlar mı? Onları iten gücü doğru dürüst ölçebiliyorlar mı? Bu konuda şüphem var doğrusu. Bütün bu gelişmelere sosyal, ideolojik, dinî boyutun yanında entelektüel akıl boyutu açısından da bakmak gerekir. Bu muazzam değişimi sadece Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan üzerinden okuyup anlamlandıramayız; bunlar tesadüfen değişimin öncülüğünü yaptılar. Bunu biraz da farkında olmadan, bu hızlı değişimin akışında sürüklenerek yaptılar. 2002 seçiminden 22 Temmuz’a kadar yaşanan gelişmeler ve nihayet son seçimler çok önemli bir şekilde halkoyunu ilk defa ön plana çıkardı. 22 Temmuz’da halk adeta inadına “Siz bazı yürüyüşlerle, toplantılarla bizi korkutmak mı istiyorsunuz, biz de size korkmayacağımızı göstereceğiz” deyip AK Parti’ye %47’ye yaklaşan bir oranda oy verdi. Bu çok mühim. Ben bile beklemiyordum bu oranda bir oyu. En fazla %40’ı bulabilir diye düşünüyordum. %47 çıkınca hayret ettim ve bir o kadar da sevindim. Neticede AK Partili değilim ben; ama Türkiye’nin ileriye gitmesine ve demokratikleşmesine yardım ettiği sürece onu savunurum. Velhasıl eğer durum bu şekilde gider ve AK Parti’nin başında bulunanlar toplumun elit kesimlerinin de ne düşündüklerini, neden korktuklarını, ne beklediklerini, neyi beğenmediklerini daha iyi anlamaya çalışırlarsa çok daha başarı sağlarlar. Çünkü her şeye rağmen bu kişilerde eksik bir entelektüel boyut var. Bakınız hâlâ eski devlet felsefesiyle şaşaalı gösteriler yapıyorlar. Erdoğan ve Gül’ün çocuklarının nikah törenlerinde mütevazılıktan eser yoktur örneğin. Bu durum, bu kişilerde hâlâ “devletlü mantalitesi” olduğunu gösteriyor.
Türkiye’nin büyük bir değişimin eşiğinde olduğunu söylüyorsunuz. Osmanlı’nın son döneminde değişimin öncüsü olan ordu ve medya, günümüzde yaşanan bu değişimin neresindeler?
Harflerle örtüştürürsek eğer; toplum bu değişimin aşağı yukarı R’sinde S’sinde, öbürleri ise hâlâ B’de duruyorlar.
O halde şu an değişimin temel unsuru toplum diyorsunuz. Değişime taraf olma konusunda Osmanlı’nın son dönemine kıyasla bir yer değiştirme mi var?
Evet, toplum çok hızlı değişiyor ve muazzam güçlere sahip artık. Medyada ise büyük entelektüel zaaflar var. Mesela çok fazla köşe yazarı var gazetelerde; ister istemez bu kadar çok ve entelektüel açıdan sığ köşe yazarına ne lüzum var diye düşünüyorsunuz. Ama onlar önünde sonunda topluma tâbiler. Ordunun durumu ise daha güç. Fakat yine de ben ordu açısından ümitliyim. Çünkü ordu içinde ne olup bittiğini, bazı kumandanların ne düşündüğünü bilmiyoruz.
Farklı görüşler olabilir mi diyorsunuz ordu içerisinde?
Şüphesiz ki var. Yani bir yerde ordunun da bu değişime uyması gerekiyor. Siyasetin dışında olması gerektiği halde, siyasetle ilgili her şeye karışan bir ordu mantalitesi artık sürdürülemez.
Paylaş
Tavsiye Et