PAKİSTAN bugünlerde çok hassas bir dönemden geçiyor. Ülkenin içinde bulunduğu bu durum sadece halihazırdaki hükümeti değil, ABD’nin sözde “terörle savaşı”nı da ciddi manada tehdit ediyor. Pakistan Devlet Başkanı General Pervez Müşerref’in 3 Kasım’da olağanüstü hal ilan etmesi, zannedildiği gibi yargının kendisine üçüncü kez cumhurbaşkanı olma imkanı tanımayacağı kanısından değil, esasında ABD’nin bölgede verdiği önemli sınavdan kaynaklanıyor. Çünkü ABD’nin teröre karşı savaşının eksenini oluşturan Müşerref’in Pakistan’daki askerî rejiminin devrilmesi, “terörle savaş”ın resmî olarak kaybedildiği anlamına gelecek. Müşerref, 11 Eylül 2001 saldırılarından bu yana, rejimine yönelik Batı’nın, özellikle de ABD’nin desteğini sağlamak için “terör tehdidi”ni sürekli kullandı. Şimdiye dek teröre karşı savaşında 600 milyar dolar harcayan ABD’nin Pakistan’a verdiği mali yardım 16 milyar dolar civarında. Bu paranın çoğunluğu da ihaleleri ve projeleri üstlenen Amerikan şirketlerine aktı. Geriye kalanı ise hâlâ Müşerref’in etrafını saran entrikacı dostların cebine gidiyor. Ancak Pakistan’ın eski Askerî İstihbarat Şefi Hamid Gül, bir TV kanalına yaptığı açıklamada, ABD’nin halk desteğini yitirmiş bir kişiye yardımının daha fazla devam etmeyeceğini söyledi. Müşerref’in bundan dolayı koltuğunu bırakmak istemediğini belirten Gül’ün, ABD’nin 1979’daki İran Şahı’nın devrilmesi tecrübesinin bir benzerini Pakistan’da Müşerref ile yaşayacağı kehaneti ise dikkat çekiciydi.
Ancak Müşerref’in ‘güvenlik’, ‘terör’ ve ‘istikrar’ bahanesiyle postal gölgesine mahkum ettiği Pakistan’ı çok zor günler bekliyor. Zira onun 1999’da gerçekleştirdiği darbe ile sürgüne gönderdiği iki önemli muhalif lider Pakistan’a geri döndü. Halk Partisi lideri Benazir Butto ABD, Pakistan Müslüman Birliği Partisi lideri Navaz Şerif de Suudi Arabistan’ın desteğini arkalarına alarak ülkelerine geri geldiler. Müşerref ise her iki liderden cumhurbaşkanlığı koltuğuna dokunmayacaklarına dair güvence almak istiyor. Bu tavırlarıyla beş yıl daha devlet başkanlığı koltuğunda oturmak için her şeyi göze almaya razı olduğunu gösteren Müşerref, imkansız yollara başvurmaktan da imtina etmiyor ve hem kendisinin hem de ülkenin geleceğine ciddi bir darbe vuruyor.
Muhalefet Çok Dağınık
Ülkede başını Müslüman Birliği Partisi lideri Navaz Şerif’in çektiği ve İslamcı 6 partinin de içinde bulunduğu 32 muhalefet partisinin Müşerref’e karşı başlattığı Tüm Partiler Demokratik Hareketi, önümüzdeki günlerde büyük gösteriler yapmaya hazırlanıyor. Siyasi partilerin yanı sıra özellikle de hâkimler, avukatlar ve medyadan gelen tepkilerin bastırılamaz hale gelmesi durumunda Müşerref’in dayanması zor görünüyor.
Ancak, 3 Ocak’ta yapılması kararlaştırılan seçimlere çok az bir süre kalması muhalefeti bölebilir. Şimdiden muhalefet partileri seçimi boykot edip etmeme konusunda ikiye ayrılmış durumda. Müşerref ise muhalefetin bu girişimleri karşısında 2002 yılında yaptığının bir benzeri olarak seçimlerde hileli mühendislik oyunlarına başvurmayı kafasına koymuş gibi duruyor. Hiçbir partinin tek başına iktidar olmasını istemeyen Müşerref, yaptıkları kısa ittifakın suya düşmesi üzerine ülkede tek büyük muhalefet lideri olarak kalan Butto’yu dizginlemek için, havaalanından tekrar sürgüne gönderdiği Navaz Şerif’in Pakistan’a dönmesine bu kez göz yumarak güçlü bir muhalefetin oluşmasını engelliyor.
İslamcı 6 partinin tek çatı altında birleştiği Muttahida Meclis-i Amel Partisi (MMA)’nin genel sekreteri Mevlana Fazlurrahman’ın ise bu seçimlere tek başına girmesi bekleniyor. Fazlurrahman, Taliban’ın ve ülkedeki kabile bölgelerinde yer alan ağaların en büyük destekçisi olduğundan, liderliğini yaptığı İslam Ulema Birliği ve Ulusal Halk Partisi ile ittifak kurmak için hem Butto hem de Müşerref kolları sıvamış durumda. Müşerref, anlaşılabilir bulduğu ve sık sık övdüğü Fazlurrahman’ın partisinin muhalefet arasında kalmasını ve MMA’nın yerine etkin olmasını istiyor.
Analistler ise Müşerref’in istediği bir hükümeti kurması halinde bile ülkede istikrarı sağlayamayacağını belirtiyorlar. Müşerref devlet başkanlığı koltuğunda olduğu müddetçe koalisyon partilerinin birbirleriyle anlaşmalarının zor olduğunu belirten analistler, ABD adına halkıyla karşı karşıya gelen bir hükümetin sorunlar yaşamaya devam edeceğini vurguluyorlar.
Ülkede tekerrür eden entrikaların tehlikeli sonuçlar doğuracağını gören Batı da artık Müşerref’e karşı mesafeli duruyor. Zira mevcut sürecin Pakistan’da giderek yayılan ABD ve Batı karşıtı düşünceleri daha da körükleyeceği çok açık. Batılı güçler, Müşerref’in bir an önce rotasını değiştirmemesi halinde, ülkedeki dinî partilerin seçimlerden güçlenerek çıkacağını biliyorlar. Bundan dolayı da bu güçler Pakistan’daki medya, sivil toplum örgütleri, siyasi partiler ve yargı organlarındaki liberal güçleri orduya karşı desteklemeye çalışıyorlar.
Hindistan Süper Güç Olurken, Pakistan Bölünüyor
Kadim Hindistan’ın 1947 yılında İngilizler tarafından bölünmesi yıllardır herkesin zihninde bir şüphe olarak durdu. Uzmanlar, yüzyıllardır aynı tarihi ve coğrafyayı paylaşan insanların nasıl olup da bir gecede ayrıldıklarına bir anlam vermekte hep zorlandı. Ayrılmanın fiilen gerçekleşmesiyle birlikte her iki ülke birbirine karşı amansız birer düşman kesiliverdi ve silahlanmaya başladı. Keşmir sorunu da iki ülke arasındaki düşmanlığı hep körükledi ve üç kez savaş yaşanmasına yol açtı.
Bugün her iki ülkenin bağımsızlığını ilan etmesinin üzerinden tam 60 yıl geçti. İki ülkedeki gelişmeleri kıyasladığımızda, sonuç Pakistan için hakikaten hazin. Hindistan başta ekonomi, siyaset ve teknoloji olmak üzere birçok alanda Pakistan’ı geride bıraktı ve artık bir süper güç olarak anılmaya başlandı. Ekonomik açıdan baktığımızda Hindistan’da kişi başına düşen GSMH yıllık 4 bin dolar iken, Pakistan’da 3 bin dolar. (Hindistan’ın nüfusu 1 milyar 300 milyon, Pakistan’ın ise 170 milyon dolayında.) Hindistan’ın yıllık ekonomik büyüme oranı %9 iken, Pakistan’ınki %5’i aşmıyor.
Siyasi açıdan bakıldığında ise Hindistan kurulduğu günden beri demokratik bir gelişim gösterip nispi bir siyasi istikrarı sağlamışken, Pakistan hep askerî darbelere gebe oldu. 1958 yılında Eyüp Han’ın başlattığı darbeler geleneği ile Pakistan tam beş kez askerî darbeye tanıklık etti. İlk iki darbenin ardından geçmişte “Doğu Pakistan” olarak adlandırılan Bangladeş’i kaybetti. Müşerref’in son iki darbesinin ardından ise Hindistan karşısında tamamen zayıfladı.
Hindistan ise Jawaharlal Nehru’nun uzun süreli yönetimi (1947-1964) sayesinde sağlam raylara oturdu. İlk iki başbakan, Indira Gandi ve oğlu Rajiv Gandi jeopolitik nedenlerle (ilki 1984’te Sihler, ikincisi ise 1991’de Tamiller tarafından) öldürüldülerse de ordu güçlü olmasına rağmen iktidarı ele alma yoluna gitmedi. Hindistan’da kısa vadeli siyasal istikrarsızlıklar görülse bile denge kısa zamanda tekrar kuruldu. İki ülke arasındaki bu ciddi farklılıkları anlamlandırabilmenin yolu ise küresel güçlerin bölgedeki mücadelesini anlamaktan geçiyor.
Paylaş
Tavsiye Et