ÖNCE sorunu tanımlamakla başlayalım: Ülkemiz (şimdilik!) genç bir nüfusa sahip. Buna göre, doğru tasarlanmış bir Sosyal Güvenlik Sistemi (SGS), açık vermek yerine, aynı dönemde fon birikimi sağlayarak ekonomiye olumlu katkıda bulunmalı, toplumsal kesimler arasında ise adaleti sağlamış olmalıydı. Oysa son on yıldır bizzat SGS’nin kendisi ülke ekonomisinde istikrarsızlık ve adaletsizlik kaynağı oldu. Gerekli ve hatta geç kalınmış bir ihtiyaç olan SGS reformunun temel amacı adil, kolay erişilebilir, yoksulluğa karşı daha etkin koruma sağlayan, mali açıdan sürdürülebilir bir SGS’ye ulaşmaktır. Sürdürülebilir bir SGS oluşturmak, bu meyanda açıkları GSMH’nin belli düzeyinde sabitlemek, temel bir reform gerekçesidir. Türkiye’de SGS’ye giren gelir, milli gelirin %7’si düzeyinde. Ancak yapılan ödemeler milli gelirin %12’si civarında olduğundan, açığın değeri 2004 yılında milli gelirin yaklaşık %5’i civarında gerçekleşti.
SGS’nin açık verme nedeni ise tam bir “Türkiye sendromu”. Sorunun temelinde Süleyman Demirel’in rey almak uğruna getirdiği erken emeklilik sistemi yatıyor. Bilindiği üzere yaşlılık sigortası, yaşlanma sonucu çalışamayacak durumda olan kişilerin ekonomik kaybını bir dereceye kadar telafi etmek içindir. Oysa bugün erken emeklilik sonucunda orta yaşlı, hatta genç insanlar yaşlılık aylığı alıyorlar. Erken emekliliğin ise üç temel yıkıcı sonucu bulunuyor:
(i) Sistemin aktif/pasif dengesi bozuluyor: Sosyal güvenlik kurumları prim gelirinden mahrum oluyor ve prim aldıkları süreden daha uzun süre yaşlılık aylığı ödemek zorunda kalıyorlar. Türkiye OECD ülkeleri arasında en uzun süre emekli maaşı ödeyenlerden biri. SSK’dan emeklilerin %62’si, asgari emeklilik yaşı olan 58-60 yaşın altında.
(ii) Emek piyasasında adaletsizlik: Erken yaşlarda emekli olanlar çalışmaya devam ediyor. Ancak bu yasa nedeniyle gençlere kıyasla iş deneyimi daha fazla olan “genç emekliler”, kayıt dışı olarak daha düşük ücretlerle çalışmayı kabul ettiğinden istihdamın yapısı gençler aleyhine bozuluyor.
(iii) Enflasyonu körükleyen açıklar: SGS’nin yaşadığı finansman sorunu, kamu finansmanı üzerinde yarattığı baskıyla başta enflasyon olmak üzere, diğer temel ekonomik göstergeleri olumsuz etkiliyor.
Demografik Alarm
Türkiye’de emeklilik sistemi mali açıdan dengede olsa bile, demografik yapıdaki değişimler nedeniyle sistemde köklü değişiklikler yapmak zorunluluğu yine var. Türkiye nüfusu diğer birçok gelişmiş ülkeye kıyasla hızlı yaşlanıyor. Yaşlıların (65 yaş ve üstü kişilerin) toplam nüfus içindeki payının %7’den %14’e ulaşması Fransa’da 115, Batı Almanya’da ve İngiltere’de 45 yıl, ABD’de 75 yıl sürmüşken; Türkiye’de bu, 25 yılda gerçekleşecek. Ancak bu tehdit ortaya çıkana kadar ülkemizin önünde “demografik fırsat penceresi” olarak adlandırılan bir dönem bulunuyor. Önümüzdeki 20 yıl çalışabilir nüfusun artacağı bir dönem yaşanacak. Bu 20 yıllık dönem, aynı zamanda gerek büyüme hızının gerekse toplam tasarrufların yükselmesi, dolayısıyla SGS’nin fon birikimi sağlaması gereken bir dönem. Bu fırsat dönemi 2025 yılından sonra çalışanlara bağımlı olan nüfusun toplam nüfus içindeki payının hızlı artmaya başlamasıyla sona erecektir. O halde önümüzde bir kereliğine açılacak olan bu fırsat penceresinden en iyi şekilde yararlanmak için de SGS reformu zorunlu. Bu meyanda, 2007 yılında 26 milyar YTL’ye ulaşacağı tahmin edilen açıkların kapatılması gerekiyor. SGS’ye merkezi kamu bütçesinden ayrılacak kaynağın öngörülebilir olması ve bu açığın aynı zamanda belli bir büyüklüğü aşmaması çok önemli. Buna göre uzun vadede, SGS’ye devlet katkısı milli gelirin %1’i ile sınırlandırılıyor.
Reformun ikinci gerekçesi olan adaletin teminine gelince, SGS’nin en önemli amacının göreli ve mutlak yoksulluğu azaltmak olduğu açık. Son birkaç yılda kaydedilen göreceli iyileşmeye rağmen, Türkiye milli gelirin en adaletsiz dağıldığı ülkelerden biri. Hâlâ gelirin %80’ini nüfusun %20’sinin alması bu adaletsizliğin en açık göstergesi. Gelirin adil paylaşımının ve yeniden dağıtımının en etkin yolu ise SGS’den geçiyor. Sosyal güvenlik bir nevi “zenginden alıp fakire vermek” için araçtır. Açık vermeyen, hatta fazla veren bir SGS bu fonksiyonunu başarıyla yerine getiriyor demektir. Oysa Türkiye’deki sistem bu görevi ifa edemiyor. SGS’nin açıkları için her yıl oldukça büyük miktarlarda kaynak aktarıldığı halde ülkemizde yoksulluk oranı oldukça yüksek. Sosyal yardım ve hizmetler de dâhil olmak üzere, ülkemizde sosyal güvenlik kurumlarının 2005 yılındaki toplam harcamalarının milli gelire oranı %12,1 gibi yüksek bir düzeyde olmasına karşın, mevcut sistem yoksulluğu önlemek konusunda yeterince etkili değil.
Türkiye’de kendi hesabına çalışanlar, ücretsiz aile işçileri ve yevmiyeli çalışanlar arasında yoksulluk riski, işsizlerden daha yüksek. 2005 verilerine göre bu üç kesimde çalışanların %76’sı kayıt dışında. Yoksulluk riskinin en düşük olduğu iki grupsa, işverenler ile ücretli ve maaşlı çalışanlar. Oysa SGS aracılığı ile aktarılan kamu kaynakları büyük oranda emeklilik sistemi açıklarını finanse etmek amacıyla kayıtlı çalışma ve emekli olma olanağını yakalamış bu kesime yönelik. Bugün devlet memurları için tasarlanmış olan Emekli Sandığı sisteminde, toplam nüfusun %18’i sosyal güvenlik kapsamında. Ancak toplam sosyal güvenlik açığının %42’si buradan kaynaklanıyor. Yani memurlar diğerlerinin aleyhine, “eşitler arasında daha eşit” konumunda bulunuyor. Bir başka ifadeyle, gerek emeklilik gerekse sağlık sistemimizin kaynakları toplumun görece daha iyi durumdaki kesimlerine aktarılıyor.
Daha da kötüsü bütün vatandaşların SGS kapsamında olmaması. Keza, olanlar arasında da haklar ve yükümlülükler adil dağıtılmış değil. Üç farklı sosyal güvenlik kurumunun uyguladığı beş farklı sosyal sigorta kanunları arasında nimet külfet dengesinin olmaması, diğer bir ifadeyle ‘norm’ ve ‘standart’ birlikteliğinin eksikliği dikkat çekici boyutta. Örneğin, en çok prim ödeyen Bağ-Kur’luya en az aylık, en az prim ödeyen kamu görevlisine en çok aylık veriliyor.
İşte bütün bunları ortadan kaldırmak üzere, tüm nüfusu kapsayan tek bir emeklilik ve sağlık sistemi, muhtaçlığa dayalı ve adil bir sosyal yardım sistemi ile sosyal güvenlik kurumlarının tek çatı altında birleştirilmesini içeren oldukça kapsamlı bir reform gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Çok sayıda yenilik getiren reform, AB’ye uyum amacı da taşıyor. Bu yönüyle değerlendirildiğinde, Cumhuriyet tarihinin en önemli ve en kapsamlı sosyal güvenlik reformu ile karşı karşıyayız. Amaçlanan reform ile mevcut kazanılmış hakların korunacağı, sistemin olumlu etkisinin tedricen 2030 yılları gibi ortaya çıkacağı da ifade edilmeli. Yeni sistem çok da temel olmayan birtakım eksiklikler içeriyor. Ancak, bütün bunlara rağmen bu büyük fırsatın değerlendirilmesi ve reforma destek olunması gerekiyor.
Paylaş
Tavsiye Et