Kitap
Andrew Hess
Türkçesi: Özgür Kolçak
İstanbul: Küre Yayınları, 2010
İnsanların mekânla kurduğu ilişki, yalnızca kişisel tarihlerinin değil, kolektif tarihlerinin de belirleyici bir unsurudur. Bu ilişkiyi en veciz şekilde ifade edenler hiç şüphesiz ki sanat eserleridir. Bazen bir resim, bazen bir şiir, bazen de bir roman, insan-mekân ilişkisine dair çarpıcı gözlemlerle muhatabını baş başa bırakabilir. Bilimsel alan söz konusu olduğunda ise dikkatini insan-mekân ilişkisine yönelten disiplinlerin başında tarih gelir. Tarih insanlığın serencamına dikkat kesilirken onu mekândan bağımsız bir varlık olarak görmez. Aksine zaman ve mekân, tarihin belirlemek kaygısında olduğu iki temel unsurdur. Ne var ki değişik tarih ekollerinin mekân konusundaki yaklaşımları farklılıklar arz edebilir. Kimi ekoller mekânı yalnızca tarihî olayların meydana geldiği zemin olarak ve teknik bir konu olarak düşünürken, kimi ekoller mekânı tarihî olayları belirleme yetkinliğine sahip önemli bir parametre olarak görürler. Nerede, ne zaman, kim sorularının ötesinde, nasıl sorusunun da cevabını arayan bu yaklaşım içerisinde mekân, başlı başına belirleyici bir öğedir.
Mekânın bu önemli konumunu fark edenlerin başında hiç şüphesiz ki Fernand Braudel gelmektedir. Braudel’in çığır açan çalışması Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, tarihçilerin bakışını Akdeniz havzasına yöneltmiştir. Braudel söz konusu çalışmada kültürel birlik yaklaşımını benimsemiş ve Akdeniz’in, bölgesindeki toplumların tarihinde bütünleştirici bir rol oynadığı tezini işlemiştir. Ne var ki bu yaklaşım sonraki kuşaktan gelen kimi tarihçiler tarafından eleştirilecektir. Andrew Hess bu tarihçilerden biridir. Hess, Braudel’in aksine 16. yüzyılda Akdeniz Dünyası’nın birbirinden kopuk ve içine kapalı iki rakip kültür sahasına dönüştüğünü iddia etmektedir. Söz konusu iddialarını temellendirmek için kaleme aldığı çalışma ise dilimize Unutulmuş Sınırlar olarak tercüme edilen eserdir.
Küre Yayınları’nın Deniz Tarihi Araştırmaları serisinden çıkan ve 16. Yüzyıl Akdeniz’inde Osmanlı-İspanyol Mücadelesi alt başlığını taşıyan çalışma, genel olarak tarihe ve özelde Akdeniz dünyası araştırmalarına ilgi duyan okuyucuların mutlaka okuması gereken bir çalışma.
Tavsiye Et
Yavuz Bahadıroğlu
İstanbul: Nesil Yayınları, 2010
Dünyanın ve insanlığın gidişatı hakkında düşünen ve bu konuda söz söyleme yetkinliğine sahip olan çok sayıda fikir insanı var. Hemen hemen hepsinin üzerinde ortaklaştığı noktaların başında yozlaşma sorunu geliyor. İnsanlığın karşı karşıya kaldığı çürüme ve bozulma karşısında ortaya atılan çözüm önerileri ise bir hayli fazla. Kimi yaptırımları etkin hale getirmekten, yasal düzenlemeler yapmaktan, önleyici tedbirler almaktan söz ediyor; kimi seküler bir ahlak inşa etmenin gerekliliğinden dem vuruyor; kimileri ise dinî yaşantının önemine vurgu yaparak sorunun bu eksende çözülebileceğini ifade ediyor.
Müslümanlar için yozlaşma ve bozulma halinin geriye döndürülmesinin aracı olarak güzel ahlak ve bu meyanda Kur’an’ın rehberliği en belirgin unsurlar olarak öne çıkıyor. Bu noktada Peygamberimiz (s.a.v.)’in sünneti ve O’nun ortaya koyduğu örneklik çok belirgin bir biçimde önem kazanıyor. Hem güzel ahlakın öğrenilmesi ve içselleştirilmesi hem de kâmil anlamda Müslüman olabilmek için bu süreç vazgeçilmez değer taşıyor. Ne var ki bu öğrenimden en yüksek oranda fayda sağlanabilmesi için, söz konusu sürecin hayatın ilk yıllarında başlaması ve ömür boyu devam etmesi gerekiyor. Zira “çocuklukta öğrenilenler taşa yazılanlar gibi, yetişkinlikte öğrenilenler suya yazılanlar gibidir.” Bu durum beraberinde çocuklara yönelik bir siyer külliyatı ihtiyacını getiriyor.
Özellikle son yıllarda giderek gelişen bu alanda birbirinden değerli eserler gün yüzüne çıkmaya başladı. Bu eserlerin son örneği geçtiğimiz günlerde Nesil Yayınları tarafından yayınlandı. Canım Peygamberim adını taşıyan çalışmayı, bugüne dek daha çok Osmanlı tarihi üzerine yazdığı romanlarla tanıdığımız, deneyimli gazeteci-yazar Yavuz Bahadıroğlu kaleme almış. Murat Bingöl tarafından son derece başarılı bir biçimde resimlendirilen ve titiz bir baskının ürünü olan bu çalışma, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i yakından tanıması gereken çocuklarımıza tavsiye edebileceğimiz bir eser.
Tavsiye Et
Genç Hukukçular Hukuk Okumaları Birikimler-3
Editör: Muharrem Balcı
İstanbul: Dünya Yayınları, 2010
Adalet arayışında toplumların sahipsiz kaldığı ve hukuk kavramının içinin giderek boşaldığı günleri yaşıyoruz. Hukuk denince akla gelen şey çoğu zaman güçlülerin hukuku oluyor. Ortalama bir zihin için günümüzde hukukun işlevi, zayıfları ezip geçmek ve güçlüleri koruyup kollamaktan farklı bir anlam taşımıyor. Bu intibaı destekleyen olaylar an be an çevremizde yaşanıyor.
Halin böyle olmasında genel yozlaşmanın etkisi kadar, hukuk mesleğini icra edenlerin de bir sorumluluğu var. Adalet arayışına rehberlik etme anlamında kutsal bir görev icra eden hukukçuların bu bilinçle hareket etmeleri, bu gidişatı durduracak belki de en önemli dinamik. Bunun gerçekleşebilmesi ise belli bir bilinç düzeyinin ve sorumluluk anlayışının hukukçular arasında yaygınlaşmasını gerekli kılıyor.
Bu noktada Avukat Muharrem Balcı önderliğinde bir araya gelen Genç Hukukçular Hukuk Okumaları Grubu’nun mutlaka zikredilmesi gerekiyor. Yaklaşık on iki yıl önce, on kişi ile yola çıkan grup, bugün sayıları yüzlerle ifade edilen bir büyüklüğe ulaşmış. Bu yıllar içerisinde belli bir hukuk anlayışı oluşturmaya ve onun takipçisi olmaya çalışan grup, zamanla nicelik anlamında olduğu kadar nitelik anlamında da büyümeye devam etmiş. Bir hukuk ekolü olma yolunda ilerleyen Genç Hukukçular, hukuk mantığı, hak-hukuk-adalet bilinci ve mücadelesi, hukukun yaygınlaştırılmasının kanalları, ideal hukuk sistemi ve sabite arayışları gibi temel konular etrafında tartışmalarını yürütmeye devam ediyor. Bu yolda yürürken eser vermeyi de ihmal etmeyen grubun çalışmaları Birikimler adı altında okuyucu ile buluşuyor.
Geçtiğimiz günlerde Genç Hukukçular Hukuk Okumaları - Birikimler 3 adıyla yayınlanan son çalışma geniş bir yelpazeye yayılan konu başlıkları ile dikkat çekiyor. Avukat Muharrem Balcı’nın editörlüğünü yaptığı çalışma, Adil Yargılama Hakkı, Gizliliği İhlal ve Basın Özgürlüğü, TCK’da Bilişim Suçları, Hisbe Teşkilatı, Hasta Hakları, Kur’an Kursları-Din Eğitimi Raporu gibi çok farklı konu başlıklarıyla yalnızca hukukçular değil, hukuk alanı dışındaki okuyucular için de ilgi çekici bir çalışma.
Tavsiye Et
Yoksulların ve Şairlerin Kitabı
Cahit Koytak
İstanbul: Timaş Yayınları, 2010
“Sen miydin, Efendimiz / Sen miydin, şairlerin, yoksulların tanrısı / Sözcüklerin yalancı cennetinde / Dillerini bilmediğim yamaklarının / Söz cambazlarının arasında / Yüreğimin kekeme diline / Bir ahenk bir düzen istediğimde / Yalnızlığın ilham perilerine / “Evde yok!” dedirten?” (Cahit Koytak, Avarelik Yılları)
Modern Türk şiirinin önemli isimlerinden Cahit Koytak, yirmi yıllık bekleyişin ardından Taraf gazetesindeki yazılarında müjdesini verdiği üç ciltlik külliyatın ilk cildini şiirseverlerle buluşturdu. Şairin Timaş tarafından yayınlanan Yoksulların ve Şairlerin Kitabı adlı kitabı, şık tasarımıyla geçtiğimiz ay kütüphane raflarındaki yerini aldı.
Takipçileri bilirler ki Koytak, şiirlerini sırf şiirseverler yahut edebiyat okuru için değil, tarihe ve mitolojik öykülere düşkün sıradan okur için de yazar. Zira şairin imgesellikten ziyade hikâye anlatmayı tercih eden poetikası, modern zaman hayaletlerinin ürküntüsüyle gölgelenmemiş, buz kesmemiş bir vicdanın sesini yükseltir. Şairi en iyi, yine kendi dizeleri anlatır:
“Ben mi, demiş acem şairi, ben ha! / Ben, akıl denen madeni alırım önüme, amcacım / Onu çömlekçi çamuru gibi yoğurur, yoğurur / Demirci yaparım ondan, asker yaparım, köylü yaparım / Terzi yaparım, tüccar yaparım / Sonra aynı çamurun artanından / Onlar ne kadar aptalsa tam işte o kadar aptal / Onlar ne kadar hödükse tam işte o kadar hödük / Onlar ne kadar hırsızsa o kadar hırsız / O kadar yolsuz, o kadar gaddar / Paşalar musallat ederim başlarına / Bir de takma kafalı padişah dikerim tepelerine, iyi mi!” (Moğol Paşası&Acem Şairi)
Tavsiye Et
Osmanlı’dan Günümüze Edebiyat ve Toplum
Prof. Dr. Kemal Karpat
İstanbul: Timaş Yayınları, 2010
Tek bir edebî ürünü kavramak için bile, estetik ve felsefî ölçütlerin yanında, o eserin doğduğu toprakları, tarihî ve siyasi açıdan tanıma ihtiyacı duyuyoruz. Edebiyatı oluşturan öncüller, yerinde gerekçelerle ortaya konulursa bu minvalde mesafe kat edebiliriz.
Osmanlı’dan Günümüze Edebiyat ve Toplum, Kemal Karpat’ın edebiyatla kurduğu gönül bağının iki kapak arasında somutlaşan hâli. Kitabın satırları, sadece usta bir tarihçinin değil, iyi bir edebiyat okurunun kaleminden çıktığını ele veriyor. Bu aşinalığın kaynağı ise Romanya’da azınlık, Türkiye’de muhacir, dünyada “öteki” etiketiyle muamele görmeyi alın yazısından çıkarmaya kararlı bir yazarın şahsi hikâyesinde saklı. İlk gençliğindeki okuma serüveninin etkisiyle Balkanlar’ın bir kasabasından yola çıkan Karpat, kimliğinin gerektirdiği misyonu yüklenmiştir: Edebiyatçı olacaktır. Dile dökmek istedikleri ile hitap edeceği kitle arasında köprü kuracak dilin imkânlarının yetmediğini o yaşlarda fark eder; daha büyük sulara açılır. 40’ların Türkiye’sine adım attıktan sonra dönemin şartlarından dolayı dümenini sosyal bilimlere kırar.
Kitabın çekirdeği, 1959’da Harvard Üniversitesi’ndeki bir seminerde sunulan ve zaman içinde geliştirilen “Çağdaş Türk Edebiyatında Sosyal Konular” başlıklı makale. Osmanlı toplumunun dinamiklerinden orta sınıfın oluşmasına, bugünkü toplumu dokuyan ipliklere değin çizdiği panorama yanında, yazarın Türk edebiyatının farklı dönemleri ve türlerine yönelik vukufiyeti, tarihin dehlizlerinde gezinmeye alışık okurlarını şaşırtacak.
Değerli bir tarihçiden toplumun edebiyatla ilişkisini “doğru” okumaya yönelik bir katkı olarak raflarda yerini alan kitabın, İngilizceden dilimize aktarılması ve yayına hazırlanması sırasında daha fazla titizliği hak ettiğini belirtmekte fayda var. /Neslihan Demirci
Tavsiye Et
Sayı 8, Mart-Nisan 2010
Sanat(çı) deyince yaratıcılığın akla geldiğini biliyoruz. Peki, yaratıcılık ne menem bir şey? Yaratıcı düşünme uzmanları, yazarlık eğitmenleri, tasarımcılar, kreatif direktörler, küratörler, hatta bankacılar işin sırrını çözmüş, bununla simlenmiş görünseler de, söz konusu sanat ise bambaşka merhalelerin devreye girdiği, iyi ya da kötü, bu işle hemhal olanların malumu. Diğerlerinden başka türlü görmenin, gördüğünü yorumla, hayalle, ızdırapla, çabayla, altıncı-yedinci hisle ve en önemlisi tutkuyla bir başka merhaleye “dönüştürme”nin, çarpmanın-çarpılmanın, şaşmanın-şaşırtmanın, türlü zeka oyunlarının, sınırları aşmanın bu bitmek bilmez sancısı, ucuz yollu reçetelerle savuşturulamayacak denli çetin. Hayat ile sanat arasındaki farkı tam da burada ansak yeridir. O fark ki seçilen değil, içinde bulunuverilen bir yalnızlığın, yabancılığın, derin suların, ruh bulanıklığının bizi getirip bıraktığı uçurum; iki ucu keskin bıçak.
Hâl böyle olunca, iki farklı disiplini, “psikiyatri ile sanatı buluşturan dergi” sloganı hemen akabinde bir “temkin”i buyur etse de, neyse ki her yazar kendi kulvarında yürüyor; kimse kimsenin köşesine göz kırpmıyor. Derginin yayın yönetmenine göre, psikiyatri ve sanatın ortak noktası, her ikisinin de insan doğasını konu alması. Evet, 2009 başında tanıştığımız Psikeart’tan bahsediyoruz. Her sayısında insan doğasına ait bir temel duygu işleniyor. Sözü önce psikiyatrlar alıyor ve temayla ilgili psikiyatrik ve psikolojik değerlendirmelerde bulunuyor. Edebiyatçılar, tarihçiler, akademisyenler, yazarlar ve sanatçılar konuyu kendilerince irdeliyor (İşi geyiğe sardıranlar da yok değil tabii). Derginin tematik yanı ise yayın yönetmenin de belirttiği gibi, hem konu bütünlüğü sağlıyor hem temayla ilgili bir kaynak yaratıyor hem de dergiyi yarı dergi-yarı kitap sınıfına sokuyor.
8. sayının konusu “yaratıcılık”. İlk sayfalarda, yaratıcılığın psikopatoloji, zeka, kişilik, çevre, dâhilik-delilik ve içerisi-dışarısıyla olan bağlantısı, ruhsal ve düşünsel dinamikleri, varoluşçuluğa göre tanımı, psikozla ilgisi ele alınıyor. “Gelenekle beslenmiş isyan”ın sonucunda ortaya çıkmış bir dâhiden, mimar Gaudi’den Floransalı sanatçılara, “yaratıcı” siyasi eylemlerden futboldaki yaratıcılığa uzanan bir çeşnide ilerliyor sayfalar.
80’lerdeki kırılmayla birlikte mütevazı metin yazarlığından günümüzün yarı-Tanrı kreatif direktörlüğüne doğru sınıf atlayan reklam piyasasını kendi kişisel mecrasıyla harmanlayıveren Haydar Ergülen ve gönül gözüyle gördüklerini kumaş atıklarıyla dillendiren modacı Ümit Ünal bu sayının iki tatlandırıcısı.
Tavsiye Et