Kitap
Talal Asad
Türkçesi: Ferit Burak Aydar
İstanbul: Metis Yayınları, 2007
Devletin dine ilişkin pozisyonunu belirleyen bir tavır olarak ‘laiklik’ ile toplumda dinsel görüngülerin ortadan kalkması şeklinde tasvir edilen ‘sekülerlik’, iç içe geçmiş ve zaman zaman sehven de olsa birbirlerinin yerlerini ikame etmekte olan iki kavram. Modernleşme kurgusunun ayrılmaz ve en az sorgulanabilir parçaları olarak hayat bulmuş bu kavramlar, ilerlemeci Batı aklının, dini ehlileştirme projesine kaynaklık eden en önemli materyaller olarak tarih sahnesinde yerlerini aldılar. Fakat söz konusu kavramlar, tarihin dalgalı sularında yol alırken, bir yandan çeşitli tartışmalara kaynaklık etmekten, diğer yandan da bizzat bu tartışmalar ve ortaya çıkan yeni toplumsal dinamikler tarafından şekillendirilmekten uzak kalamadılar. Aslında bu akıbet, kavramların tartışılmazlık zırhlarının giderek aşındığı bir dünyada, en statik addedilen kavramlar için bile mukadderdi. Laiklik-sekülerlik kavramları özelinde ortaya çıkan tablo ise giderek katmanlaşan ve değişik biçimlerde ortaya çıkan laiklik ve sekülerlik tecrübeleri şeklinde varlık buldu.
Gelin görün ki, gerek Batı’da gerekse Batı dışı dünyada bazen içten içe bazen de aktüel olayların yönlendirmesi ile daha yüksek sesle tartışılan kavramlar olmalarına rağmen, laiklik ve sekülerlik kavramları ve onların üzerinden yürüyen tartışmalar, ülkemizde çoğu zaman gizli bir ambargo ile yüzleşmek durumunda kaldı. Zira her ne kadar paradoksal bir adlandırma olsa da, “entelektüel cehalet” ile malul olan Türk entelijansiyasının kahir ekseriyeti için, mesele hiç de öyle çok katmanlı, çok boyutlu, değişken bir mesele değildi. Bu nedenle, laikliğin vatanı olarak kabul edilen Fransa’da dahi laiklik ve sekülerlik kavramlarının yeniden tartışmaya açıldığı güncel durumda, başörtüsü yasağı ekseninde yürütülen laiklik ve sekülerlik tartışmaları, eski sığlıkları ile bir kez daha ortaya çıktılar.
Bu yürek burkan, zihin kanatan entelektüel iklim içerisinde Türk okuru ile buluşan Sekülerliğin Biçimleri adlı eser, ilgi görür mü bilinmez; fakat ilgi görürse bu meselede ciddi bir entelektüel seviyenin yükselmesine sebep olacağı su götürmez. /Fatmanur Altun
Tavsiye Et
Sosyolojide Temel Fikirler
Martin Slattery
Yayına Hazırlayan: Ümit Tatlıcan, Gülhan Demiriz
İstanbul: Sentez Yayıncılık, 2007
Türk düşüncesinin temel sorunlarından birinin, yeterince geniş felsefi imkanlar sunmayan bir dil ve buna bağlı olarak yaşanan kavram sıkıntısı olduğu söylenir durur. Bu problemi aşmanın yolu ise yabancı kelimelerin ve kavramların ithal edilmesi olarak belirmiş ve ithal kelimeler ve kavramlarla düşünce üreten bir gelenek, Türk düşüncesini etki altına almıştır. Bu sorunun kaynağının, Türk dilinin yetkinliği mi yoksa bir zihniyet meselesi mi olduğu ise son derece netameli bir konu olarak temayüz etmektedir.
Ancak bu konu üzerinde durulurken Türk düşüncesinin belki de çok daha önemli bir sorununun yeterince ön plana çıkamadığı dikkati çekmektedir. Bu sorun, her tartışmada ağırlığı hissedilen ve çözümsüzlüğe yahut düşünsel kısırlaşmaya yol açan kavram kargaşası meselesidir. En can alıcı tartışmalarda bile, taraflar arasında kavram temelli bir konsensüs oluşturulamamasının sebebi bu kargaşadır. Söz konusu kargaşanın ortaya çıkmasında her ne kadar yukarıda zikredilen dil problemi önemli bir rol oynuyor olsa da, en az onun kadar belki de ondan daha önemli olan etmen, entelektüel yaşantımızın güdüklüğü ve giderek canlılığını kaybedip içine kapanan statükocu yapısıdır.
Sentez Yayınları tarafından yayımlanan ve altı akademisyen tarafından Türkçeleştirilen ve yayına hazırlanan Sosyolojide Temel Fikirler adlı eser, Türk düşüncesinin en temel yaralarından birini sarmaya, en azından sosyoloji merkezli kavram ve fikirleri yerli yerine oturtmaya yönelik bir adım olarak görülebilir. Türk düşüncesinin asıl muhtaç olduğu telif eserlerden olmasa da Sosyolojide Temel Fikirler, en azından eserleri ile Türk düşüncesine yeni bir rota çizecek olan zihinleri, kavram kargaşasının bulanık sularından daha berrak denizlere çıkartmaya yardımcı olacak bir çalışma. /Fatmanur Altun
Tavsiye Et
Zümrüt Sönmez
İstanbul: Yarımada Yayınları, 2007
Çanakkale Savaşı ve Gelibolu Yarımadası’nda ebedi istirahata çekilmiş olan iki yüz elli bin şehidimiz olmasaydı, bugün Türk milleti tarih sahnesinin dışına sürülmüş ve belki de bir millet olarak ortadan kalkmış olacaktı. Tarihte en yoğun çatışmanın yaşandığı, metrekare başına en fazla merminin ve ölümün düştüğü topraklara sahiptir Gelibolu Yarımadası. Belki de bu nedenledir, Çanakkale’de yaşananların, kolektif zihnimizde bir savaş olarak değil, bir destan olarak yer alması.
Şüphesiz bilinen yönleri kadar bilinmeyen yönleri de var bu destanın. Bu bilinmeyen yönlerden biri, geçtiğimiz günlerde Yarımada Yayınları tarafından yayımlanan bir kitaba konu oldu. Kızıl Toprak, Ak Yemeni üst başlığını taşıyan Savaşın Kadınları, fedakarlık ve kahramanlığı, cinsiyetin ötesinde, daha üst değerlerle ilişkilendirmemize yardımcı olan ve tarih bilincimize katkıda bulunan değerli bir çalışma. /Fatmanur Altun
Tavsiye Et
Osmanlı Devletinde Kolera
Mesut Ayar
İstanbul: Kitabevi, 2007
Dünya tarihini değiştiren yahut kimi imparatorlukların kaderini belirleyen salgın hastalıklar, modern zamanlardan önceki tarihin önemli dinamiklerinden biriydi. Çoğu zaman Tanrı’nın gazabı olarak görülen salgın hastalıklar, büyük demografik hareketlere ve toplumsal çalkantılara yol açabilen, değişim gücü son derece yüksek vakıalardı.
Mesut Ayar’ın aynı zamanda doktora tezi olan Osmanlı Devletinde Kolera, önemli bir tarihsel dinamik olarak dikkatlerimizi salgın hastalıklara çekiyor. Salgın hastalıkların yarattığı ortama tanıklık etmek ise modern insanın salgın hastalıklardan masun olduğuna yönelik inancı, biyolojik savaş ve genetik alanındaki gelişmeler ışığında değerlendirmek için zemin oluşturuyor. /Fatmanur Altun
Tavsiye Et
Hacı Abdullah Petricî’nin Hıristiyanlık Eleştirisi
İsmail Taşpınar
İstanbul: İnsan Yayınları, 2008
İslam’ın doğuşundan itibaren Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki ilişkiler polemikler üzerinden varolagelmiştir. Bu polemikler kimi zaman yaşadığı İslam ülkesindeki zimmîlik statüsünün emniyetiyle İslam hakkında yersiz iddialar yazabilen Doğu’nun son kilise babası Yuhanna ed-Dımaşki’nin eserleri gibi ilmî boyutta, kimi zaman Abbasi Halifesi ve Bizans İmparatoru’nun yazışmaları gibi siyasi boyutta yahut kimi zaman Haçlı Seferleri ve Müslüman akınları gibi askerî boyutta kendini göstermiştir. Hıristiyanlarla Müslümanların terazinin değişen kefelerinde birbirleriyle ilişkilerinin yoğunlaştığı 19. yüzyıl ise bu ilişkilerin hem askerî hem siyasi hem de ilmî boyutta ortaya çıktığı, Müslümanlar açısından çetin hesaplaşmaların ve ilim faaliyetlerinin gerçekleştiği bir yüzyıl olmuştur. Bu sebeple, 19. yüzyılda yaşamış bir Osmanlı âliminin, Hacı Abdullah Petricî’nin İslam topraklarında başlayan misyonerlik faaliyetlerine karşı kaleme aldığı reddiyeleri inceleyen Hacı Abdullah Petrici’nin Hıristiyanlık Eleştirisi isimli araştırma, sadece tarihçiler açısından değil, bir zihniyet tekamülünü idrak edebilmek açısından da kıymetli bir eser. Eserin orijinal tarafı, Petricî’nin, bugüne kadar sadece adı bilinen fakat kendilerine ulaşılamayan iki reddiye eserinin ilk kez tanıtılmış olması. Bu iki kitaptan ilki olan Burhanü’l-Hüda’yı Süleymaniye Kütüphanesi’nde müstensihin adına ve farklı bir adla kaydedilmiş olarak bulan İsmail Taşpınar, diğer eser Risaletü’s-Samsamiyye’ye ise hiçbir kütüphanede kaydı gözükmezken, yaptığı araştırmalar neticesinde İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi’ndeki kayıtlarda rastlamış. Söz konusu reddiyelerin, reddiye türünün klasik örneklerinden ayrılan yönünün, 19. yüzyılda Avrupa’da Kitab-ı Mukaddes eleştirilerine dair yapılmış olan araştırmalardan da istifade etmesi olduğunu belirten müellif Taşpınar, bu eserlerin önemini “Rahmetullah el-Hindi’nin Hind kıtasındaki etkisi ne ise, aynı dönemde Petricî’nin eserlerinin de Osmanlı topraklarındaki etkisi o olmuştur” diyerek anlatıyor. Kitabın bir diğer özelliği de müellifin ilk kez Türkçe kaleme aldığı bir reddiyenin, İzahü’l-Meram’ın ekler bölümünde yer alması. /Betül Özel Çiçek
Tavsiye Et
Abdullah Harmancı
Ankara: Ebabil Yayıncılık, 2007
Üçüncü hikaye kitabı Yerlere Göklere Ebabil Yayınları’ndan çıkan genç hikayeci Abdullah Harmancı, bu kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği’nin 2007 yılının En İyi Hikaye Kitabı Ödülü’nü kazandı. 2007 senesinde kendinden en çok bahsettiren hikaye kitaplarından olan Yerlere Göklere’nin böyle bir ödül alması şaşırtıcı değil. Hikayeleri Dergah, Derkenar, Hece, Hece Öykü, Kırklar, Kökler gibi dergilerde yayımlanan ve bu kitabından önce Muhteris (2002) ve Ertesi Dünya (2003) isimli iki hikaye kitabı daha çıkmış Harmancı, yapıya verdiği önem kadar içeriğinin çarpıcılığı ile de biliniyor. Yerlere Göklere kitabı da içeriği ile dikkatleri üzerine çekti ve konuşuldu. Kitaba genel itibariyle can sıkıntısı, yaşamdan ve elde olanlardan tatminsizlik, umutsuzluk, kapana kısılmışlık ve eldekileri feda ederek yeni bir rota çizememe cesaretsizliğinin ve çaresizliğin şiddete evirilmesi temaları hâkim. Harmancı, okuyucuların her gün yaşadıkları ama farkına varmak istemedikleri acılarını ve ikilemlerini, platonik bir çocukluk aşkının hatıralarında, mendilin arkasına sığınan bir kadının düşlerinde, biri köklerini biri de ulaşmak istediği yeri simgeleyen iki kadın arasında kalmış ve ne birinden ne diğerinden kopmayı başaramayan adamın çelişkilerinde, tazelenen bir umutla aşkı bulduğunu sandığı anda kaybeden adamın kekremsi hüznünde, bir babanın kahrında, yeni evlilerin artık yeni evli olmadıklarını anladıkları o yakıcı anda bulup çıkarıyor; okuyucunun ad koymaktan sakındığı ne kadar gizli derdi varsa yeni yetme bir âdem maharetiyle hepsine birer birer ad verip onları tüm gücüyle okuyucusunun yüzüne çarpıyor. /Betül Özel Çiçek
Tavsiye Et