ABD’DE Kasım ayında yapılacak başkanlık seçimleri için Demokrat Parti (DP) ve Cumhuriyetçi Parti (CP) adaylarını belirleyecek önseçimler bütün dünyada ilgiyle izleniyor. Bazıları tarafından Amerikan gösteri dünyasının en son ürünü olarak değerlendirilse de yeni ABD başkanının kim olacağı, hangi ittifaklarla seçileceği tek süper güçlü dünyada herkesi yakından ilgilendiriyor. Ancak hepsinden önemlisi bu seçimler ABD’nin kendi iç yapısını, siyasal sistemini, ülke içi iktidar dengelerini de etkiliyor. Seçimler sadece siyasette değil ırkçılık, post-kolonyalizm, kimlik siyaseti gibi şu anda öngöremediğimiz birçok alanda değişikliğe yol açacak.
ABD’de başkanlığa aday olma bir eyalette belli sayıda bağımsız seçmenin o eyaletin seçim kuruluna belirtilen tarihler arasında başvuru yapması halinde mümkün. Ancak son 150 yıldır bütün başkanlar ya DP ya da CP’den seçildi. Her partinin kendi adaylarını belirlemek için ayrı kuralları var. CP’nin adayı olmak için eyaletlerde yapılan önseçimlerde elde edilen toplam delegelerin sayısının, Ağustos sonundaki parti kongresinde salt çoğunluk sayısı olan 1191’e ulaşması gerekiyor. CP’de bazı eyaletlerde en çok oyu alan aday eyalete ayrılan bütün delegeleri alırken, bazı eyaletlerde ise delegeler paylaşılıyor. O yüzden CP’nin adayının belirlenmesi hem daha çabuk hem sürprize daha açık. DP’de ise Ağustos sonundaki kongrede, toplam delege sayısının yarısından bir fazlası olan 2025’i bulan, resmen aday oluyor. Ancak DP’nin mekanizmasında, parti içindeki sol kanadın etkisini kırmak üzere oluşturulan süperdelege sistemine göre toplam delegelerin %20’si parti yetkilileri, eski başkanlar, Kongre üyeleri gibi isimlerden oluşuyor. DP tarafından atanan bu süperdelegeler istedikleri adayı seçmekte serbestler. Bu yüzden de büyük kongre yapılmadan süperdelege eğilimi resmî sayıya dönüşemiyor. Bir başka önemli nokta da, her eyaletin genel seçimlerdeki gibi seçim bölgelerine ayrılması (elbette bu bölünmelerde ırk gibi hassas konulara göre uygulamalar da yapılıyor). Eyalet bazında %30 ya da %35’i geçen adaylar eşit sayıda delege paylaşımına gidiyor; tekli rakam olduğunda ise artık delege önde bitiren adaya veriliyor. Bu sistem yüzünden DP’de ani değişim mümkün değil. Bu bilgiler ışığında son duruma bakarsak: CP adayı John McCain 976 delegeyle rakibi 245 delegeli Mike Huckabee’ye fark atarak, adaylığını ilan etmek için gün sayıyor. DP tarafında ise süperdelegelerde 241’e 181 Hillary Clinton önde iken, normal delegelerde Obama 1193’e 1034 önde görünüyor.
Sayısal boyutunu izah etmeye çalıştığımız hadisenin siyasi ve toplumsal boyutu ise çok daha karışık. Bir zamanlar Jean Baudrillard’ın “siyasetin simülasyona dönüştüğü coğrafya” dediği ABD’de, post-modern siyaset simülasyonunun ilk defa kimlik siyasetine dönüştüğüne şahit oluyoruz. Bu seçimlerle ABD’deki kapalı plütokratik yapı biraz daha genişlerken ya da artık aksamaya başlarken, diğer yandan da farklı iddialarla ortaya çıkan isimler merkeze eklemleniyor. Kimlik taleplerinin geldiği nokta, tarihindeki bütün başkanlarını WASP ilkesine (beyaz, Anglosakson, Protestan) göre seçen (görevdeyken öldürülen Katolik J.F.Kennedy hariç) ABD için ciddi bir dönüşüm. Hadisenin bir başka boyutu ise ABD’nin yaşadığı kimlik bunalımı. Her ne kadar “yüksek siyaset” uzmanları süper güce kimlik bunalımını yakıştırmaktan imtina etse de, ABD kendisini nasıl tanımlayacağı, yola nasıl devam edeceği noktasında tam bir yol ayrımında. Bundan sonra ABD ya pragmatik olarak farklılıkları yok etmek yerine hazmederek yoluna devam edip iç barışını sağlayacak ya da ırkçı önyargılarını tercih ederek ırkçılığının gerçekten de kategorik olduğunu gösterecek.
Her iki parti de, ülke içindeki çeşitli blokları bir arada tutmaya çalışarak, kendi içlerinde mücadele ederek, yeni oluşan grupları içlerine alarak mücadeleye devam eden koalisyon partileri. Her ne kadar sürekli eleştirilse de George W. Bush, meşhur danışmanı ateist-fundemantalist Karl Rove’un da yardımıyla partisi içindeki Evanjelik fundamantalist Protestanlar, İsrail yanlısı radikal ideolojik gruplar, güneyli eski ırkçı kesim, kürtaj karşıtlığı ve eşcinsel evliliğine karşı muhafazakâr unsurlar, küçük çiftçiler, büyük petrol ve silah zenginleri gibi farklı grupları bir arada tutmayı becermişti. Ancak CP’de birleştirici olma anlamında Bush’un yerini doldurabilecek bir aday çıkmadı. O yüzden CP için fazla liberal kaçan John McCain ismi etrafında uzlaşıldı. McCain’in konumu neredeyse kesinleşmiş olmasına rağmen Huckabee’nin hâlâ yarıştan çekilmemesi, muhafazakâr-fundemantalist-ırkçı ekibin McCain isminden duyduğu rahatsızlığı gösteriyor. 150 yıl önceki ABD iç savaşından beri yenilgi psikolojisinden bir türlü sıyrılamayan bu kesim, Bush’la biraz nefes almışken yine kendi kabuğuna çekiliyor; merkeze tepkisini, kazanma şansı olmayan papaza oy vererek gösteriyor.
DP’de adaylığı kim kazanırsa kazansın sonuç hüsran olacak. Demokratlar geleneksel olarak refah devleti yanlıları, çevreciler, beyaz alt sınıf, Hispanikler, Katolikler, siyahlar, yaşlılar, eğitimli-profesyonel üst-orta sınıf, feministler, sol kanat ve liberaller gibi kesimlerin koalisyonundan oluşuyor. Clintonların seçimi kazanmak için başta siyahlar olmak üzere bu kesimlerin bir kısmını dışlaması bölünmeye yol açtı. Obama’nın siyah olmasına rağmen bu kadar destek bulması ise partinin birliğini savunmasından kaynaklanıyor. Bunun da ötesinde Obama ismi başta gençler ve profesyoneller olmak üzere partiye bağımsızları da katma potansiyelinden dolayı rağbet görüyor. Bu yüzden DP elitleri parti tabanının daha fazla yara almasını engellemek için son zamanlarda Obama’ya desteğini artırdı.
Siyah bir başkanla ABD yapısal ırkçılığı hemen değiştirilemese bile, siyahlarla devlet arasında ateşkes ilan edilmiş olacak. Obama’lı bir ABD’nin Afrika ya da Ortadoğu’da algılanma biçimini hayal etmek bile devlet elitlerini heyecanlandırmaya yetiyor. Bugünlerde neden Obama’ya karşı derin devlet direnci azaldı diye düşünenlere, Bush’un gittiği ülkelerde ya da ABD içinde nasıl karşılandığını hatırlatmak gerekir. Amerikan karşıtlığını yok etmek için milyarlarca dolar akıtan ABD, Obama ile bu sorunu çok daha kısa zamanda çözebileceğini gördü. Nitekim Tanzanya’da Bush’a en çok sorulan soru Obama hakkında idi. Elitler Obama adaylığına bu açıdan bakarken, daha eleştirel kesimse Obama’dan “sürpriz” beklentisi içinde. Onların umudu da, bu değişikliğin sadece imaj ya da makyajla sınırlı kalmayabileceğine, Obama’nın gerçekten de ABD’yi dünyada daha adil bir ülke haline getireceğine dair inançtan kaynaklanıyor. Obama’nın varlığı bile ABD siyasi yaşamını altüst etmeye yetti; yeni kitleleri seçimlere dâhil ederek siyasetin alanını genişletti; küskünleri geri getirdi; Katrina kasırgası, 11 Eylül, ekonomik kriz yüzünden moralleri bozulan ABD’lilere moral verdi. Seçimlerin kaderi ABD’nin 21. yüzyıla cevabının ne olduğunu da gösterecek.
Paylaş
Tavsiye Et