Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (May 2008) > Dosya > “Büyük dönüşüm” ya da kıbleyi doğrultmak
Dosya
“Büyük dönüşüm” ya da kıbleyi doğrultmak
Coşkun Çakır
MA­CAR asıl­lı ün­lü ik­ti­sat ta­rih­çi­si Karl Po­lan­yi, şa­he­se­ri ka­bul edi­len ün­lü ki­ta­bı­na Bü­yük Dö­nü­şüm/The Gre­at Trans­for­ma­ti­on adı­nı uy­gun gö­rür. 19. yüz­yı­lın sos­yal ve eko­no­mik de­ği­şi­mi­ni an­lat­tı­ğı ki­ta­bı­nın da­ha ilk cüm­le­sin­de bal­yoz gi­bi in­di­rir inan­dı­ğı ger­çe­ği: “19. yüz­yıl uy­gar­lı­ğı çök­tü.” Po­lan­yi’nin sö­zü­nü et­ti­ği bu “dö­nü­şüm/de­ği­şim” prob­le­ma­ti­ği ta­rih­te ak­lı ba­şın­da her dü­şü­nü­rün so­ru­nu ol­du. İbn Hal­dun’dan Ah­met Cev­det Pa­şa’ya, Adam Smith’ten Karl Marks’a tar­tış­ma de­vam et­ti. Kâh ila­hi­ya­tın ko­nu­su ol­du, kâh si­ya­se­tin; kâh ik­ti­sa­dın ko­nu­su, kâh sos­yo­lo­ji­nin... Ve bit­me­di tar­tış­ma, gü­nü­müz­de de bü­tün ta­ze­li­ği­ni mu­ha­fa­za ede­rek sü­rüp gi­di­yor.
De­ğiş­me­nin ol­ma­dı­ğı bir top­lum dü­şün­mek im­kan­sız­dır. Ta­rih­çi İbn Hal­dun top­lum­la­rı in­san­la­ra ben­ze­tir; on­la­rın da genç­lik, ol­gun­luk ve ih­ti­yar­lık gi­bi ta­bii ömür­le­ri­nin ol­du­ğu­nu ve üç yüz yıl­da bir âdet ve usul­le­ri­nin de­ğiş­ti­ği­ni söy­ler. 14. yüz­yıl dü­şü­nü­rün­den beş yüz yıl son­ra Cev­det Pa­şa el atar ay­nı mev­zu­ya ve de­ği­şi­mi in­san top­lu­luk­la­rı­nın geç­mek zo­run­da ol­duk­la­rı bir köp­rü ola­rak tas­vir eder. Uyar­ma­dan da du­ra­maz pa­şa­mız; de­ği­şi­me kar­şı di­re­nen­le­rin yok ol­mak teh­li­ke­siy­le kar­şı­la­şa­ca­ğı­na işa­ret ede­rek. Kuş­ku­suz her iki dü­şü­nü­rün üze­rin­de dur­duk­la­rı de­ğiş­me ya da dö­nüş­me do­ğal, ken­di sey­ri için­de, zor­lan­ma­dan ve sı­kış­tır­ma­dan ger­çek­le­şen bir ve­ti­re­dir.
Os­man­lı’da de­ği­şim, çok­luk­la sa­nıl­dı­ğı gi­bi 19. yüz­yıl­da ya­hut da­ha dar an­lam­da Tan­zi­mat’la de­ğil, bel­ki de al­tı yüz yıl­lık öm­rü­nün or­ta­la­rın­da baş­la­mış­tır. Pa­di­şa­hın­dan ve­zi­ri­ne, bü­rok­ra­tın­dan ay­dı­nı­na her­ke­sin üze­rin­de dur­du­ğu bir ko­nu ol­muş­tur bu. Ba­zen so­run ola­rak ko­nul­muş­tur de­ği­şim, ba­zen çö­züm ola­rak tek­lif edil­miş­tir. So­run­lar, on­la­rın ya­nı ba­şın­da da çö­züm­ler sı­ra­lan­mış dur­muş­tur. Tan­zi­mat da, Meş­ru­ti­yet ve Cum­hu­ri­yet de ade­ta bu adı­na de­ği­şim de­ni­len uzun ve do­lam­baç­lı yo­lun vi­raj­la­rı ol­muş­tur. Bu yol­da ku­ral­lar de­ğiş­miş­tir; ku­rum­lar, ka­nun­lar, âdet­ler, kül­tür­ler de­ğiş­miş­tir. Hiç kuş­ku yok ki ka­nun­la­rı de­ğiş­tir­mek çok ko­lay­dır; onun ka­dar ol­ma­sa da re­jim­le­ri de­ğiş­tir­mek de ko­lay­dır. Ak­şam­dan sa­ba­ha bir ül­ke­nin, ye­ni ka­nun­la­rın ol­du­ğu fark­lı bir re­ji­me uyan­ma­sı pe­kâ­lâ müm­kün­dür. Am­ma ve­la­kin top­lum­la­rı ak­şam­dan sa­ba­ha de­ğiş­tir­mek, dö­nüş­tür­mek müm­kün de­ğil­dir. Bu çer­çe­ve­de Cum­hu­ri­yet ilan edil­me­den ön­ce­ki top­lumla, edil­dik­ten son­ra­ki top­lum ay­nı top­lum­dur. Baş­ka bir şe­kil­de söy­le­mek ge­re­kir­se, top­lum­sal ve kül­tü­rel de­ği­şim si­ya­sal ve hu­kuk­sal de­ği­şim­le kı­yas­lan­dı­ğın­da çok ya­vaş sey­re­der.
Di­ğer sü­reç­ler­den fark­lı ola­rak top­lum­sal de­ği­şim sü­re­ci­ne ya­pı­lan mü­da­ha­le­ler, is­ter ya­vaş­lat­mak is­ter­se hız­lan­dır­mak şek­lin­de ol­sun, bir­çok prob­le­mi be­ra­be­rin­de ge­ti­rir. Bu­gün Tür­ki­ye’nin kar­şı kar­şı­ya kal­dı­ğı so­ru­nun özü de bu­ra­da ya­tar. Cum­hu­ri­yet’le bir­lik­te zo­ra­ki ger­çek­leş­ti­ril­mek is­te­nen top­lum­sal de­ği­şim pro­je­si bir öl­çü­de ba­şa­rı­lı ol­muş­tur. Fa­kat mo­dern za­man­la­rın bir ka­rak­te­ris­ti­ği ola­rak top­lum­sal de­ğiş­me­nin hı­zı art­mış; Türk top­lu­mu da bun­dan na­si­bi­ni al­mış ve dün­ya­da­ki de­ğiş­me­le­re ka­yıt­sız kal­ma­mış­tır. Bu nok­ta­da, bu sü­re­ce bir kat­kı­yı si­ya­sal de­ğiş­me sağ­la­mış­sa, di­ğer bir kat­kı­yı top­lu­mun di­na­mik ya­pı­sı sun­muş­tur. So­nuç­ta 50’ler 40’lar­la, 80’ler 70’ler­le kı­yas­lan­dı­ğın­da önem­li de­ği­şik­lik­le­rin ya­şan­dı­ğı, 90’lar­dan 2000’le­re dö­nül­dü­ğün­de ise bu de­ği­şik­lik­le­rin ete ke­mi­ğe bü­rün­müş bi­çim­le­ri­nin or­ta­ya çık­tı­ğı gö­rül­müş­tür.
Bu el­li kü­sur yıl­lık sü­reç­te or­ta­ya çı­kan de­ği­şi­min ana ka­rak­te­ri­ni, taş­ra­dan/çev­re­den ya­hut or­ta al­tı sı­nıf­lar­dan ge­len kit­le­le­rin sis­tem/mer­kez için­de ken­di­le­ri­ne yer aç­ma­la­rı teş­kil eder. Fark­lı­lık­lar pa­ran­te­ze alı­na­rak ba­kıl­dı­ğın­da bu mü­ca­de­le­nin iki gö­rü­nen yü­zü­nün ol­du­ğu açık­tır. Bun­lar­dan bi­rin­ci­si, bu kit­le­le­rin ön­ce­lik­le za­yıf yan­la­rı olan ik­ti­sa­di güç el­de et­me uğ­ra­şı­sı­dır. Da­ha çok top­ra­ğa bağ­lı ve pa­ra, do­la­yı­sıy­la zen­gin­lik ya­rat­ma­yan bir ya­pı­dan ti­ca­ret ve sa­na­yi­ye da­ya­lı ve zen­gin­lik ya­ra­tan bir ya­pı­ya ge­çi­şin hi­ka­ye­si­dir bu yüz. Bu, yay­gın de­yi­miy­le Ana­do­lu ser­ma­ye­si­ne te­ka­bül eder. An­cak Ana­do­lu ser­ma­ye­si ifa­de­si ek­sik bir ifa­de­dir. Zi­ra Ana­do­lu’da meydana gelen zen­gin­leş­me, yi­ne pa­ra­lel ola­rak bü­yük şe­hir­le­re ve ta­bii ki İs­tan­bul’a akan Ana­do­lu­lu ser­ma­ye­den ay­rı de­ğer­len­di­ri­le­mez. Bu kit­le­nin ar­tık ikin­ci ku­şa­ğı dev­re­ye gir­miş­tir ve ken­di ge­le­ne­ği­ni de oluş­tur­ma nok­ta­sın­da­dır. İkin­ci­si ise, yi­ne ay­nı kit­le­nin si­ya­sal ve sos­yal güç el­de et­me ça­ba­sı­dır. Bu­nun yo­lu­nun eği­tim­den geç­ti­ği­ni gör­müş­ler ve her tür­lü yok­luk ve yok­sun­lu­ğa rağ­men bu ko­nu­da da önem­li me­sa­fe al­mış­lar­dır. So­nuç­ta bü­rok­ra­si­de önem­li kad­ro ve ka­de­me­ler bu kim­se­ler ta­ra­fın­dan dol­du­rul­ma­ya baş­lan­mış­tır.
Yu­ka­rı­da zik­re­di­len ve bir ma­dal­yo­nun iki yü­zü gi­bi du­ran bu tab­lo, öy­le bi­ri­le­ri­nin yap­tı­ğı gi­bi ka­ri­ka­tü­ri­ze edi­le­cek, iro­nik bir yak­la­şım­la ge­çiş­ti­ri­le­cek bir tab­lo de­ğil­dir. Ak­si­ne son de­re­ce re­el­dir ve bu yüz­den de cid­di­ye alın­ma­sı ge­re­kir. Bu in­san­lar Ana­do­lu’nun en üc­ra kö­şe­le­rin­den gel­miş, bü­yük şe­hir­ler­de on yıl­la­rı­nı ola­ğa­nüs­tü kö­tü şart­lar­da ge­çir­miş ve bir sü­re son­ra ik­ti­sa­di re­fa­hı ya­ka­la­mış­tır. Ta­rih bi­ze bir­çok ör­ne­ğin­de gös­te­rir ki bir ke­re bu re­fa­hı ya­ka­la­yan kit­le­ler ko­lay ko­lay bu kon­for­la­rın­dan fe­ra­gat et­mez­ler. Er­zu­rum’dan, To­kat’tan, Si­vas’tan, Ma­lat­ya’dan, Si­irt’ten, Mar­din’den vs. ge­len bu in­san­la­rın tek­rar mem­le­ket­le­ri­ne dön­me­le­ri ol­sa ol­sa tu­ris­tik amaç­lı ola­cak­tır. Hiç­bir güç on­la­rı ye­ni ha­yat tarz­la­rın­dan ge­ri­ye doğ­ru ite­mez. Ay­nı şe­kil­de Ana­do­lu’da pa­laz­la­nan bu ye­ni ser­ma­ye­dar sı­nıf da ulaş­tık­la­rı ya­şam stan­dart­la­rın­dan vaz­geç­mez­ler. Bu tab­lo­nun bü­rok­ra­tik kad­ro­lar­da yer alan­lar açı­sın­dan iz­dü­şü­mü de ben­zer­dir. On­lar da sos­yal sta­tü­le­rin­den ve si­ya­sal güç­le­rin­den fe­ra­gat et­me­ye­cek­ler­dir. Ak­si­ne güç­le­ri­ni da­ha da ar­tır­mak is­te­ye­cek­ler, hat­ta güç bir­lik­le­ri oluş­tu­ra­cak­lar­dır.
İş­te so­run da tam bu­ra­da dü­ğüm­len­mek­te­dir. Ya­hut baş­ka bir ifa­dey­le zur­na­nın zırt de­di­ği yer bu­ra­sı­dır. Tür­ki­ye’de güç te­ke­li­ni el­le­rin­de bu­lun­du­ran­lar bu gü­cü pay­laş­mak is­te­ye­cek­ler mi, is­te­me­ye­cek­ler mi? Ya­kı­cı so­ru bu­dur. Eğer ge­rek dış dün­ya ge­rek­se ül­ke için­de olup bi­ten­ler iyi göz­le­nir ve tah­lil edi­lir­se, ya­ni top­lum­sal de­ğiş­me iyi oku­na­bi­lir­se, bu güç pay­la­şı­mı­nın ka­çı­nıl­maz ol­du­ğu ger­çe­ği açık­ça gö­rü­le­cek­tir. Bu ise ül­ke ger­çe­ği­dir. Ül­ke ger­çe­ğin­den kaç­mak as­lın­da oyu­nu fark­lı oy­na­mak an­la­mı­na ge­le­cek­tir. Ak­lın yo­lu ise oyu­nu fark­lı oy­na­mak de­ğil, ül­ke ger­çe­ğiy­le yüz­leş­mek ol­ma­lı­dır. Zi­ra bi­rin­ci­si bü­tün top­lu­mu içi­ne ala­cak bir ça­tış­ma sü­re­ci­ni baş­la­ta­cak­ken, ikin­ci­si top­lum­sal bir uz­laş­ma sağ­la­ya­rak her­ke­sin ya­ra­rı­na ola­cak­tır.
Tür­ki­ye’nin ka­de­rin­de söz sa­hi­bi olan­lar bu top­lu­mun kal­bi­nin ne­re­de at­tı­ğı­nı iyi göz­lem­le­me­li­dir. Bu göz­lem top­lu­mun sa­hi­ci tem­si­li­ni yan­sıt­ma­yan mu­hit­ler­den ba­kı­la­rak ya­pı­la­maz, ya­pıl­ma­ma­lı­dır. Şeh­rin mer­ke­zin­den de­ğil ke­na­rın­dan, Su­adi­ye’ye de­ğil İki­tel­li’ye ba­kı­la­rak ya­pıl­ma­lı­dır. Bir atöl­ye­de plas­tik kap üre­ten, sat­tı­ğı­nı sa­tan, sa­ta­ma­dı­ğı için As­ya’dan Af­ri­ka’ya ka­dar ge­zip pa­zar ara­yan ve bu­lan es­na­fa ve tüc­ca­ra ba­ka­rak ya­pıl­ma­lı­dır bu göz­lem; ta­bii bü­tün bu gay­ret­le­rin se­ne so­nu gel­di­ğin­de adı­na ih­ra­cat de­ni­len yüz mil­yar­lar­ca do­la­ra te­ka­bül et­ti­ği­ni de ih­mal et­me­ye­rek. Ve yi­ne ay­nı ma­sa­da ye­mek yi­yen yö­ne­ten ve yö­ne­ti­le­nin hiç­bir ya­ban­cı­laş­ma gö­rün­tü­sü ya­rat­ma­dan, hat­ta bi­ri­nin di­ğe­ri­ni ken­di­sin­den gör­dü­ğü bir tab­lo­yu da ih­mal et­me­den… Son ola­rak bü­tün bu tah­lil­le­ri ya­par­ken prob­le­min salt si­ya­si, ide­olo­jik, di­nî de­ğil top­lum­sal bir prob­lem ol­du­ğu ve çö­züm­le­rin de bu­na gö­re üre­til­me­si ge­rek­ti­ği ger­çe­ği de hep göz önün­de bu­lun­du­ru­la­rak...

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
Coşkun Çakır