SURİYE ve İsrail, Türkiye’nin arabuluculuğunda barışa doğru adım attılar. Barış görüşmelerinin en önemli gündem maddelerini Golan Tepeleri, su kaynakları, Hamas, Hizbullah ve İran ile ilişkiler oluşturuyor. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 26 Nisan’daki ziyaretinden önce Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’a, “İsrail, kalıcı barış kararlılığı ile Golan Tepeleri’nden çekilmeye hazır” mesajını iletmesi ve ardından da Esad’ın Katar gazetesi el-Vatan’a vermiş olduğu mülakatta “Erdoğan, bana İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in Suriye ile barış karşılığı Golan’dan çekilmeye hazır olduğu bilgisini verdi” açıklamasını yapmasıyla Golan için çözüm umutları yeniden yeşerdi. İki ülke arasında 2004’te başlayan görüşmeler, İsrail’in Ağustos 2006’da Lübnan’a saldırması üzerine akamete uğramıştı. Ancak 2007’de Ankara’yı ziyaret eden Olmert’in, Erdoğan’dan sürece dâhil olmasını istemesiyle müzakereler tekrar canlandı.
İyi Niyetli Tarafsızlıktan İyi Niyetli Arabuluculuğa
Şam ile Tel Aviv arasındaki dolaylı temasların Ankara üzerinden yürümesi ve tarafların açıklamalarıyla resmiyet kazanan “arabulucu” statüsünün benimsenmesi, Türkiye’nin bölgedeki “güvenilirliği ve etkinliği”nin bir sonucu olarak yorumlanabilir. “Dürüst ve güvenilir arabulucu” rolünün Ortadoğu’da kabul görmesi ise Türkiye’nin 2001 sonrası “entegre bir politika ile” taraflarla ilişki kurması ve bu ilişkilerin geliştirilmesi için “çerçevesi çizilmiş tutarlı çabalar içine girmesi”nin bir neticesi. AK Parti’nin dış politika yapım süreciyle ilgili aktörlerinin sürekli vurguladığı “düzen kurucu ve istikrar sağlayıcı” bir bakış açısıyla Ortadoğu’da “herkes için güvenlik” ilkesi doğrultusunda adımlar atıldı. Krizlerin aşılmasında siyasal diyaloğun en üst düzeye çıkarılması”, “karşılıklı ekonomik bağımlılık” ve “kültürel birliktelik ve çoğulculuk” politikaları ile oluşturulan “pozitif kurucu roller” de bu güvenin tesisinde etkili oldu.
Tüm bunların sonucunda Türkiye, Ortadoğu’daki krizlerin çözümünde aktif olarak yer aldı ve bölgede sadece devletler bazında değil diğer aktörlerle de görüşmeyi sürdüren yegâne ülke oldu. Türkiye’nin daha önceki “iyi niyetli tarafsızlık” politikasının yerini, sorunların çözümünde kolaylaştırıcı bir faktör olarak “iyi niyetli arabuluculuk” politikası aldı. Taraflar arasındaki müzakerelerde az ya da çok mesafe kat edilmesi, Türkiye’nin Ortadoğu diplomasisindeki işlevini ve uluslararası etkinliğini arttıracak, böylece Ankara bu girişimin önündeki “mayınları temizlemede” kolaylaştırıcı bir rol oynayacaktır. Ancak bütün bu değerlendirmelerle birlikte Ortadoğu’daki sorunların çözümü için çokça devreye sokulan “arabuluculuk” müessesesinin de abartılmaması gerekir.
İsrail Tarafı: Golan’dan Çekilme Vaadi Yeterli mi?
Taraflar masaya oturmak için “ön şart” koşmasalar da, Olmert’in “Suriye ile kapsamlı barış karşılığı Golan’dan tamamen çekilme vaadi” dışında bir ayrıntı şu an için mevcut değil. Golan, Tel Aviv için bir güvenlik sorunu. Bunun ana gerekçesi de İsrail’in kendisini, Hizbullah’ın bulunduğu Güney Lübnan cephesi, Hamas’ın bulunduğu Gazze cephesi ve son olarak da Suriye cephesi olmak üzere üç taraftan İran’ın kuşatması altında hissetmesi. Tahran’ın müttefiki olan bu cephelerde İsrail’in doğrudan bir savaşa girmesi gibi bir durum söz konusu olmasa da, ABD başkanlık seçimlerinden sonra oluşacak yeni ortamda bölgedeki dengelerin değişme ihtimali İsrail’i endişelendiriyor. Suriye ile yapılacak bir anlaşma, daha önce Mısır ve Ürdün’le yapılan anlaşmalarda olduğu gibi İsrail açısından çok rahatlatıcı bir unsur ve kazanç olacak. Tel Aviv, Golan’ın iadesi durumunda Şam’ın daha ılımlı politikalar izleyerek İran’la arasına mesafe koyacağını düşünüyor. Suriye ile sorunların halledilmesi, Lübnan’la arasındaki sorunlarda da yeni bir açılım getireceği için İsrail tüm enerjisini İran ve Filistin üzerinde yoğunlaştırabilecek.
Ancak İsrail’in Golan’dan çekilmesi, karşılığında Şam’dan talep edeceği tavizlerin karşılanmasının zorluğu nedeniyle çok da kolay değil. İsrail Golan’dan çekilmesi karşılığında Suriye’den, İran’la ekonomik-siyasi ilişkilerini sürdürse de askerî işbirliğini bırakması, Lübnan’daki nüfuzunu azaltması, Hizbullah ve Hamas’a desteğini keserek Suriye’deki Filistin bürolarını kapatması, Hamas lideri Halid Meşal’i topraklarından çıkartması gibi isteklerde bulunacaktır. Tüm bu istekler Şam tarafından karşılansa bile, Olmert’in Golan’dan ödün verme gücü ve ABD ile tam eşgüdüm kurmadan Suriye ile müzakere yolu kısıtlı. İsrail muhalefeti Golan’dan çekilme önerisini ilk günden tepki ile karşıladı ve “Olmert’in yolsuzluğa bulaştığına dair ciddi soruşturmalarla mücadele ederken Golan Tepeleri’nden ödün verme eğilimine ve gücüne sahip olmadığını” belirtti. Sağ kanat partisi ve koalisyon ortağı ŞAS, aşırı sağcı İsrail Evimiz Partisi ve çekilmeyi bir felaket olarak değerlendiren Batı Şeria yerleşimcileri Golan’ın iadesine şiddetle karşı çıkıyorlar.
Suriye Tarafı: Güven Artırıcı Çabalar
Suriye için 1967’de kaybedilen Golan Tepeleri’ni geri almak büyük önem taşıyor. Beşşar Esad, Golan’ı geri alması durumunda popülaritesini artıracak ve Suriye’yi barış için çaba harcayan bir ülke konumuna getirecektir. Bu da Suriye’nin itibarını yükselterek, ABD’nin teröre destek suçlamasıyla küresel sistemden tecrit etmeye çalıştığı Şam’ın yalnızlığına çare olabilir. Esad, BM Güvenlik Konseyi kararıyla oluşturulan “Refik Hariri Suikastı Uluslararası Mahkemesi”nin vereceği karardan endişe ettiği için “barış müzakereleri” başlatan taraf olarak manevra alanını genişletebileceği umudunu da taşıyor. Ancak Tel Aviv’in Golan’ın iadesi için isteyeceği koşulları yerine getirmesi hiç de kolay değil. Suriye’nin verdiği her ödün, ülke içindeki “şahinler”in tepkisine neden olacak ve Esad yönetimine muhalefeti yükseltecektir. Öte yandan Filistinli örgütler ve Hizbullah ile arasına mesafe koymaya zorlanması, Şam’ın bölgedeki etkinliğine darbe vuracaktır.
Suriye ve İsrail arasındaki Türkiye’nin arabuluculuk yaptığı barış görüşmeleri resmî olarak 22 Mayıs’ta İstanbul’da başladı. Her ne kadar taraflar aynı masa etrafında buluşmasa da “ortak bir zemin oluştuğu konusunda her iki tarafın da tatmin” olduğu açıklandı ve görüşmelerin bundan sonraki süreçte periyodik olarak devam ettirilmesi ve nihai sonuca ulaşana kadar görüşmelerin detayları hakkında açıklama yapılmaması kararı alındı. Tarafların “aralarındaki diyaloğu Madrid Konferansı ilkeleri çerçevesinde, kapsamlı bir barışa ulaşma hedefi doğrultusunda kararlı ve sürekli bir şekilde yürütmeyi kararlaştırdıkları” belirtildi. Ankara’nın, barış görüşmelerinin selameti açısından başka tarafların müdahale etmemesi için ileri sürdüğü Suriye ve İsrail arasında “tek aracı olma şartı”nın kabul edilmesi, Türkiye’ye duyulan güvenin somut ifadesi olarak değerlendirilebilir. “İstanbul Süreci”nin başarısı bu şartın devam etmesine sıkı sıkıya bağlı.
Paylaş
Tavsiye Et