İnsanlığın binlerce yıla uzanan geçmişinde, tüm kültürlerin farklı yollarla da olsa kendine has “ben” tanımı çerçevesinde “güzel”i aradığı, tasvir ettiği, şekillendirmeye çalıştığı yadsınamaz bir gerçek. Medeniyetlerin beşiği Anadolu da bu arayışın en güzel meyvelerini verdiği yer kuşkusuz. HSBC Bank A.Ş. ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün organizasyonunda düzenlenen ve Anadolu topraklarında güzeli arayışın 10 bin yıllık öyküsünü anlatan “Farklı Kültürlerde Güzeli Arayış” adlı sergi, 16 Mayıs’ta Türk ve İslam Eserleri Müzesi`nde kapılarını ziyaretçilere açtı. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Antalya Müzesi, Afyonkarahisar Müzesi, Arkeoloji Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi, Ayasofya Müzesi ve Malatya Müzesi’nden sergi konseptiyle bir araya getirilen toplam 700 eser, 17 Ağustos’a değin müzede sanatseverlerin beğenisine sunuluyor.
Taş, mermer, toprak, bronz, altın, gümüş, değerli taşlar, el yazması, cam, ahşap, kumaş, deri, sedef, halı, kilim, çini ve seramik eserin yer aldığı serginin hazırlık aşaması yaklaşık 2 yıl sürmüş.
Kanuni Sultan Süleyman`ın 4 farklı fermanının ilk kez ziyarete açılacağı sergide, yine Kanuni Sultan Süleyman`ın ejder motifli kılıcı, Cizre Ulu Camii`nin ejder motifli kapısı dikkat çekiyor. Milattan önce 7. ve milattan sonra 8. yüzyıllarda yapılmış 2 farklı “atlı insan” figürünün de ilgi gördüğü sergide, Troya altını bileklik, Selçuklu dönemine ait tılsımlı gömlek de önemli eserler arasında yer alıyor.
On bin yıl boyunca Hitit’ten, Urartu’ya, Bizans’tan, Selçuklu ve Osmanlı’ya farklı kültürlerin Anadolu’nun batısından doğusuna, kuzeyinden güneyine dek güzelliğe dair bıraktıkları izleri gözler önüne getiren sergi, Anadolu’nun kültürel zenginliği ve bir arada yaşam kültürüne ışık tutuyor.
Sergi için özel bir dizayna tabi tutulan Türk ve İslam Eserleri Müzesi Çizgiler Galerisi, Ejder Salonu, Aynalar Odası, Sonsuz Simgeler Odası, Güneş, Ay ve Yıldız Odası, Sonsuzluk Salonu olmak üzere 6 bölümden oluşuyor. Müze Pazartesi günleri haricinde 9:00-17:00 saatleri arasında ziyarete açık. (Tel: 0212 518 18 05) /Hilal Turan
Tavsiye Et
Dünyayı “Batı ve diğerleri” şeklinde ayıran Avrupa-merkezci okumalarla, “ilerleme”ye katkısı bulunmadığı iddiasıyla geri kalmış bir medeniyet olarak resmedilen İslam medeniyeti, hiç kuşkusuz bunun tam aksine düşünürleri ve bilginleri aracılığıyla ile 8. yüzyıldan itibaren bilimsel düşünceye kaynaklık edecek çok yönlü araştırmalara ve bu yönde başarılı sonuçlara sahne oldu. Müslüman düşünür ve bilginlerin çalışmalarının 12. yüzyıldan 16. yüzyıla uzanan bir süreçte Arapça’dan Latince’ye yoğun olarak çevirildiği ve birçoğu kaynaklarında belirtmese de Avrupalı bilim adamları tarafından yaygın biçimde kullanıldığı biliniyor. Bu ilmî birikimin altının çizilmesi bağlamında kayda değer bir gelişme 24 Mayıs’ta Gülhane Parkı’nda dünyanın ilk İslam Bilim ve Tekonoloji Müzesi’nin açılması oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kültür Bakanlığı ile yaptığı ortak çalışma ile dünyada bir ilke imza atarak, İslam kültür çevresinin bilim dünyasına katkıları ve modern bilimin oluşumuna etkilerini yansıtan İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’ni kurdu. İlk etapta 140, nihai olarak 800 esere yer verilecek olan müzede, Müslümanların 8. ve 16. yüzyıllar arasındaki yaratıcılık devrelerinde gerçekleştirdikleri alet ve cihazların örnekleri sergilenecek. Bu örneklerin çok büyük bir kısmı Frankfurt Üniversitesi Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü tarafından kaynaklardaki tarif ve resimlere, çok küçük bir kısmı da günümüze ulaşan orijinallere dayanarak yapıldı. Kendi türünde dünyada bir ilk olan İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nde, Müslüman bilginlerin kurdukları rasathaneler, hastaneler, kimyasal düzenekler ve üniversiteler gibi kurumsal eserler görsel olarak yer alıyor. Müzenin içerisinde Bilimler Tarihi Kütüphanesi de yer alacak. İslam kültürünün bilim ve teknoloji dünyasına 1000 yıllık katkılarını yansıtacak müze, bilim tarihi yazımında İslam âlimlerinin başarılarının göz önünde bulundurulması gerekliliğini ortaya koyuyor. /Hilal Turan
Tavsiye Et
Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, 3 Mayıs-31 Ağustos 2008 tarihleri arasında, Kübist akımın önde gelen temsilcilerinden, İspanyol sanatçı Joan Miró’nun (1893-1983) baskı, resim ve heykellerinden oluşan 120 yapıtlık kapsamlı bir sergiyi İstanbullularla buluşturuyor. Fransa’nın çağdaş sanat alanındaki ilk özel vakfı olan Maeght Vakfı’yla işbirliğiyle, Maeght Koleksiyonu’ndan seçme yapıtlarla gerçekleştirilen sergide Miró’nun İstanbul’da Defile adlı yapıtı da yer alıyor.
14 yaşında Barselona’da Güzel Sanatlar ve Endüstriyel Sanatlar Okulu’na katılan ve 3 yıllık sanat eğitimi sonrasında, burada memur olarak göreve başlayan Miró, sonrasında sanat çalışmalarına devam edebilmek için bu görevi bırakır. Galeri sahibi olan José Dalmau’nun teşvikiyle ilk sergisini Barselona’da 1918 yılında açan sanatçı, 1920 yılında Paris gezisi sırasında Pablo Picasso ile tanışır. Bundan sonra Miró zamanının yarısını Paris’te geçirmeye başlar ve burada tanıştığı Max Jacob, Pierre Reverdy, ve Tristan Tzara ile Dada hareketine katılır. Paris’teki ilk sergisi 1925’te Galeri Pierre’de büyük bir sürrealist hareket olarak yankı bulur. 1936’da iç savaş sebebiyle İspanya’yı terk edip ancak 1941’de geri dönebilen Miró, aynı yıl New York, The Museum of Modern Arts’da ilk büyük retrospektif sergisini açar. Josep Lloerns y Artigas’la birlikte seramik çalışmalarına başlar, bununla beraber baskı alanına da ilgi gösterir. 1958’de Paris UNESCO Binası’ndaki eseri ile Uluslararası Guggenheim Ödülü’nü alır. Sonraki yıl tekrar resim yapmaya, 1960 yılında da heykeltraşlığa başlar. Yüzyıl başından itibaren yükselen kübizm, pürizm gibi akımlardan etkilenen ve gerçeküstücü harekete yakın duran Miro, geliştirdiği biçimsel dil ile 20. yüzyıl sanatını derinden etkilemiş, modernizmin henüz başlangıcında yerleşik estetik kavramlara karşı tavrı ve tutumuyla öncü bir kişilik olmuştur.
Genel olarak canlı renkler, çizgiler, daireler, çocuksu ve mizahi bir anlatımı olan Miró’nun eserlerine ev sahipliği yapan Pera Müzesi’nde, Amerikalı sanat tarihçisi Robert Lubar 4 Haziran’da sanatçıyı izleyicilere farklı bir bakış açısıyla tanıtmayı amaçlayan bir konferans verecek. 1860-1940 arası Avrupa resim ve heykel sanatı üzerine uzmanlaşmış olan Lubar, müzede vereceği konferansta Miro’nun biçimsel ilkelerini ve kendine özgü geliştirdiği görsel dili tartışacak. Konferansta İspanyol sanatçının, özellikle 1920-1941 yılları arasındaki etkinliği ele alınacak. Miro’nun “painting-poetry/resim-şiir” üzerine olan kavrayışının yanı sıra, geleneksel resim kuralları ve yerleşik estetik yargılara karşı duruşunu tanımlayan ve ilk kez 1927’de dile getirdiği “suikast resim” kavramı da tartışılacak.
(Tel: 0212 334 99 00) /Hilal Turan
Tavsiye Et