SON günlerde derin devlet tanımlamasına ilişkin yeni örgütlerin ismini duymaya başladık. Bunlardan bir tanesi de Encümen-i Daniş adıyla kamuoyunda tartışılan ve aralarında “saygın” emeklilerin bulunduğu bir “sohbet grubu”.
22 Ocak tarihli Zaman gazetesinde kendisini bu grubun başı olarak tanımlayan ve “Davaya kadar ‘Ergenekon’ diye bir örgütü duymadığını” söyleyen eski Meclis başkanlarından Necmettin Karaduman’ın “derin devlet” yaklaşımı ise oldukça net: “Derin devlet gereklidir. Bütün devletlerde bu tür yapılar vardır. Türkiye’de de vardır. Hep olmuştur, olmalıdır, olacaktır. Dilerim ki son olaylarla devletimizin bu gücü zaafa uğramasın. Ona her zaman ihtiyacımız var.” Karaduman’ın sözleri, derin devletin arızi bir durum değil, sistemin bir parçası olduğunu ve doğal olarak bunun yukarılarda meşru görüldüğünü gösteriyor.
Ergenekon davasını izlerken, hiç de istisnai olmayan bu bakış açısını ve zihniyeti gözden ırak tutamayız. Her gün ortaya çıkarılan yeni cephanelikler, kirli ilişkiler, kaos yaratmaya yönelik planlar ile dehşete düşerken, aynı anda ümit de tazeliyoruz. Şeffaf, demokratik ve derin olmayan bir devlete doğru kürek çektiğimizi düşünüp mutlu olmaya çalışıyoruz.
Fakat yukarıdaki sözlerden hareketle, yolunda gitmeyen bir şeyler olduğu hissine kapılmak için de sebepler var. Zira davanın seyri ile ilgili olarak, daha önceki tecrübelerimizden hareketle “sonuna kadar” götürülemeyeceği, arada birkaç “küçük” parçanın feda edilip kamuoyunun susturulacağı ya da davanın zamana yayılıp olanların bir bir unutturulacağı türünden “rutin” endişeler zihnimizin bir tarafında saklı. Öte yandan, bu kadar derin ve kirli planları yapan ve onlarca yıldır bu planları “başarı”yla uygulayan bir örgütlenmenin nispeten kolay bir biçimde çözülmesi, itirafların birbirini izlemesi veya yıllarca güvenlik güçleri içinde çalışmış ve muhtemelen bir sürü dayanıklılık testinden geçmiş, gözaltına alınma sırasının kendisine geleceğini bekleyebilecek kişilerin evlerinde çarşaf çarşaf suikast planlarıyla, bahçelerinde cephanelikle yakalanmaları şaşırtıyor.
Evet, ümitle bekliyoruz, ama hâlâ endişeliyiz. Gelin, bir an için Ergenekon çetesinin çökertildiğini ve tüm suçluların hak ettiği cezaya çarptırıldığını düşünelim. Acaba bu sonuç, seçilmiş iktidarların yanında veya dışında siyasete müdahale eden tüm güç odaklarının tasfiye edileceği ve Türkiye’nin demokratik bir ülke olarak yaşamını sürdüreceği anlamına mı gelecek? Yoksa bilinçli bir yönlendirmeyle, bütün bu çabalar, belki de bu devasa yapı içinde devede kulak mesabesinde olan “Ergenekon”un tasfiyesine mi indirgenecek? Küçük bir parça feda edilirken derin ana yapı muhafaza mı edilecek?
Karaduman’ın söyledikleri yabana atılmamalı. Devletin, daha doğrusu devlet gücünü kullanan bürokratik güç merkezlerinin, ellerindeki iktidarın/gücün bir kısmından dahi fedakarlık etmeyeceğini bilmek gerek. Nietzsche’ye kulak vererek, devletin bu konuda insanların gözünün içine baka baka yalan söylediğini düşünebiliriz. Bu perspektiften bakıldığında, derin devlet denen şey aslında tıpkı Anayasa Mahkemesi, Genelkurmay Başkanlığı ya da Danıştay gibi bir kamu kurumu. Onlardan tek farkı somut bir iktidar yapısı ve hizmet binası yok (ya da biz bilmiyoruz). Tüm kamu kurumlarında olduğu gibi “Derin Devlet Genel Müdürlüğü ya da Müsteşarlığı”nda da son yıllarda bir bürokratik değişim yaşanıyor. Bu bürokratik değişim, hem kadrolarda hem de kurumun izlediği politika ve kendisine çizdiği stratejilerde göze çarpıyor. Derin devletin yeni genel müdür ya da müsteşarı ve onun ekibi kurum içindeki “çürük” ya da “paslanmış” unsurları feda ediyor ve ayıklıyor. İkinci olarak da bu “çürük” kadroların demode ve oldukça vahşi yöntemlerini terk edecekler. Kan ve terör olaylarını doğrudan tırmandıracak yöntemler yerine daha çağdaş ve modern yöntemleri kullanacak yeni bir yapılanma söz konusu gibi görünüyor. Belki de artık bu tür uygulamalar yerine ekonomi ve sivil örgütlenme alanlarında yeni yöntemlerle karşımıza çıkacaklar: Yepyeni, tertemiz ve yıpranmamış bir derin devlet örgütlenmesi. Hal böyle olunca şu anda kamuoyunda derin devlete, çetelere, kan ve terör olaylarının organizatörlerine yönelik açık duruşuyla izlediğimiz bir kısım kanaat önderlerinin saf değiştireceği ve “bizim derin devletimiz çok güzel ve tertemiz” diyeceği bir sürecin bizi beklediğini düşünüyorum. Olayı böyle yorumladığımızda bunu başlatanların bu cesareti nereden aldıklarını, nasıl bu kadar büyük düşünebildiklerini, bağlantıları kurabildiklerini, silahların ve suikast planlarının nasıl bu kadar kolaylıkla ele geçirilebildiğini anlamak mümkün.
Öyle anlaşılıyor ki, Ergenekon, Susurluk, Encümen-i Daniş ya da ortaya çıkabilecek diğer yeni isimler sadece buzdağının görmemize izin verilen kısmı. Asıl “derin”e ulaşacak güce sahip kadrolar, maalesef henüz ufukta görünmüyor. Daha korkuncu ise bu sürecin derin devletin varlığı ve gerekliliğini meşrulaştıracak sonuçlar doğurması. Umarız ki yargılama süreci sonunda derin devletin kan ve terör olaylarını organize eden “çürük meyveler”inin ayıklanması, geriye kalan devasa bedenin varlığı konusundaki kaygıları ve bunun ortadan kaldırılmasına yönelik çabaları sona erdirmez.
Paylaş
Tavsiye Et