Kitap
Hazırlayan: Asım Öz
İstanbul: Pınar Yayınları, 2009
Yaşanan her kolektif acının, her toplumsal trajedinin yansımasının, edebiyat üzerine düşmesi kaçınılmazdır. Göre göre, yaşaya yaşaya kanıksadığımız acıları, zulümleri, haksızlıkları, kelimelerin gücüne sığınarak yeniden formüle eder edebiyat. Artık içimizi yeterince acıtmayan kimi gerçekler, bir şiirin dizeleriyle, alışkanlıklarımızın, gündelik bilgilerimizin yarattığı duyarsızlık perdesini yırtabilir.
Filistin direnişinin de edebiyat, hele de şiir üzerinde yansımalarının olması kaçınılmazdır. Dünya edebiyatında olduğu gibi, edebiyatımızda da Filistin’deki işgal ve direniş üzerine eser vermiş pek çok şair vardır.
Geçtiğimiz günlerde Pınar Yayınları’ndan çıkan ve Asım Öz’ün titiz çalışması ile okurla buluşan Haritada Kan Lekesi, önemli şairlerimizin, Filistin ve direniş üzerine yazdıkları şiirlerden oluşan bir seçki. Sadece sanat adına değil, Filistin konusundaki toplumsal duyarlılığımızı arttırmak ve ümmet bilincini yeniden gündemimize getirmek adına vücut bulmuş değerli bir çalışma.
Tavsiye Et
Geçmişten Günümüze Papalık
Bekir Zakir Çoban
İstanbul: İnsan Yayınları, 2009
Papalık denince sıradan Türk insanının aklına birtakım imajlardan ötesinin geldiğini söylemek çok güç. Düşman bir gücün temsilcisi olarak görülen Papa’ya dair, Haçlı Seferleri ile özdeşleşen yahut son Papa 16. Benedict’in İslam karşıtı sözleriyle pekişen bu imajların ötesinde, kurumsal bir kimlik olarak Papalıkla ilgili bilgilerimizin oldukça sınırlı olduğu görülüyor. Oysa gerek Avrupa Birliği üyeliğine aday, gerekse dinler arası diyalog konusunda çalışmalar yürüten bir ülke olarak, Avrupa tarihinin ve Hıristiyanlığın bu en önemli kurumu ile ilgili objektif ve tutarlı bilgilere ulaşmak büyük önem taşıyor.
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan Geçmişten Günümüze Papalık, bu konudaki bilgi eksikliğimizi yetkin bir araştırma ile giderme amacında olan son derece kapsamlı bir eser.
Tavsiye Et
Editör: Talip Küçükcan, Veyis Güngör
Türkçesi: Hasan Tuncay Başoğlu
Amsterdam: Turkevi Research Centre, 2009
Türklerin Avrupa’daki varlığı yalnızca yakın tarihi değil, uzun tarihî geçmişi içine alan bir konu. Osmanlı İmparatorluğu’nun, geçmişte Avrupa kıtası üzerinde ciddi bir toprak kazanımı olduğu ve bu toprakları Avrupa-i Osmanî olarak adlandırdığı biliniyor. “Avrupa’da Türkler” tabirini bu tarihî perspektif içine yerleştirdiğimizde, Türklerin bölgede siyasal bir güç olarak varlığının akla geleceği aşikâr. Ne var ki bugün “Avrupa’da Türkler” dediğimizde, özellikle 1950’lerin sonları ve 1960’lardan başlayarak kıtaya işçi olarak giden nesilleri ve onların çocuklarını, torunlarını anlıyoruz. Günümüzde pek çok farklı Avrupa ülkesinde 4,5 milyonun üzerinde Türk’ün yaşadığı tahmin ediliyor. Bu durum beraberinde pek çok farklı süreci ve sorunları getiriyor. Bunların başında da kültür, entegrasyon ve kimlikle ilgili problemler geliyor. Türklerin yaşadığı uyum sorunlarına, Avrupa’daki muhafazakâr unsurların dışlayıcı yaklaşımı, Türklerin karar mekanizmalarında yer almamaları nedeniyle bu tip olumsuz süreçlere müdahale edememeleri ve anavatanın kendileri ilgili politikalar üretmek noktasında gösterdiği eksiklik eklendiğinde, ortaya bütün boyutları ile incelenmeyi hak eden bir tablo çıkıyor.
Geçtiğimiz günlerde Hollanda’da İngilizce olarak neşredilen ve edisyonu iki başarılı Türk akademisyen tarafından gerçekleştirilen Turks in Europe, (Avrupa’da Türkler), bu çerçevede zikredilmesi gereken önemli bir eser. Talip Küçükcan ve Veyis Güngör’ün derlediği bu kitap, Avrupa’da yaşayan Türkler üzerine yapılan çalışmaların bir araya geldiği en geniş koleksiyon olma özelliğini taşıyor. Culture, Identity and Integration (Kültür, Kimlik ve Entegrasyon) alt başlığını taşıyan kitap, alanlarında uzman pek çok eğitim ve kültürel çalışmalar uzmanı, sosyolog, antropolog ve siyaset bilimciyi bir araya getiriyor. Söz konusu uzmanların güncel sorunlar, politikalar ve gelecekteki eğilimler üzerine kaleme aldıkları ve Avrupa’da yaşayan Türkler konusunu değişik boyutları ile inceledikleri birbirinden değerli makalelerden oluşan Turks in Europe, yalnızca konu ile değil, aktüel politika ile de ilgilenen herkesin yararlanabileceği bir çalışma.
Tavsiye Et
Türkiye ve Küreselleşen Dünya Üzerine Notlar
Murat Yülek
Ankara: Bilgesel Yayıncılık, 2009
Tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik kriz, ekonomiyi ve ekonomik gelişmeleri gündelik hayatın bir parçası haline getirdi. Ekonomi politikaları ile en az ilgili sınıfların ve bireylerin bile, gündemlerinin ilk sıralarını ekonomi işgal ediyor. Ne var ki hayatımızın her alanında ekonomik krizin yansımalarını görmemize rağmen, karmaşık ekonomik terimler ve açıklamalar içerisinden sıradan insanların anlayabileceği ifadeler derlemek ve ekonomiye ilişkin herkese hitap eden bir dil yakalamak çok zor görünüyor.
Bu noktada Doç. Dr. Murat Yülek, geniş ilgi alanıyla ve karmaşık ekonomik konuları herkes için anlaşılır kılmak noktasında gösterdiği maharetle farklı bir konuma yerleşiyor. Hayatının uzunca bir dönemini yurtdışında geçiren; bir yandan IMF, Dünya Bankası, İslam Kalkınma Bankası gibi uluslararası kuruluşlarda deneyim kazanırken, diğer taraftan uluslararası bilim kurumlarında öğrencilik ve hocalık yapan Murat Yülek, gerek özel sektör gerekse kamu sektöründe tecrübeli bir isim. Yülek’in geçtiğimiz günlerde Bilgesel Yayıncılık’tan çıkan çalışması Türkiye ve Küreselleşen Dünya Üzerine Notlar, yazarın 2005 yılından itibaren Dünya gazetesinde yazdığı yazılardan oluşan bir derleme. Dünya güçlerinin geleceklerinden, Türkiye’nin pozisyonuna, Türk ekonomisinin büyüme potansiyelinden markalaşma stratejisine kadar geniş bir yelpazeyi kapsayan çalışma, yazarın ifadesi ile “Türkiye merkezli bir küresel bakış çerçevesinde” kaleme alınmış. Büyük güçler, hukuk ve sistem, sanayi politikaları, markalaşma ve katma değer, iktisadi politikaların bütüncüllüğü, Türkiye’nin dış politikası gibi çeşitli alanlarda yazılan yazılar, ekonomiye dair kapsamlı bir sunum yapmakla kalmıyor, dünya siyasetine dair de önemli şeyler söylüyor.
Tavsiye Et
Behçet Necatigil’in Kaleminden Dünya Klasikleri
İstanbul: Can Yayınları, 2009
Nasihat öğretisinin bir uzantısı olan kıssacılık geleneği, edebî bir birikime hizmet etmekten çok günlük hayatın pratiklerine yönelik amaçlar taşır. Hayvanları ve cansız nesneleri konuşturmak, muhatabına sorular sordurmak bu geleneğin tahkiye yöntemlerinin en sık rastlananlarından ikisi. Behçet Necatigil’in deyimiyle bu hikâyeler “belirli, kesin kurallı bir yaşama biçimi öğretme” amacı güderler.
Necatigil’in 1890 tarihli Osmanlıca baskısını sadeleştirerek bugünkü Türkçeye kazandırdığı Tûtînâme, Doğu’nun en eski hikâye külliyatlarından birisi. Beydaba’nın Kelile ve Dimne’sigibi Hindistan menşeli. Orijinal ismi Sukaspati olan Sanskritçe eser önce Farsçaya, Farsçadan da Osmanlıcaya tercüme edilmiş. Eserin Osmanlıcaya ilk tercüme edilişi ise Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle gerçekleştirilmiş.
Tûtînâme, kendisine emanet edilen Mâh-ı Şeker’i kocası Hâce Said’e ihanet etmekten alıkoymak için geceleri hikâyeler anlatarak onu evde tutmaya çalışan bilge bir papağanın anlattıklarından oluşuyor. Otuz geceye otuz hikâye… Hilmi Yavuz’a göre “Tûtînin yani papağanın temsil ettiği, köşesine çekilmiş Şark bilgeliğine modern dünyada artık kimsenin ihtiyacı kalmamıştır ve ‘Necatigil’in Tûtî’si Şark’ın yok olan gizemi, masalsılığı ve büyüsü’dür. Tûtînâme ise büyüsel, gerçekçi bir romana malzeme olabilecek bir ‘Otuz Gece Masalı’…”
Hikâyelerin isimlerinden bazıları şu şekilde: Bir Kötü İle Seksen İyinin Hikâyesi, Kabahatten Büyük Özrün Hikâyesi, Mansur’u Taklit Eden Gencin Hikâyesi, Tavusluk Taslayan Çakal’ın Hikâyesi, Kedinin Pişmanlığı Hikâyesi.
Can Yayınları tarafından Behçet Necatigil’in itinalı çevirisiyle yayınlanan eser, nesilden nesile aktarılmaya devam edecek bir başyapıt olarak kütüphanelerimizdeki ve yeni neslin çocukluk ve ilk gençlik anılarındaki yerini almayı bekliyor.
Tavsiye Et
Cihan Aktaş
İstanbul: İz Yayıncılık, 2009
Törensel bir edayla yapılan piknik hazırlıkları ve piknikler, bilhassa hafta sonlarının vazgeçilmezlerindendir yaz aylarında. Metropollerde değil belki ama küçük şehirlerde ve kasabalarda yerleşim yerlerinden uzak tepelere, göl veya nehir kenarlarına kalabalık gruplar halinde gidilir ve bu piknikler ciddi organizasyonlar gerektirir. Pikniğe gitme kararını veren ve “Kalkın gidiyoruz” diyenler erkekler olsa bile bu pikniklerin gerçek aktörleri çoğu zaman kadınlardır.
Cihan Aktaş, yeni kitabı Kusursuz Piknik’e ismini veren hikâyesinde, küçük bir şehrin “asilzadelerinin” aileleri için düzenlenen bir pikniğin konuklarının hem birbirleriyle hem de eşleri ve çocuklarıyla yaşadıkları çatışmaları tasvir ediyor. Katherine Mansfield’in Garden Party’sindeki gibi bir orkestra eşliğinde gerçekleşmese bile Aktaş’ın “küçük burjuva”ları da İngiliz aristokrasisini aratmayacak ölçüde detaylı ve teşrifatı bol bir piknik için hummalı bir hazırlık içerisinde buluyorlar kendilerini.
Aktaş, diğer hikâyelerini de ondan dinlemeye alışageldiğimiz temaların etrafında anlatıyor. Sosyal hayatta olduğu gibi makro planlarda da değişmeyen toplumsal rollerin, aile içi çatışmaların, komşuluk, akrabalık ilişkilerinde çoğunlukla kadınların ayaklarına dolanan sosyal rollerin, tatil günlerinde ve dinlence mekânlarında bile kendilerini “kusursuzluk” makamında buluveren kadınların temsil ve tercümanlığını yüklenen hikâyelerle çıkıyor karşımıza. Bu kadınlar kimi zaman küçük kasabaların eğitimsiz kadınları, kimi zaman entelektüel kaprisleri ve hazımsız egolarıyla yakın çevrelerini terörize eden metropol kadınları, kimi zaman da iç huzurlarından ve konforlarından feragat ederek çocukları, eşleri, aileleri, komşuları ve başkaları için neredeyse mabet yahut moda tabirle meditasyon merkezi vazifesi icra eden huzurlu evler kuran, misafirperverlikleriyle şöhret bulan orta sınıf kadınları.
İz Yayınları’ndan çıkan kitaptaki on bir hikâyeden sadece birisi “Kusursuz Piknik”. Kendine has romantizmine ve melodramatik kurgusuna aşina olanları şaşırtmayacak hikâyeleriyle Cihan Aktaş bir kere daha okurlarının karşısında.
Tavsiye Et
Yıldız Ramazanoğlu
İstanbul: Timaş Yayınları, 2008
Yazar ve aktivist Yıldız Ramazanoğlu’nun son kitabı Bağdat Fragmanı, Türkiye Yazarlar Birliği (TYB)’nin 2009 “Yılın Yazar, Fikir Adamı ve Sanatçıları Ödülleri”nde “gezi” dalında ödüle layık görüldü.
On bölümden oluşan çalışma 1999-2008 yılları arasında içinde yaşadığımız coğrafyayı dolayısıyla dünyayı ilgilendiren siyasal ve sosyal olayları bir aktivistin gözünden, bir edebiyatçının latif üslubu ile okuyucuyla buluşturuyor. Ramazanoğlu kendi çalışması için “Bu kitap kifayetsiz kelimelerden oluştu” dese de, geride bıraktığımız on yıl içinde Ortadoğu’da yaşanan savaş, işgal ve soykırım ile dolu gerçekliği, Afrika’nın yoksullaştırılmış halklarının yaşam ve onur mücadelesini ve bu kanlı coğrafyanın yaşadığı zulme seyirci kalmamak adına atılan adımları vicdan süzgecinden geçirip kelimelerle ifade edebilmenin bir örneğini bu çalışmada görüyoruz.
“Yakın Dünya Ajandası”nın yer aldığı birinci bölümün ardından Doğu Konferansı’nın yıllar içindeki yol haritasının uğraklarından oluşan ikinci bölüm yaşadığımız coğrafyanın cahili olduğumuz gerçeğini hissettiren izlenim yazılarından oluşuyor. Bu bölümleri sırasıyla Cibuti, Filistin, Irak üzerine yazılan değerlendirme ve yorum yazıları izliyor. Barış ve adaletin dilini seslendiren yazılara sinen üslup ise Ramazanoğlu’nu tek bir kategori içinden tanımlamayı imkânsızlaştırıyor. “Mazluma dini sorulmaz” şiarını doğrularcasına her bir coğrafyada birbiriyle kesişen pek çok farklı hayatları, farklı din ve ideolojileri, bunlar arasındaki dayanışmayı ve onurlu bir hayat için verilen mücadelenin ırk, din, dil, mezhepten bağımsız olarak nasıl ortaklaşabildiğini gösteren her bir bölüm bu yönü ile de ufuk açıcı nitelikte. Bu kadar farklı coğrafyalarda dönüp dolaşan, orada yaşanan zulüm ve mücadeleleri belleğimize taşıyan çalışmanın dokuzuncu bölümü “Türkiye’nin Kardeşlik Enerjisi”ni tasvir ederek umutları tazeleyen, menşeine ve meşrebine bakmadan her kesimin acılarına ortak olan yazılardan oluşuyor.
Son bölüm ise kendi şartları içinde sağlam bir mücadelenin ve dik duruşun temsili niteliğinde “Çok Özel Birkaç Kadın”ın bireysel portrelerine odaklanmakta. Yaşanan zulme, savaşlara, işgale seyirci kalmayan ve onur mücadelesi veren kişilerin portreleri arasında zulme karşı “ama”sız direnişin sembollerinden biri olan Rachel Corrie’nin Filistin’den ailesine gönderdiği mektuplardan oluşan bir ek de yer alıyor. Lila ve Alma kardeşler, Süreyya Yüksel, Guiseppina Pasqualino Di Morineo, Saraybosna’dan Sümeyye, Aynur ve Hatice bu bölümde yer alan diğer isimler.
İki kapak arasına toplanmış deneme yazılarından oluşan Bağdat Fragmanı, sadece zayıf olan hafızalarımızı tazelemek için değil, vicdanlarımızı da tazelemek için okunması ve tarihe düştüğü önemli notlar açısından kişisel arşivlerde yer alması gereken bir çalışma.
Tavsiye Et
Kültür Edebiyat Kitap
Sayı: 19, Mart-Nisan 2009
“Genç” edebiyat dergilerinin gerek ekonomik imkânsızlıklar yüzünden gerekse araya giren başka fasılalar nedeniyle bir görünüp bir kayboldukları “yalnız ve güzel ülkem”de, fakir ama haysiyetli delikanlıların böylesi dergileri dördüncü yılına eriştirmeleri kolay iş değil. İkindi Yağmuru’nu en başta bu istikrar yönüyle anmak gerek. Bir vakitler bu boş(!) işlerle meşgul olanların, “yaş otuz beş, yolun yarısı eder” deyip delikanlı çağlarındaki cevherleri şakaklarındaki karlarla değiştikten ve hayatın hercümercinde erittikten sonra “nerde o günler, o şevk, o heyecan?” özlemleri içinde dillendirip ballandırdıkları nostalji ateşi bile işin çilesini gölgelemeye yetmez. Neticede, o kendine has kokusuyla dergiyi ilk elinize aldığınızda, çekilen külfet de bir kazanca, bir tada dönüşür ki genç dergicileri “fişekleyen” de kendileriyle birlikte başkalarına tattırdıkları bu baldır bir nebze.
Bu gayretle 19. sayısına ulaşan İkindi Yağmuru’nun bu sayısında, Şubat ayında kaybettiğimiz Azeri yazar ve şair Bahtiyar Vahapzade anılmış; ancak bu minvalde kaleme alınan yazının “hamaset edebiyatı”na takıldığını da hemen belirtelim. Yine Şubat ayında kaybettiğimiz Turgut Cansever de unutulmamış ve kimi konulardaki görüşlerinin yer bulduğu bir yazı ile anılmış. Sedat Umran, Cafer Keklikçi, Ünsal Ünlü, Rasim Demirtaş, Mustafa Atiker, Can Şen, Said Ercan şiirleriyle; Adnan Büyükbaş, Hüseyin Göktaş, Remzi Şimşek ise hikâyeleriyle yer almışlar. Beşir Ayvazoğlu ile dil meseleleri etrafında bir söyleşi gerçekleştirilmiş. Mustafa Celep, Adem Turan’ın “ısrarla konuşmak isteyen şiir”ini incelemiş. Derginin daha önceki sayısında, yayın dünyasının daha yakından takip edileceği ve kitap tanıtımlarına daha fazla yer verileceği duyurulmuştu. İlgili sayfalarda incelenen ilk eser İsmet Özel’in Of Not Being A Jew adlı kitabı. İkinci olarak, çağdaş Filistin edebiyatı yazarlarından Hasan Kanafani’nin Güneşteki Adamlar adlı romanı irdelenmiş. Kazım Karabekir’in Defter-i Hayat’ı bu sayfalarda kayda alınan bir üçüncü eser.
Son olarak, yasağın ardından sigaranın TV ekranındaki mozaikleştirilmiş görüntüsünün dumansız hava sahası firarilerinin bağrında açtığı yarayı merak ediyor ve “Ne olacak bu Eastwood’un hali?” diyorsanız, bu yaradan fışkıran “Sigaraya Dair” başlıklı yazıyı okuyabilir, bu vesileyle sinema kuşağının dumanlı sahneleriyle harmanlanmış çağrışım denizinde demlenebilirsiniz. / Nermin Tenekeci
Tavsiye Et