MEMURLUK yolunun tasavvuf yoluna ne kadar benzediği hiç aklınıza geldi mi? Evet, memurluk bir çile yoludur. Bu mesleğe hakkıyla, hizmet aşkını canlı tutarak, pisliğe bulaşmadan devam edenler neredeyse seyr ü sülûkta mertebe kat eden dervişler gibidir. Müthiş kemâlât kesbedebilirler. Nasıl mı? İzah edelim...
Bir, memuriyette çalışacağınız yeri seçebilirsiniz; ama beraber çalışacağınız kişileri değil. Sabretmeniz gerekecek çok kişi ve işlerle karşılaşırsınız. Aynen dervişin şeyhi seçip, ihvanını seçememesi gibi...
İki, tasavvufta olduğu gibi gelen emirleri sorgulamak genelde mümkün değildir. Emirde hikmet vardır diye düşünmelisiniz. Aradaki fark şudur ki, dervişlik yolunda emrin hikmeti bir süre sonra açığa çıkar. Halbuki memuriyette bunu asla göremeyebilirsiniz.
Üç, yaptığınız işler kimse tarafından takdir edilmez. Bu şekilde nefsiniz okşanmamış olur. Hatta bazen iyi ve yeni işler yaptığınız zaman tekdir edilir, zarar görürsünüz.
Dört, her gün şevkiniz kırılır; ama her gün yeni bir şevk ile hizmete koyulmak zorundasınızdır.
Beş, ne kadar çalışırsanız çalışın, hayatınız boyunca iki yakanız bir araya gelmez (elbette bu sivil memurlar için böyle). Bir lokma-bir hırka meseli memurlar için de geçerlidir.
Altı, yanı başınızda hiç çalışmayan, gazete okuyup laklak eden meslektaşınız da sizinle aynı maaşı alır. Yani herkes, hak edip etmediğine bakılmaksızın aynı kazana kaşık sallar, aynı çorbayı içer.
Yedi, ne kadar önemli ve büyük işler yapsanız da kimse sizi, yaptığınız işi önemsemez, merak etmez. Belki kendi çabanızla, emeğinizle memlekete milyar dolar kazandırırsınız; ama kimseciklerin haberi olmaz. Fakında olanlar da zaten sizi takdir etmeyeceği için şöhret afetinden uzak, mahviyet içinde yaşar gidersiniz.
Evet, memuriyet böyle çileli bir iş. Ama nimetleri de yok değil. Sayalım...
Bir, işten çıkarılmanız darbe dönemleri hariç söz konusu değildir. Dervişin dergâhtan kovulana dek yaşayıp gittiği gibi...
İki, ne yaparsanız yapın veya ne yapmazsanız yapmayın aynı maişeti her ay alırsınız.
Üç, kimse farkında olmasa bile kendini bilen ve davasına her şeye rağmen sadık kalan bir memur iseniz müthiş işler yapabilirsiniz. Bir toplantıdaki bir konuşmanız, bir tedbiri metin içine sıkıştırmanız, uluslararası bir işte adam gibi tavır koymanız milyonlarca insana katkı sağlar. Bu işleri, ne sermayesi boyunu aşan işadamı ne siyasetçi ne de akademisyen yapabilir. Memuriyetin yegane tatmini buradadır.
Dört, diğer memurların “bana ne” deyip, tembellikle yattığı bir yerde, dişini sıkıp iyi ve güzel işler tasarlayan bir memur hayırlı bir yol açmış olur. Çünkü kendinden sonra gelen memurlar yeni bir şey yapmaktansa, kendilerinden önce yapılan işi aynen tekrarlayacaklardır.
Beş, dehre uymayı reddedip çile yoluna giren memur, etrafında bir etki alanı oluşturur. Yeni gelen genç memurları zehirleme fırsatını yakalar. Böylece silsile geleceğe taşınmış olur.
Altı, memurun tek sermayesi ismidir. Para-pul, menfaat işlerine bulaşmayanlar için elbette. O yüzden memurlar arasında başka meslektekilerle kıyaslandığında başı daha dik, tutarlı ve yiğit adam bulabilirsiniz.
Yedi, memur devletin işleyişini çok iyi bildiği için daha kötümser olsa da, daha gerçekçi olur. Hele tefekkürden ve okuma-yazmadan nasibi de varsa olayları yorumlaması daha isabetlidir. Akademisyenler, işadamları, hele hele İstanbullular, devleti ve Ankara’yı hiç bilmeden ahkâm keserler. Halbuki dava sahibi memur kendi kör noktasını aşar, bu güruhların kör noktalarını da aydınlatır.
Evet, kısacası her türlü aşağılama ve istihzalara rağmen memuriyet, harama bulaşmayan, kendini bilen ve davasını asla unutmayan kişilere kutlu bir yoldur. Koltuğun rengini almayan, aksine o koltuğa rengini veren memurlar için elbette… Kendindeki kabiliyetleri sürekli canlı tutan, düşünen, tartışan, öğrenen bir memurun işi de zengin olur.
Bir ârif, “bir nevi dilencilik” olarak adlandırdığı memuriyeti, sadece halka hizmet ve doğru işleri yapıp, yanlışları engellemek amacıyla câiz görür. İşini hizmet olarak yapan memur gerçekten de kâmiller arasında zikredilir. Bakın nasıl: Hârun Reşid’in vezirlerinden birisi Hazret-i Hızır ile sohbet eden kemâlâtı yüksek bir kişidir. Fakat bir gün sultanla arası bozulur, istifa eder. Hızır bir daha ona görünmez. Bundan çok mahzun olan vezir, bir mürşide gider, neden Hızır’ı artık göremediğini sorar. Mürşid, Hızır ile görüşmesinin sebebinin, vezirin görevinde hakkı kollaması ve yanlışları engellemesinden elde ettiği manevi rütbe sayesinde olduğunu söyler. Artık bu işten ayrıldığı için Hızır’la bağı kopmuştur. Vezir hemen tövbe eder, gider işine geri döner. Hızır o zaman kendine görünür ve yine sohbetlere başlarlar.
Şimdi bize “Memuriyeti bu kadar güzellemenin âlemi var mı?” diye soranlar olabilir. Cevabımız şu: Herkes yanlışları güzeller iken, bizim doğru olanları memur bile olsalar güzellememiz çok mu?
Paylaş
Tavsiye Et