Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (October 2009) > Dünya Siyaset > İran için uzun, ince yol: Cenevre müzakereleri
Dünya Siyaset
İran için uzun, ince yol: Cenevre müzakereleri
Hakkı Uygur
BM GÜVENLİK Konseyi üyesi ülkeler ve Almanya’dan oluşan 5+1 ülkeleri ile İran arasında Ekim ayının başında Cenevre’de düzenlenmesi planlanan müzakereler, İran-ABD ilişkilerinin yeni bir aşamaya girdiğini gösteriyor. Daha önce genellikle üçüncü tarafların aracılığıyla ya da kapalı kapılar ardında gerçekleştirilen müzakerelerin aksine bu sefer iki ülkenin doğrudan ve açık bir şekilde masaya oturacak olmaları, bir bakıma müzakerelerin sonucundan daha fazla önem taşıyor. Bu teşhis özellikle İran için geçerli; zira yıllarca ABD ile müzakere masasına oturmak ülkede politik bir tabuydu ve bunu savunanlar Batı işbirlikçisi muamelesi görüyorlardı. Çok değil daha birkaç yıl önce Ayetullah Ali Hamaney, ABD ile değil uzlaşmanın, masaya oturmanın bile kabul edilemez olduğunu savunuyordu.
Aslında taraflar arasındaki yumuşama belirtileri Barack Obama’nın Amerikan başkanı seçilmesiyle birlikte açıkça görülmeye başlandı. Obama’nın İran’ın dinî lideri Hamaney’e daha sonra basına da yansıyan bir mektup yazarak yeni bir başlangıç önerisinde bulunması ilişkilerde dönüm noktası kabul edilmeli. Arabulucuların verdiği bilgilere göre, söz konusu mektupta İran yönetiminden övgüyle bahsediliyor ve kötü anıların unutulması gerektiği vurgulanıyor. Washington’daki Demokrat yönetimin yeni bir başlangıç konusunda ciddi olduğu, İran’daseçim sonrası yaşanan gelişmelerle test edildi. ABD, ortamın oldukça uygun olmasına ve İran’daki geniş beklentilere rağmen İngiltere ve İsrail’in aksine seçim sonrası olaylara aktif şekilde müdahale etmekten kaçındı ve İran konusundaki tavır değişikliğinin konjonktürel olmadığını gösterdi. ABD’nin bu yaklaşımı, şimdiye kadar uygulanan baskı ve izolasyon politikalarının istenen sonucu vermemesinden kaynaklanıyor olabilir. Bill Clinton döneminde uygulamaya konulan “Çifte Kuşatma” stratejisi ve “D’Amato Yasası” gibi yaptırımlar ile Bush yönetiminin zaman zaman oldukça ciddileşen askerî tehditleri, İran’ın bölgedeki etkinliğini azaltmadığı gibi bu ülkenin nükleer silah sınırına ulaşmasını da engelleyemedi. Öte yandan İsrail’in Güney Lübnan’a 2006 yazındaki saldırısı, İran sorununun silahlı çözümünün mümkün olmadığını gösterdi.
İran yönetimi müzakerelerde kendi nükleer faaliyetlerini tartışmaya açmayacağını, yalnızca genel güvenlik ve işbirliği konularında görüşlerini açıklayacağını ifade etse de 5+1 ülkelerinin müzakerelerden temel amaçlarının İran’ın nükleer faaliyetlerinden duydukları endişe olduğu biliniyor. Tahran’ın söz konusu tavrına rağmen ABD’nin müzakereleri kabul etmesi ve daha müzakereler başlamadan sivil uçak satışı gibi İran’a yönelik bazı teşvikleri açıklaması, ciddiyetini gösteriyor. Uçak satışı konusunun Mahmud Ahmedinejad’ın başkanlığındaki bakanlar kurulu toplantısında tartışılması, önerinin Tahran tarafından da ciddiye alındığının bir göstergesi.
Öte yandan ABD’nin İran’ın füze kapasitesini bahane ederek Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne kurmayı planladığı Füze Kalkanı Projesi’nden vazgeçmesi, bu ülkeye yönelik yumuşama göstergelerinden birisi olarak değerlendirilebilir. Diğer yandan söz konusu projenin aslında Rusya’ya yönelik olduğu göz önüne alınırsa, Washington verdiği bu “taviz” karşılığında Moskova’dan Tahran’a baskı konusunda daha aktif bir rol oynamasını da isteyebilir. Zira bilindiği gibi Rusya İran’ın nükleer faaliyetlerimeselesinin ana tedarikçisi konumunda ve Buşehr’deki nükleer reaktörde çok sayıda Rus bilim adamı ve mühendisi çalışıyor. Aynı şekilde Moskova sürekli olarak İran’ın nükleer faaliyetlerinin barışçıl yollardan çözülmesini istiyor ve Pekin ile birlikte Tahran’a karşı kapsamlı yaptırımlara karşı çıkıyor. Rusya S-300 füze savunma sistemlerinin Tahran’a satışı konusunda da belirsiz tutumunu sürdürüyor ve konuyu pazarlık kozu olarak elinde tutuyor.
Cenevre’deki müzakereler öncesinde İran tarafının ısrarla “Nükleer teknoloji konusunu görüşmeyeceğiz” şeklinde açıklamalar yapması, buna karşın İngiltere ve ABD’nin “Sabrımız sonsuz değil” tarzı tehditleri, sonuca yönelik karamsarlığı güçlendiren etkenler. Müzakerelerin başarısızlığa uğraması ve ABD’nin Rusya ve Çin’i ikna edebilmesi durumunda akla ilk gelen yaptırım kararı, İran’ın benzin ithalatına sınırlama getirilmesi olacaktır. Daha önceki dar kapsamlı üç BM yaptırım kararından fazla etkilenmeyen İran, benzin ithalatına sınırlama getirilmesi halinde bu durumun ekonomisini hatta sokaktaki hayatı etkileyeceğini biliyor. Nitekim iki yıl önce benzinin karneye bağlanması esnasında birçok şehirde akaryakıt istasyonları ateşe verilmişti. Seçimlerden sonraki hassas durum göz önüne alındığında Tahran, sokaktaki insana baskı yapabilecek herhangi bir yaptırım kararından şiddetle kaçınmaya çalışacaktır. Bu nedenle İran yönetimi son aylarda benzin ithalat kaynaklarını çeşitlendirmeye çalışıyor ve Batı nüfuzundaki Birleşik Arap Emirlikleri yerine Venezüella ve Çin gibi yaptırımlara uymaya niyeti olmayan ülkelere yöneliyor.
Müzakerelerin yeri konusunda daha sonra Cenevre’de karar kılınsa da Türkiye seçeneğinin bizzat AB Ortak Dış Politika ve Savunma Yüksek Temsilcisi Javier Solana tarafından ciddi olarak telaffuz edilmesi, Ankara’nın müzakere sürecini aktif şekilde desteklemesiyle ilgili olabilir. Nitekim Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun son Tahran ziyaretindeki ana gündem konusunu ikili ilişkilerden çok nükleer müzakereler oluşturmuş olmalı. Zira etrafında işbirliği ve güvenlik havzası oluşturmaya çalışan Türkiye için orta vadede en önemli dış politika sorunlarından birisinin İran olabileceği aşikâr. Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde dahi gelişmeler yaşanırken İran ile Batı arasındaki gerilimin bir türlü sona ermemesi, Türkiye’nin doğusunda büyük bir istikrarsızlık kaynağı yaratabilir. İran’ın bölge üzerindeki etkisi düşünüldüğünde, İran-ABD müzakerelerinin sonuç vermemesi durumunda son yıllarda Türkiye’nin bölgesel istikrar ve işbirliği hususunda attığı tüm adımlar boşa çıkabilir. Nitekim ABD’nin Türkiye’ye Patriot füze sistemleri satacağının açıklanması, İran’la ilgili gelişmelerinden bağımsız olmasa gerek. Rusya öteden beri “Hedef gerçekten İran ise füzeler neden Türkiye ya da Kafkas ülkelerine değil de Doğu Avrupa’ya yerleştiriliyor?” diye soruyordu ve bu amaçla ABD’ye Azerbaycan’daki bir Rus radar üssünü teklif etmişti.
Bush döneminin sona ermesinin ardından dünyada ve bölgede kimsenin yeni bir çatışma istemediği dikkate alındığında akla en yatkın seçenek olarak, İran’ın sivil nükleer faaliyetleri için belli derecede uranyum zenginleştirmesine izin verilmesi karşılığında bu ülkenin Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (NPT)’nin ek protokolünü onaylaması ve daha kapsamlı denetlemeleri kabul etmesi geliyor. Ancak karşılıklı güvensizlikler, suçlamalar ve olayın İsrail’i ilgilendiren boyutları düşünüldüğünde, bu mantıklı çözümün gerçekleşmesi için bile uzun müzakerelere ihtiyaç duyulacağı aşikâr.

Paylaş Tavsiye Et