Yönetmen-Senaryo: James Cameron
Oyuncular: Sam Worthington, Siqourney Weaver
Yapım: ABD, 2009, 166 dk.
Titanic, Aliens, Terminator gibi büyük bütçeli gişe filmlerinin yönetmeni James Cameron, 3D tekniğiyle çektiği Avatar ile bir kez daha beyazperdede. Avatar’ın öyküsü, Na’vi adlı bir halkın yaşadığı Pandora gezegeninde geçer. Tüm siberpunk filmlerin de ortak özelliği olan “gelecekte dünyaya hâkim olan dev bir şirket” ile askerî bir birlik, enerji ihtiyacını karşılamak üzere gezegenin doğal kaynaklarını sömürmek için işbirliği halindedir. Ancak doğayla “bağlar” kuran ve onun koruyucusu olan Na’vi halkı bu emellerin önünde ciddi bir engeldir. Avatar genetik mühendislik programıyla yaratılan bir Na’vi bedenini akıl transferiyle kontrol eden yarı-felçli savaş gazisi Jake Sully, şirket tarafından halkın arasına, yaşadıkları yeri zorluk çıkarmadan terk etmeleri konusunda ikna için gönderilir. Ancak Prenses Neytiri’nin eğitmenliğinde “doğayla bağlar kurmayı” öğrenen Sully, Na’vi halkını, kendisini Pandora’ya gönderenlerden savunurken bulacaktır.
Frankfurt Okulu’nun öncü ismi Max Horkheimer, Batı Aydınlanması’nın nesnel aklı tamamen iptal edip pragmatik karakteri öne çıkan öznel aklı hâkim kıldığını, bunun da doğadan insana ve sanata kadar uzanan bir yelpazede sınırsız bir “araçsallaşma” ve “şeyleşme”yi beraberinde getirdiğini söyler. Bu süreçte bilhassa doğa, “üzerinde tahakküm kurulması gereken” bir unsur olarak öne çıkar. Ancak doğanın köleleştirilmesi eyleminin “anlamlı bir amacı” olmadığından, doğa aşılmış ya da kazanılmış değil sadece “bastırılmış” olur. Aslında Horkheimer’ın tespitlerinden hareketle bütün bir bilim-kurgu ve korku sinemasının bu “bastırılmış doğa”nın intikamı fikrinden beslendiği söylenebilir. Bu anlamda Avatar’ın baş kahramanı Sully, Aydınlanmış Batı aklının kötürümlüğünün; şirket sahibi ise onun her şeyi anlamından uzaklaştırırken “hayatını sürdürmekten başka bir amacı olmayan” bir insan tipi ürettiğinin timsali gibidir.
Mesihyen bir rolü olan Sully, tıpkı Son Samuray’da başta savaştığı Samurayların sonradan safına geçip onlara liderlik eden karakter gibi, Karl Marx’ın şu sözünü hatırlatır: “Onlar kendilerini yönetemezler, yönetilmeleri gerekir.” Kuşkusuz doğayı boyunduruk altına almanın tarihiyle, insanı boyunduruk altına almanın tarihi eş zamanlıdır. Sömürgeciliği de doğaya tahakkümden insana tahakküme giden bir yol olarak görmek mümkün. Bu anlamda Avatar, doğayla kendini eşit düzleme koyan Na’vi halkı ile maddi amaçları uğruna her yıkımı göze alan şirketi karşı karşıya koyarak, sömürgecilik ve onun çağdaş uzantısı kapitalizmin eleştirisini yapar. Ancak tam da bu noktada filmin muhatabının kim olduğu sorusu öne çıkar. Zira bu tip “Batılı olarak kendimizi eleştirebiliyoruz” filmlerinin, Irak işgaline güçlü bir toplumsal desteği engelleyemediği aşikâr. Batılıları, işin eleştiri kısmından çok action kısmıyla oyalıyor ve aciz üçüncü dünyalılara liderlik etmenin dayanılmaz egosunu deneyimletiyorsa, aslında Avatar’ın, kültür endüstrisinin sıradan ürünü olmaktan öte bir işlev taşımadığını söylemek mümkün.
Tavsiye Et
Yönetmen- Senaryo: Luchino Visconti
Oyuncular: Alain Delon, Renato Salvatori
Yapım: İtalya, 1960, 177 dk.
İtalyan Yeni Gerçekçilik akımının öncü yönetmenlerinden Visconti, Rocco ve Kardeşleri’nde İtalya’nın güneyindeki yoksulluktan kaçarak, iş bulma umuduyla Milano’ya gelen bir ailenin öyküsüne odaklanır. Ailenin kentte yaşadığı “yaprak dökümü”, Vincenzo, Simone, Rocco, Ciro ve Luca adındaki beş kardeşin açısından epizodlar halinde anlatılır. Boksçu olan Simone ile Rocco’nun bir kadın yüzünden karşı karşıya gelmesi, filme melodramatik bir boyut katar. Mussolini’nin faşizmine tepki olarak ortaya çıkan Yeni Gerçekçi sinemanın Marksist eleştirisinin hâkim olduğu filmde, gözü yükseklerde olmayan fabrika işçisi Ciro ile işçi ahlakı yüceltilir. Rocco’nun adeta bir Mesih’i andırdığı filmde, Marksizm ile Katolikliği evlendirme çabası, akımın bir diğer önemli filmi Roma Citta Aperta’daki kadar yoğundur. Köylüye “köyde kalma” mesajı verme açısından Halit Refiğ’in Gurbet Kuşları’na ilham veren ve Nino Rota’nın müzikleriyle süslenen film, arşivinizde mutlaka yer alması gereken bir yapım.
Tavsiye Et
Yönetmen: Yağmur Taylan, Durul Taylan
Senaryo: Engin Günaydın
Oyuncular: Engin Günaydın, Binnur Kaya
Yapım: Türkiye, 2009, 100 dk.
Vavien, her bireyin birbirinden bir şeyler sakladığı bir evde başlıyor. Kadın kocasından parasını saklıyor, kocası karısından habersiz parasını tırtıklayıp tutkun olduğu kadına kaçırıyor, oğul babasının evde özenle sakladığı mahremine ait öğeleri ondan habersizce kullanıyor. Bireyler alt kata merdivenle inilen tahta bir evde, tahtaların arasındaki boşluklardan birbirlerini gizlice takip ediyorlar. Aynı evin içerisindeki insanların istekleri, saplantıları, beklentileri, başarısızlıkları, zaafları, kendileri ve para ile olan münasebetleri neticesinde karanlık dünyalarına uzanan bir yolculuğa çıkıyoruz. Kasvetli atmosfer, neşeli bir piknik temennisi ile kendisiyle barışamayan, istediği gibi bir evlilik yapamayan Celal (Engin Günaydın)’in bir pavyon kadınına duyduğu umutsuz aşkını, karısının hayatına kastetmesine kadar vardırıyor. Sevilay (Binnur Kaya) Tokat’ın Erbaa ilçesinde birlikte yaşadığı ailesine ve özellikle kocasına bağlı, parasını sakladığı için vicdan azabı çeken bir kadın figürü olarak çıkıyor karşımıza. Yaşadığı gerilimi görmezden gelip her şeyin üzerini sevgisi ile örtmesi Sevilay’ı saflıkla ilişkilendiren bir karakter olarak var ediyor. Kocasının kendisini öldürme planının hezeyanla sonuçlanması durumunda bile iyimser tavrını bırakmayıp toparlayıcı bir rol seçiyor kendisine. Celal ise vicdani hiçbir sorgulamaya gitmeden “öldüremediysem bari yaşayayım” şekline dönüştürüyor “gelgit”lerini. Sorununu ortadan kaldıramadıysa sorunuyla yaşamayı öğreniyor. İlk piknikte öldürmeyi beceremediği karısını ikinci bir pikniğe çıkartarak varlığı ile barıştığını gösteriyor. Ders çıkarttığı için değil de hayatı kendisine zindan etmemek için belki.
Fransızca sözcükler gibi afili bir tınısı olan “Vavien” kelimesi, bir lambayı iki ayrı düğmenin açıp kapayabilmesini sağlayan elektrik düzeneğine deniyor. Filmin senaryosunu yazan Engin Günaydın elektriğin gelip gitmesi ile ilişkilendirdiği bu ismin kendi hayatında da bir karşılığı olduğundan, annesinin kendisine sürekli “gelgit akıllı” dediğinden bahsediyor. Kara mizahın bir türüğü olan film, detayları ve matematiksel yapısı ile şaşırtıcı derecede başarılı bir öykülemeye sahip. Coen Kardeşler’in Fargo’su ile benzerlik gösteren yapısından sıklıkla söz edilse de, neşeli bir pikniğe vardığı sonu ile daha karakteristik ve iyimser bir film olarak çıkıyor karşımıza. Biçimi, senaryosu, öykülemesi, tekniği ve düşünülmüş her ayrıntısı ile son derece oturaklı bir film olan Vavien’in, sinemamıza başarıyla kotarılmış bir film olarak geçtiğini söyleyebiliriz. / Esra Bulut
Tavsiye Et