AMİRAL gemisi kaptanı Ertuğrul Özkök, 29 Aralık 2009’da köşkü terk edeceğini açıkladığında, internet siteleri ve TV kanalları istifayı “flaş haber” olarak duyurdu. Gazetelerin manşetine “Bir Dönem Kapandı”, “Medyada Yeni Düzen” başlıklarıyla yansıyan bu haber, yorum cümleleriyle desteklendi. Eleştiri ve övgü sarmalında yoğunlaşan köşe yazıları, Özkök’ün sevaplarından çok günahlarına atıfta bulunurken; bol bol kehanet de içeriyordu. Acaba Hürriyet’in gücü nereye yönelecekti?
Yirmi yıl sonra gelen yönetmen değişikliğinin geniş yankı uyandırması ve günler geçmesine rağmen yorumların devam etmesi zihinlerde soru işaretleri oluşturdu. Zira Radikal, Yeni Şafak ya da herhangi bir başka gazetenin genel yayın yönetmeni istifa etmiş olsaydı “Hayırlı olsun” dışında ses getirmezdi. Dolayısıyla Hürriyet’in kamuoyunu bu derece ilgilendirmesi, Özkök’ün niteliklerinden ziyade Hürriyet gazetesinin büyüklüğünden ve yakın siyasi tarihimizin tanıklığını sırtında taşımasından kaynaklanıyor. 1 Mayıs 1948’de Sedat Simavi tarafından kurulan Hürriyet, “demokrasi tarihimiz”in olduğu kadar “darbeler tarihimiz”in de yol arkadaşı. “Rıza”nın üretilmesinde ve zihinsel değişimin gerçekleştirilmesindeki öncülüğü, Hürriyet’e çoğunlukla “devlet aklı”nın cisimleştiği göstergeler bütünü unvanını kazandırdı. 27 Mayıs darbesinden Kıbrıs Barış Harekâtı’na, 12 Eylül darbesinden Gümrük Birliği’ne girişimize kadar siyasetin kırılgan dönemeçlerinde Hürriyet’in etkisini görebiliriz. Örneğin Kıbrıs’taki Türklerin problemleri 1950’li yıllarda Hürriyet’in yayınları sonucu topluma mal olmuştu. “Kral çıplak” demiyorum ama Hürriyet gazetesi, Ertuğrul Özkök yokken de etkiliydi ve bundan sonra da etkili olmaya devam edecektir.
Ancak yazdıkları kadar yazmadıkları da gündeme damgasını vuran Özkök’ün hakkını da teslim etmemiz gerekir. Nicelerinin çabucak kayıp gittiği sahnede yirmi yıl kalabilmek, aristokratlar mezarlığının gölgesindeki köşkte, arkasındaki uçuruma bakmadan yürümek herkesin harcı değil. Özkök, sivil-asker-bürokrat üçgenindeki ipte cambazlık yaparak sahnede kalmayı başardı ve Hürriyet’in toplumsal tabakalaşmadaki sembolik iktidarını güçlendirdi. “Militan Medya, Bebek Katili Apo, Belagat Şehveti, Gazetecilik Süpermarketi” gibi kavramsallaştırmaları, birer aforizma haline gelerek simgesel anlamlar kazandı. Hürriyet’in kurumsal imajını, “Halkın ne düşüneceğine ben karar veririm” ya da “Haber, manşete çektiğimdir” ilkesince kullanarak 28 Şubat’ta “Topyekun Savaş”, “Bu Sefer Sivil Kuvvetler Halletsin” ve TBMM’nin türban düzenlemesi için “411 El Kaosa Kalktı” manşetlerini çekti. Manşetlerin ardındaki irade esrarını korurken, Özkök’ün yazdıkları gündemi belirlemeye devam etti. Bazı gazetelerde sadece “Özkök’e çakmak”la para kazanan yazarlar dahi ortaya çıktı.
Fakat tecrübesi, haber ağı ve öngörülerine rağmen Özkök’ün bundan sonra eskisi gibi etkili olabilmesi imkansız görünüyor. Özkök kanaat önderi vasfıyla eskisinden daha fazla medyada yer bulacak olmasına rağmen etkisini kaybedecek. C. Wright Mills’ten ilhamla yazarsak “Çünkü iktidar ve güç, kişinin öz varlığına bağlı değildir. Ünlü biri ve iktidar sahibi olabilmek, toplumun başat kurumlarında ve iyi yerlerde konumlanmayı gerektirmektedir. Kişinin bu tür değerleri elde edebilmesi, büyük ölçüde, kişinin kurumsal mevkilerde bulunup bulunmamasıyla bağıntılıdır.” Özkök miti yıkılırken, ister İsmet Berkan’ın “Türkiye’nin son on yılda yaşadığı değişimi anlayamadı” çerçevesinden, isterse Hasan Bülent Kahraman’ın “Türkiye’nin son on yılda yaşadığı değişimi anladı ve buna karşı mücadele etti” çerçevesinden bakalım Özkök’ün siyasal, kültürel ve toplumsal yaşama Hürriyet üst kimliğiyle baktığını vurgulamamız gerekiyor. Bu üst kimliği Aydın Doğan 2002’de “Hürriyet daha çok devletin gazetesi” cümlesiyle, Erol Simavi ise 1988’de Başbakan Turgut Özal’a yazdığı mektupta “Türkiye’de birinci kuvvet ordu değil medyadır. Çünkü orduyu darbe yapmaya medya hazırlar.” cümleleriyle tanımlamıştı. Bu göstergelerden yola çıkarak Hürriyet’in merkezini oluşturduğu medya serüvenimizin devam edeceğini söyleyebiliriz.
Bu nedenle haberi aktaran, yeri geldiğinde eleştirisini yaparak medyanın denetleme işlevini yerine getiren bir gazete olmanın ötesinde Hürriyet’e “kurucu, belirleyici ve anlamlandırıcı sembolik bir iktidar gücü” özelliğini kazandıran sebepler üzerinde düşünmenin daha mantıklı olacağı kanısındayım. Kültürel ve siyasal imgelerin ideolojiye dönüştüğü zemini medya olarak tanımladığımızda Hürriyet’in entelektüel sermayesinin değerlendirme ve yorumlama biçimlerinde genellikle devletçi, biraz da militarist algının yansımalarını görebiliriz. Bu yüzden devletin merkezinde çevrenin etkinliğinin arttığı dönemlerde siyasi-ticari-askerî seçkinlerin çıkar mekanizmalarını korumak için Hürriyet’in başını çektiği medya kampanyaları kendini gösteriyor. Yüzeydeki “yaşam tarzı tehlikede” propagandasından ziyade sınıfsal kazanımlarını korumak isteyen elitlerin sıkılı yumruğu manipülatif manşetler şeklinde gazeteye yansıyor. Doğan Grubu’nun kıdemli yazarı Mehmet Ali Birand’ın NTV’deki “Yazı İşleri” programında “Anadolu sermayesi ve şimdiye kadar bizim görmek istemediğimiz ekip yönetime geldi. Biz bu kesimin bu kadar inatçı olacaklarını zannetmiyorduk. Ama inatçı çıktılar, sert davrandılar. Kırılma noktası da 27 Nisan muhtırasıydı.” (11 Ocak 2010) ifadeleri simgesel seçkinlerin kendilerini konumlandırdıkları yeri ve meselenin sınıfsal çıkar boyutunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Haber ve köşe yazıları, spor ve magazin haberleri, fotoğraf ve ölüm ilanları ile toplumsal olanın belirlenmesinde, siyasal alanın şekillendirilmesinde bir gazeteden daha fazlasını ifade eden Hürriyet; iç politikada siyasetin yapısal sorunları, dış politikada Türkiye’nin kırmızıçizgileri eksenindeki tartışmalarda “devletin kurucu aklı”nı ölçü alarak hareket etti. Böylece ulus-devletin birey-üstü “aşkın kimliği” ile -genellikle- bütünleşen gazete, buradan aldığı gücü yayın politikasında bir araç olarak kullanarak merkezî konumunu güçlendirdi. Dolayısıyla Hürriyet’in merkeziyetçiliği perspektifinden bugünkü tartışmaları ele aldığımızda Özkök’ün istifası üzerine yazılıp çizilenleri normal karşılayabiliriz. Hürriyet’teki görev değişiminin yayın politikasına nasıl yansıyacağını zaman gösterecek. Fakat şimdiden Hürriyet için büyük anlatıların egemen olduğu modern dönemin sona erdiğini, kabuğun kırıldığını ve çanların postmodern Hürriyet için çalmaya başladığını iddia edebiliriz.
Sonuçta Hürriyet gazetesi “60 yıllık derin bir geçmişle” Türk siyasal ve toplumsal hayatındaki etki eden, belirleyen “özne” konumunu sürdürüyor. Bugüne kadar Ertuğrul Özkök’ün oynadığı “nesne” rolü ise Enis Berberoğlu tarafından devralınmış durumda. Bakalım Enis Berberoğlu yönetimindeki kadro, “Özkök miti”nin ardından -hâlâ ayakta duran- “Hürriyet miti”ni de yıkabilecek mi? Yıkamazsa “postmodern Hürriyet” için bir süre daha beklememiz gerekecek demektir.
Paylaş
Tavsiye Et