MALİYE Bakanlığı, 4 Temmuz 2003 tarihinde 320 seri numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği’ni yayımladı. Tebliğin amacı, ticari işlemler ve finansal hareketlerin taraflarının izlenmesi ve vergiyi doğuran olayların mali kurumların kayıt ve belgeleri yardımıyla tespit edilmesiydi. Bunun için, (01.08.2003 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere) 5 milyar TL’yi aşan ödeme ve tahsilatların bankalar veya özel finans kurumları vasıtasıyla yapılması ve durumun buralardan alınacak dekontlarla belgelendirilmesi zorunlu kılındı.
Beklendiği üzere, düzenleme hakkındaki tebliğin yayımı sonrasında piyasa aktörlerinden tepkiler geldi ve bu tepkiler neticesinde yayımlanan 323 seri numaralı genel tebliğ ile ilk aşamada belirlenmiş olan 5 milyar lira sınırı düzenlemenin yürürlük tarihi olan 1 Ağustos 2003’ten önce 10 milyar liraya yükseltildi. Ayrıca yetkili döviz müesseselerinde (döviz büfelerinde), noterlerde ve tapu idarelerinde yapılan işlemlere konu ödeme ve tahsilatlar bu uygulamanın kapsamı dışına çıkarıldı. Böylelikle, uygulamanın hayata geçirilmesi öncesinde Maliye Bakanlığı tarafından küçük de olsa bir geri adım atılmış oldu. Yine aynı düzenlemeyle, PTT’ye de yetki verildi. Böylelikle, PTT aracılığıyla yapılacak tahsilat ve ödemeler de, tıpkı bankalar veya özel finans kurumları vasıtasıyla yapılan ödemeler gibi belgelendirilmiş kabul edildi. Ayrıca, banka ve özel finans kurumlarının internet şubeleri üzerinden yapılan ödeme ve tahsilatların da belgelendirilmiş ödeme veya tahsilat olarak kabul edileceği açıklandı.
Kayıtlı Ekonomi Desteklenmeli
Maliye Bakanlığı’nca atılan bu adımların desteklenmesi gerektiği görüşündeyiz. Her ne kadar, bu düzenlemeler yalnız başına çok fazla bir anlam ifade etmese de ülkemizdeki kayıtdışı ekonominin toplam ekonomi içindeki payını azaltmaya yönelik kapsamlı ve gerçekçi bir yürüyüşün nihayet başlamış olduğunu düşünmek umut verici. Ankara Ticaret Odası tarafından 21 Ağustos’ta açıklanan ve ekonomimizin neredeyse yarısının kayıtdışı olduğunu ortaya koyan raporun ışığında bu çabalar daha da anlam kazandı. Bu noktada ekonomi yönetiminin, yıllardır kayıtdışılığa alışmış ve yanlış ekonomi politikalarıyla yaratılan istikrarsızlık ortamından kayıtdışına çıkarak kendince korunmaya çalışan kesimleri ikna etmesi büyük önem taşıyor. Bunun yanı sıra, kayıtdışılığı haksız kazançların sağlandığı ciddi bir gelir mekanizması haline getirmiş ve kendilerine “piyasa” süsü veren haramzâdelerle mücadelede cesur davranılması şart. Bu çevrelerin belgelendirme zorunluluğuna girecek işlem tutarını eleştiri konusu yapması üzerine Maliye’nin sınırı 10 milyara çıkarması idare açısından pek de iyi bir imtihan olmadı. Bakanlığın geri adım atması olumsuz görülse de, parasal sınırın iki katına çıkarılmış olması, aslında uygulamaya yönelik önemli bir zaafiyet olarak değerlendirilmemeli. Burada önemli olan, değişikliğin ‘kayıtdışı cephesi’nce, idarenin bu konudaki güç ve kararlılığının denenmesi olarak algılanmasına izin verilmemesi. Ayrıca, getirilen istisnaların; serbest döviz piyasası ile emlak ve ikinci el otomobil piyasasına, “Siz bir süre daha kayıtdışında kalmaya devam edebilirsiniz!” mesajı olarak yorumlanmamasını sağlamak hayati önem taşıyor. Öte yandan, Nisan 1998’de Zekeriya Temizel’in bakanlığı sırasında çıkarılan ve kamuoyunda “nereden buldun yasası” olarak adlandırılan uygulamanın, dönemin özgün koşullarının da etkisiyle yol açtığı sarsıntı göz önüne alındığında; yeni düzenlemenin döviz büfelerinde, noterlerde ve tapu idarelerinde yapılan işlemleri kapsam dışında bırakması, piyasayı fazla ürkütmeden, mümkün olduğunca yumuşak bir geçişin hedeflendiği şeklinde anlaşılmalı. Zira, böylelikle Bakanlık bu piyasalardan başlayacak ve diğer piyasaları da tetikleyecek bir durgunluğa sebep olma riskine girmek istemediğinin işaretini veriyor.
Gerçek şu ki, bugün ülkemizdeki bütün para hareketlerinin bankacılık sistemi vasıtasıyla yapılıyor hale gelmiş olması durumunda dahi, Maliye Bakanlığı’nın bankacılık sistemindeki verileri etkin bir şekilde kullanmaya başlaması ve bu verilerin yapılacak mali denetimler için referans alınmasına yönelik çalışmaları tamamlaması yıllar alacaktır. Kağıt para kullanımının nispi olarak azalması ve belli başlı bütün para transferlerinin bankacılık sistemi vasıtasıyla yapılmaya başlanması sonrasında, bankacılık sistemindeki para hareketlerine ilişkin bilgilerin, belirlenen standartlar dahilinde, Maliye İdaresi bilgi sistemine aktarılması ve burada etkin bir şekilde analiz edilmesi gerekecektir. Ancak, “başlamak bitirmenin yarısı” ise, bugün yolun yarısı katedilmiş durumdadır.
Çeklerin Durumu
Maliye Bakanlığı, 320 no’lu VUK Tebliği’nde, belirlenen sınırı aşan tutardaki ödemelerin banka veya özel finans kurumları vasıtasıyla ödenmesini zorunlu hale getirirken, ticari hayatta çok yaygın olarak kullanılan bir ödeme aracı olan “çek”le ödemeler hakkında herhangi bir açıklamaya yer vermedi.
Esasen, borçlu tarafından bankaya yazılan bir ödeme talimatı niteliğinde olan ve bu yönüyle de ödemenin banka tarafından yapılması sonucunu doğuran “çek kullanımı”, “ödemelerin banka veya özel finans kurumları vasıtasıyla yapılması” kuralına aykırılık teşkil etmiyorsa da, pratikte bir kambiyo senedi olarak kullanılabilen ve Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre ciro edilebilen çeklerin, söz konusu düzenleme hükümlerine uygun bir ödeme aracı olarak kabul edilip edilmeyeceği konusu tereddüde yol açtı.
Bu konudaki belirsizliği gidermek üzere, çekle yapılacak ödeme ve tahsilatlar konusunda, Bakanlıkça bazı açıklamalar yapıldı. Bu çerçevede, banka sistemi içinde kaldığı müddetçe bir mal veya hizmet bedelinin, müşterinin kendi çeki, ciro ettiği bir çek ya da beyaz ciro ile teslim ettiği bir çek ile ödenmesi mümkün olabilecek ve alınmış olan bir çekin, tam ciro veya beyaz ciro ile bir başkasına devri de yapılabilecek. Ancak, ciro edilmiş çeklerle yapılacak ödeme ve tahsilatlarda mal veya hizmet karşılığı alınan çekin tam ciro yapılması halinde çekin arkasına isim, unvan, vergi kimlik numarası ve adresin yazılması gerekiyor. Hamiline düzenlenen çek de, aynı şekilde ciro edilebilecek. Mal veya hizmet bedellerini beyaz ciro ile tahsil edenler, bu çekleri için “Çek alım bordrosu” düzenleyecek ve bu bordroda çeki düzenleyen ya da çeki devredenin adı, soyadı, vergi kimlik numarası ile imza ve kaşesinin bulunması gerekecek.
Özetle, çeklere yönelik uygulamada bir değişiklik olmamakla birlikte, çeklerin piyasada değiştirdiği ellerin takibine imkan sağlayacak şekilde kaydının tutulması zorunluluğu getirilmiş oldu. Bu düzenlemenin de piyasanın işleyişine her hangi bir engel teşkil etmeyeceği ve ekonomik aktivitenin önünde bir “fren” etkisi yapmayacağı inancındayız.
Bununla birlikte, şunu da ilave etmek gerekir: Söz konusu düzenlemelerin en büyük tehlikesi, piyasaya olduğundan büyük görünmeleri ve bir panik ortamına yol açmalarıdır. Daha önce de ifade ettiğimiz üzere, bu düzenlemelerin mevcut halleriyle, mali sistemdeki kaçakları ortaya çıkararak vergi kaçaklarının tespit edilmesini sağlamalarını beklemek gerçekçi değildir. Bu yüzden, vergi mükelleflerinin bugünden yarına, yeni bir tehdit algılaması içine girmelerinin gereksiz olduğu görüşündeyiz. Ancak, bugün olmasa da birkaç yıl içinde, kayıtdışında yaşamak muhtemelen biraz daha zorlaşacaktır. Bugünün risklerini geleceğe taşımamak adına, vakit kaybetmeksizin, “kayıt altına girmeye” başlamak zaruri hale geliyor.
Paylaş
Tavsiye Et