ABD KONGRESİ’NE sunulan Ermeni soykırımı tasarısında sona geliniyor. Tasarının engellenmesi noktasında Türkiye’nin attığı adımların sonuçları alınmaya başladı. Amerikan Kongresi’ni aydınlatma işlevinden “siyasal ilişkilerin zarar göreceği” diline geçiş yapan Türkiye’nin stratejisi ciddi bir ivme kazandı. Bu çabanın arkasındaki en önemli faktör ise, konunun devlet ciddiyetiyle ele alınması ve çeşitli devlet birimleri arasında ciddi bir koordinasyon sağlanması. İlaveten, konunun sadece yönetimle yapılan pazarlık ile sınırlanmayıp, kamu diplomasisi şeklini alması da önemli. ABD ziyaretlerini sadece siyasilere hasretmeyip, lobiler, düşünce kuruluşları, gazeteciler gibi kamuoyunu etkileyen çevrelerle de görüşen Türkiye’den gelen heyetler, kamu diplomasisini başarıyla uyguladılar. Bu ise, kararın değiştirilmesi konusunda net bir sonuç vermese de Türkiye’nin tezlerini daha rahat anlatabileceği bir dili inşa etmesi noktasında verimli oldu.
Bush yönetimi beklendiği gibi Kongre üzerinde baskı kurmaya çalışıyor. Bunun ilk adımı medyaya da sızan Rice-Gates mektubu oldu. Condoleezza Rice ve Bob Gates tasarının etkili isimleri Nancy Pelosi, Tom Lantos ve John Boehner’e ortak bir mektup yazarak tasarının geçmemesini istedi. Mektubun akabinde, Temsilciler Meclisi’nde Dışişleri Bakan Yardımcısı Dan Fried’in verdiği ifadenin de gösterdiği gibi Bush yönetimi tasarı aleyhinde kulis yapıyor.
Ancak tüm bunların meselenin yapısal karakterine değinmemesi uygulanan yöntemlerin kısa vadeli oluşunu ortaya koyuyor. Zira hem Rice-Gates mektubunda hem de Fried’in ifadelerinde mesele “ulusal güvenlik” açısından ele alınıyor ve tasarının geçmesinin muhtemel sonuçları sıralanıyor: İncirlik’in ve Habur sınır kapısının kapatılması, Ermenistan-Türkiye ilişkilerine vereceği zarar, ulusalcılığın yükselme ihtimali, ABD karşıtlığının kökleşmesi, Türkiye’deki Ermeni Cemaati’nin zor duruma düşmesi ve Türkiye’nin konuyla ‘yüzleşme’ imkanının yok edilmesi.
İncirlik üssünün kapatılma ihtimalinin vereceği zarar uzun uzadıya maddi karşılıklarıyla anlatılıyor. Zira ABD için öncelikli mesele hâlâ askerî destek. Bunda şaşırtıcı ve yanlış olan bir durum yok. Amerikan karşıtlığı da tutarlı ve rasyonel bir gerekçe. Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin geleceği ise zaten Türkiye’nin sürekli gündeme getirdiği bir konu. Ancak son kısım, yani “Türkiye Ermeni Cemaati’nin durumu” ve ‘yüzleşme’ oldukça ilginç. Hrant Dink suikastının kınanması ile başlayan bu vurgu, sanki ABD’nin derdi Ermeni Cemaati’nin ahvali imiş, tasarı geçerse Cemaat’in zarar görmesinden korkuyorlarmış gibi bir hava yaratıyor. Ermenistan’la ilişkiler Washington’daki lobiyi teskin etmeye yönelik ifadeler olarak ele alınabilir; ancak Türkiye Ermeni Cemaati’nden bahsedilmesi konusuna mim koymakta fayda var. ABD’nin tasarıyı stratejik nedenlerle engellemeye çalışmasına rağmen konuyu Ermeni Cemaati’nin esenliğine bağlaması asıl tehdidi oluşturuyor. Türkiye’nin kalıcı çözümde ısrarlı olmaması, yerli bir unsurunun daha dışarıya muhtaç hale getirilmesi sonucunu doğurabilir.
Amerikan yönetiminin tasarı aleyhindeki tavrı, siyasi çevrelerde adeta düğün bayramla karşılanıyor. Oysa yönetim önce yaşanan trajik hadiselerden, toplu katliamlardan, 1,5 milyon Ermeni’nin katlinden lafa giriyor, en nihayetinde “Yahu bunun adı soykırım ama kaybedeceğimiz çok şey var, gelin şimdilik buna katliam diyelim” şeklinde bitiriyor. Türkiye’nin ‘yüzleşmesi’ umudundan bahsedilmesi ise konunun aslında ABD tarafında bitmiş olduğunu, yönetimle Kongre arasında sadece yöntem farkı bulunduğunu gösteriyor. Kongre Türkiye’yi dış baskıyla tedip etme misyonunu üstlenirken, yönetim zamana bırakmayı savunuyor. Bu yüzden Türkiye kalıcı çözüm bulmak zorunda. Zira konjonktürel avantajın yitirildiği gün, tasarı da geçecektir.
Bu nedenle Ermeni soykırımı tasarısı, Türkiye’nin bir iç sorunu ve devletin asıl derin sorununun semptomlarından sadece biri. Konunun çözümü de Türkiye’nin, kendi Ermeni unsuruyla ilişkisini ele alış tarzı, geniş çerçevede ise bütün unsurlarıyla ilişkisinin nasıl kurulacağıyla irtibatlı. Bu yüzden Hrant Dink ile Patrik Mutafyan arasındaki fark, aslında Türkiye’nin kendi unsurlarıyla ilişkisinin niteliğiyle ilgili bir sorun. Konunun yapısal ve siyasal bir çerçevede ele alınıp tartışılmaması, yerli bir unsurun yabancılaştırılması konusunun tasarı üzerinden gerçekleştirildiği hakikatini örtüyor. Tasarı bu yüzden merkezî önemde. Türkiye’nin kendi içiyle kuracağı ilişkinin niteliğini belirleyecek olmasından dolayı da aynı zamanda bir iç güvenlik ve siyaset sorunu.
Hadise, Türkiye’nin insan hakları karnesindeki aksaklıkları ve Müslüman unsurla din eksenli yaşanan sorunları AB’ye, Kürt sorununu AB/ABD/İsrail’e havale etmesinin, Ermeni soykırımı tasarısı noktasında Ermeni Cemaati örneğinde tekrarlanmasıdır. Devletin kendi unsurlarıyla barışmak yerine savaşması, bu unsurları önce ezip umutsuzluğa itmesi, sonra da destek için can havliyle dışarıya bakmasına ve giderek de hainleştirilmesine yol açıyor. Hainleştirilen unsur ise sonra kolayca tasfiye ya da tesviye ediliyor. Kürtlere de İslamcılara da 12 Eylül sonrası solculara da oynanan aynı oyundu. İslamcıları AB kapılarına düşürenlerle, Kürtleri AB/ABD/İsrail kapılarına düşürenler bu siyaseti uygulayanlardır. Ermeni Cemaati’nin harekete geçirilmesiyle soykırım tasarısı meselesini tamamen çözerek daha güçlü hale gelebilecek olan Türkiye, bir yerli unsurun daha dış desteğe ümit bağlar hale getirilmesiyle uzun vadede kaybediyor.
Söz gelimi Washington’da düzenlenen ABD’nin en büyük Musevi lobi örgütü AIPAC’ın kongresinde Türkiye Musevi Cemaati üyeleri tasarı konusunda Türkiye lehine lobi yaptılar. Bu hem Türkiye’nin devlet olarak ABD’deki Musevi lobisinden medet ummasının önüne geçmesi hem de benzer bir tavrın Ermeni Cemaati’ne de örnek teşkil etmesi açısından önemli. Ancak bunun için Ermeni Cemaati de öncelikle en azından Musevi Cemaati kadar kendisini güvende hissetmeli.
Yerli unsurların ‘hainleştirilmesi’ kısa vadede devlet elitlerinin iktidarını pekiştirmeye yarayabilir; ancak bu, Türkiye’nin siyasi yapısının sağlıklı bir şekil almasının önünü tıkayacaktır. Meselenin yapısal bir şekilde ele alınması ise yukarıdaki tedbirlerle kontrol altına alınan sürecin, uzun vadede içeride halledilmesini gerektiriyor. Türkiye’nin soykırım tasarısı ile ilgili önünde iki seçenek var: ABD’deki temaslar, stratejik ilişki ve ödünlerle çözümü ertelemek ya da meselenin çözümünü içeride arayarak iç barışı tesis ederken konuyu nihai çözüme ulaştırmak.
Türkiye, Osmanlı’dan devraldığı gelenekle yerli unsurlara sunulan yabancı himayesinin nerelere varabileceğini görecek feraset ve basirete sahip. Stratejik ve askerî kaygılarla engellenen tasarının, “insanların kalpten gelen içine bakışı”na (Fried) havale edilerek, vicdanla ilişkiliymiş gibi sunulması yaklaşımının ne Türkiye’ye ne de Ermeni Cemaati’ne faydası olur.
Paylaş
Tavsiye Et