Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (April 2004) > Çeviriyorum
Çeviriyorum
Seçimler arifesinde büyük yalan / Maksim Yusin, İzvestiya, 15 Mart 2004
Çeviren: Enise Smirnova
İspanya hükümeti Madrid’deki patlamaların el-Kaide tarafından düzenlendiği açıklamasını 14 Mart Pazar gününe kadar erteledi. Yani üç gün boyunca hem İspanya halkı, hem de dünya kamuoyu seçimler arifesindeki siyasi oyunların kurbanı oldu. Neden İspanya hükümeti ısrarla bu saldırıyı ETA mensubu olan Bask ayrılma hareketi taraftarlarının düzenlediği üzerinde durdu? Bu sorunun cevabı aşikâr: İspanya Başbakanı José Maria Aznar ve çevresi gerçeklerin seçimlerden önce ortaya çıkmasını önleme çabasındaydılar.
ETA mensupları hem mevcut sağcı hükümet döneminde, hem de sosyalistler zamanında terör saldırılarını düzenlemekten geri kalmadı. Bu yüzden Baskların ayrılma hareketlerine ve terör saldırılarına son verme sloganları altında halkın sempatisini toplayıp seçimlerin mevcut hükümet lehine sonuçlanmasını sağlamaya çalışmak bilinçli bir oyundu. Aznar’ın Halk Partisi patlamaların ertesi günü düzenlediği mitinglerde ülke birliğini ve anayasayı tehdit edenlere karşı direnme sloganları altında milyonlarca insanı bir araya topladı. Bu durumda anayasayı tehdit edenler Bask ayrılma hareketiydi; el-Kaide’nin ismi ise hiçbir şekilde dile getirilmiyordu.
Patlamaları takip eden günlerde İspanya hükümetinin olayı ETA’nın yaptığı şeklindeki baskısına BM Güvenlik Konseyi bile dayanamadı. Saldırının ertesi günü BM Güvenlik Konseyi Madrid’deki patlamalardan Bask ayrılma hareketini sorumlu tutan bir karar çıkardı. New York’ta bu konuda oylama yapıldığı sıralarda henüz hiçbir delil bulunmuş değildi; fakat bu durum uluslararası camianın bir mahkeme ve hatta bir tahkikat bile yapmadan karar vermesini engellemedi. Muhtemelen Aznar hükümeti patlamaların gerçek sorumlularını açıklamayı seçim sonrasına kadar ertelemeyi başaracaktı da; fakat el-Kaide bir kez daha devreye girdi. Londra’da yayımlanan ‘el-Quds’ isimli Arap gazetesine gönderilen mektup, ‘el-Kaide temsilcisi’nin yaptığı açıklama, fişekler ve Kur’an kasetlerini taşıyan bir arabanın bulunması giderek göz ardı edilmesi imkansız hale gelen delillerin bazılarıydı. Nihayet seçim günü yapılan açıklamayı takip eden tepkiler şaşırtıcı değildi. Aznar’ın siyasi halefi olarak görülen Mariano Rahoy’un oy kullandığı binanın önünde toplanan eylemciler, ‘Yalancılar!’ ‘Katiller!’ ‘Askerleri Irak’tan çekin!’ ve benzeri sloganlar attılar. Aslında hükümeti hedef alan ilk eylemler seçimlerin arifesinde gerçekleşti. Binlerce Madridli, Halk Partisi merkez bürosunun önünde toplanarak ‘Seçimlere gitmeden önce gerçekleri bilmek istiyoruz’, ‘Aznar, hepimizin ölümüne sebep olacaksın’, ‘Irak bombaları Madrid’de patladı’ yazılı pankartlarla Aznar hükümetinin politikalarını eleştiriyordu. İspanya İçişleri Bakanının resmî açıklama yapmasına daha birkaç saat vardı; fakat İspanya halkı hükümet tarafından kandırıldığını anlamıştı. Seçimler, İspanya halkının Aznar ve çevresinin sandığından daha bilinçli olduğunu ispatladı.

Tavsiye Et
Seçimlerin ardından / Svetlana Babayeva, Georgiy Bovt, İzvestiya, 15 Mart 2004
Çeviren: Enise Smirnova
14 Mart’ta yapılan seçimlerde Vladimir Putin’in rakiplerini kolaylıkla geride bırakması, acaba toplumun Putin’in dört senelik siyasetini oybirliği ile onaylaması olarak mı değerlendirilmeli; yoksa seçimlerdeki alternatifsizlik, beklenti ve heyecan eksikliği, toplumun bu seçimleri ülke ve birey hayatını etkileyecek bir olay olarak görmemesinden mi kaynaklanıyor? Hiç kimse seçimlerden sürpriz bir sonuç beklemiyordu. Nasıl bekleyebilir ki; Rusya’da demokrasi müessesesi tamamen kontrol altına alınmış iken? Geçen dört sene boyunca Putin’in izlediği yol, Rusya için hiç de yeni değil: Tarih ‘reformları yukarıdan yönlendirme’ şeklindeki siyasete çokça tanık oldu. Bu durumda ülke gerektiğinde kaba kuvvetle ‘kalkınma ve terakki’ yoluna itilir. Tabii, bu kalkınma ve terakkinin şekli de yukarıdan belirlenir.
Birinci başkanlık süresi zarfında Putin, nüfuz sahasını olabildiğince genişleterek tüm siyasi iradeyi kendi elinde toplamayı başardı. Mantık basit: Ülkede yalnızca bir otorite olmalı; o da devlet başkanı. Bu mantık çerçevesinde ‘Putin’in arka bahçesi’ mahiyetindeki parlamento ve kontrol altındaki hükümet, onun uygun gördüğü doğrultuda kararlar alıp uyguladı.
Putin’in birinci başkanlık süresi, FSB gibi güvenlik teşkilatlarında yetişen çok sayıda kişinin siyasete atıldığı ve bu alanda en üst kademelere kadar yükseldiği bir dönem oldu. İstatistiğe göre, önemli makamlara ulaşan ‘rütbeli’ siyasetçilerin oranı SSCB döneminden bugüne %5’ten %50’ye kadar çıktı. Geçmişi FSB ve diğer ‘güç odağı’ kuruluşlara dayanan kişilerin ekonomi ve siyaset alanında ağırlık kazandığını gören Batılı bir liberal demokrat, devlet başkanının sivil topluma dayanması gerektiği eleştirisini dile getirebilir. Fakat şu anki durumu ile toplum, mevcut olan otoritarizme ne gibi bir alternatif üretebilir; ne gibi fikir ve stratejiler sunabilir? Hele geçtiğimiz dört sene zarfında iktidarda bulunanlar, tüm alanlarda tek söz sahibi olmayı bir alışkanlık haline getirmişken... Rusya’da 90’lı yıllar boyunca milletin sesini kısan olmadı ve o senelerin yüz karası olan yolsuzluk ve suç oranlarının artması, ekonomik krizler, ‘vatanın oligarşiye satılması’ olaylarının suçlusu olarak her ne kadar Gorbaçov ve Yeltsin gösterilse de, seçimlerde bu insanlara oy veren herkes onların suç ortağıdır. Zamanında bu millet ülkeyi ‘kalkındırmak’ yerine uçuruma doğru sürükleyen kişileri iş başına getirmişti. Şimdi ise aynı millet, azim ve kararlılığına umut bağladığı Vladimir Putin’i devlet başkanlığına bir kez daha seçmiş bulunuyor.

Tavsiye Et
Öldürme hesabı / The Guardian, 23 Mart 2004
Çeviri: Ebru Afat
Ariel Şaron, Şeyh Ahmed Yasin’in suikast emrini verirken, bütün kırmızı çizgileri geçtiğini düşünmemiş olabilir. Hamas’ın lideri, üç yıl içindeki en kötü otobüs saldırısından sonra, Ocak ayında zaten “öldürülmek üzere işaretlenmişti”. Dört ay önce, iki füze Gazze’deki apartman bloğunda yanlış katı vurduğunda Şeyh Yasin küçük yaralarla kurtulmuştu. Bundan bir ay önce de yardımcısı İsmail Ebu Şanab, İsrail helikopterinden açılan ateşle öldürülmüştü.
Şaron “cehennemin kapılarının” daha önce açıldığını ve İsrail’in kurtulduğunu düşünmüş olabilir; ancak aynı hesap, Filistinli militanların bakış açısından çok başka görünmektedir. İsrail’e verecekleri karşılığın sınırları niteliksel olarak farklı çizilmektedir. Geçen ay Gazze ile Batı Şeria’da İsrail’in düzenlediği eylemler sonucunda, çoğu Hamas üyesi, toplam 62 Filistinli hayatını kaybetmişti. Ancak Şeyh Yasin farklıydı.
Ateş soluyan intikam ve ceza yeminleri olağan şeylerdir; ancak 200 binden fazla kişinin Gazze şehrinin sokaklarına döküldüğü, Kahire’de 10 bin, Ürdün’de 15 bin kişinin caddeleri doldurduğu, Lübnan, Sudan ve Yemen’de de binlerce kişinin yürüyüş yaptığının görüldüğü dünkü sahnelerde gerçek bir keskinlik vardı. Şeyh Yasin ve onun tekerlekli sandalyesinin bükülmüş kalıntıları, ölümünde, hayatta olduğundan çok daha güçlü bir Filistin devrimi sembolü olabilir.
Soru, her zamanki gibi neden ve neden şimdi? İsrail kabinesinin muhalif sesi olan İçişleri Bakanı Avraham Poraz, Yasin’in “saatli bir bomba” olmadığını söyledi. Filistin Başbakanı Ahmed Kurey de, Yasin’in Hamas içerisinde “ılımlılaştırıcı” bir etken olduğunu ve onun öldürülmesinin kaosa geniş bir kapı açtığını belirtti.
Şanab ve Yasin’in ölümüyle Hamas, İslamcıların iki devletli çözüme, yani tarihî Filistin’in %22’sinin Filistinlilere kalmasının geçici bir çözüm olarak kabul edilmesine ve İsrail’e karşı silahlı mücadelenin “gelecek nesillere” ertelenmesine, de facto olarak razı olmalarıyla ilintili iki liderini kaybetti. Yasin suikastının zamanlaması da karmaşıktır. Yasin Gazze’de gözler önünde bir hayat sürdü ve geçen beş yıl içerisinde herhangi bir zamanda öldürülebilirdi. İsrail onu şimdi öldürmekle neyi elde etmeyi planlıyor? Hamas’ın boynunu koparmanın Gazze’den çekilmeyi kolaylaştıracağına gerçekten inanıyor mu? Yoksa Şaron, gerçekte (yalnızca İsrail’in deyişiyle) geniş bir toprak imtiyazı elde etmekle ilgilenirken, İsrail’in ali kıran baş keseni gibi hareket etmek suretiyle iç kamuoyuna mı oynuyor?
Orta Doğu’da öldürme hesabı yapmaktan vazgeçin. İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw, sık rastlanmayan ölçüde açık bir kınamayla, Yasin’e nokta suikastı düzenlenmesini “hukuksuz, kabul edilemez ve meşrulaştırılamaz” olarak tanımladı. Ancak hedefler şüpheli el-Kaide liderleri olduğunda, Yemen’de, Afganistan’da ve Irak’ta aynı nokta suikastlar düzenleme taktiğini kabul etmesi, İngiltere’nin İsrail’i suçlamasını zayıflatmaktadır. İslamî dinî liderleri öldürmenin nesi yenidir?
Cevap, eğer yapılmak istenen zaten kontrol dışına çıkmış olan bir ateşin üzerine petrol varillerini boşaltmaksa, nokta suikastlarındaki herşey yanlıştır. İsrail 1980’lerde, Hamas’ı, Yaser Arafat’ın seküler Filistin Kurtuluş Örgütü’ne karşı çıkan acemi bir kültürel hareket iken destekledi. İsrail günün birinde yaratılmasına yardım ettiği düşmanıyla müzakere etmek zorunda kalacaktır; ancak o gün, dünkü cinayetlerden sonra, daha önce hiç olmadığı kadar uzaktır.

Tavsiye Et
İspanya’da değişim / The New York Times, 16 Mart 2004
Çeviri: Ebru Afat
Madrid’de geçen hafta gerçekleşen terörist saldırılar şüphesiz, Amerika’nın Irak’ı istila ve işgal etmesini destekleyen iktidardaki Halkçı Parti’nin Pazar günü yaşadığı bozgunun esas faktörüydü. Zafer kazanan sosyalistler, İspanyolların çoğu gibi bu işgale karşıydılar. Eğer saldırıları el-Kaide düzenlemişse, sonuç bazılarınca teröristler için bir zafer olarak görülebilir. Biz aynı fikirde değiliz.
Kesin olan şudur ki Madrid’deki olaylar, Bush’un demokratik hükümetleri, kendi halklarının ezici çoğunluğunun muhalefetiyle karşı karşıya kalsalar bile, askerî operasyonlarına ikna etme stratejisine büyük bir darbe indirmiştir. Ancak terörle savaş, belki de öncekinden daha güçlü bir biçimde devam edecektir.
Halkçı Parti etkili ekonomik başarılarının, Başbakan Aznar’ın halktan destek bulmayan, işgali destekleme ve Irak’a İspanyol askerlerinden sembolik bir müfreze gönderme kararının İspanyol halkının gözünden kaçmasını sağlayacağını umdu. Perşembe günü yapılan ve 200 ölü-1500 yaralı ile Batı Avrupa’da yarım yüzyıldan uzun bir süredir yaşananların en kötüsü olan terörist vuruş, siyasi hesabı karıştırdı. Pazar günkü seçimler, ulusal gurur ve matemin bir ifadesi haline geldi. Aksi takdirde oy kullanmamayı tercih edecek muhalif İspanyollar, büyük oranda seçime katıldılar ve bombalar patlamadan önce de muhalif oldukları hükümete karşı oy kullandılar. Diğerleri de başlangıçta saldırıların Basklıların işi olduğu yönündeki kuvvetli ısrarı üzerine, hükümetin aleyhine dönmüş olabilirler.
Basklı teröristlerin şiddeti altında yıllarca acı çeken İspanyol halkı, şüphesiz, Madrid’de ölen masumlar için savaşmak ve onların intikamını almak için katlanmış bir kararlılık içindedir. Bu onları, Başbakan Aznar’ın partisini iktidarda tutmakla yükümlü kılmadı. Burada onlar, ABD’de Beyaz Saray’ın, korku ve ulusal güvenlikle alakalı olarak seçimlerle ilgilendiği kadar iki adam ve iki siyasi felsefe arasında tercih yapıyorlardı; terörizm üzerine bir referandum değil.
Jose Luis Rodriguez Zapatero’nun liderliğindeki sosyalistler, BM idaresindeki gücün 30 Haziran’da yönetimi devralmaması durumunda, Irak’tan İspanyol askerlerinin geri çekilmesini planlıyorlar. Zapatero şimdilerde yeni vekaletini, BM’den yardım almaya çalışmak için Washington’a baskı yapmak yönünde kullanma fırsatına sahiptir. Bush yönetimi, BM’ye ihtiyaç duyduğunu çoktan öğrendi. Bush’un İspanya’daki müttefiklerinin mağlubiyeti gibi bunun da, el-Kaide türü şiddet kullanan kanunsuzlara karşı verilen daimî bir uluslararası savaşı kazanmak için gerçekten neyin gerektiğini başkanın idrak etmesine yardım etmesi gerekir. Dünyanın bütün barışçı ulusları bu hususta birliktedir ve ortak çalışmak zorundadır.

Tavsiye Et
Bıçak kemiğe dayandı / Münir Şefik, Es-Sebil Gazetesi, 16 Mart 2004
Çeviri: Hatice Boynukalın
Tek suçu o esnada istasyonlarda bulunmak olan yüzlerce kişinin canına kıyan bu korkunç cinayet, aklın almayacağı ve kimsenin mazur göremeyeceği bir niteliktedir. Eğer bu cinayet el-Kaide ya da ona bağlı olan Ebu Hafs el-Mısrî Örgütü tarafından işlendiyse, bunu herhangi bir ilke ya da amaç çerçevesinde nitelendirerek haklı göstermeye çalışmak mümkün değildir. Bu olayda masum olmalarının yanında İspanya halkı, %91 gibi yüksek bir oranla Irak’a düzenlenen savaşın karşısında ve Filistin halkının yanında yer almıştır. Bu yüzden haksız savaşı destekleyen Aznar hükümetinin kararları, halkın çoğunluğunun aleyhte bir tutum takınması yüzünden havada kalmaya mahkum oldu.
İşlenen bu cinayetlerle ilgili olarak, aynen Kerbela ve Bağdat olaylarında olduğu gibi, “dinimize göre caiz midir, değil midir?” şeklindeki bir sorunun sorulması çok abestir. Bu şekilde bir düşünce insanî-ahlakî, siyasî ve dinî ilkelerden uzak kalmaya mahkumdur. Bu cinayetler aynen amaçsız bir şekilde okullara girip sağa sola ateş ederek çocukların ölümüne yol açan, hasta ve anormal bir ruh haline sahip zihniyetlerin işleyebileceği türden cinayetlerdir. New York’un meşhur İkiz Kuleleri’ne yöneltilen 11 Eylül saldırılarıyla başlayan bu çeşit yönelişler neticesinde Müslümanların uğradığı zararlar, karlarla kaplı bir dağın yamacından yuvarlanan bir kar topu gibi gün geçtikçe azmanlaşmaktadır.
Bu yönteme başvurulması ister geri dönülemez bir biçimde bu işlere bulaşmış bir ruh halinden kaynaklansın, isterse de karşılaşılan baskı ve kuşatılmışlık hissi sonucu olsun, artık bizler aklın ve mantıklı düşüncenin geri plana atıldığı, olayların dengeli bir biçimde değerlendirilmesinin tamamen ortadan kalktığı bir tabloyla karşı karşıyayız. Bunun örneklerini Kerbela, Bağdat ve Madrid’de gerçekleştirilen bombalama olaylarında görüyoruz. Öyle ki özellikle de Kerbela ve Bağdat olaylarının Müslümanlar arasında fitne yaratmak için çıkarıldığı bir gerçektir. Bizler bu yapılanların içtihadî bir hatadan kaynaklanmaktan öte, tamamen akıl dışı bir tutumdan meydana geldiğini tespit etmek durumundayız.

Tavsiye Et
Suriye’deki kargaşa ve ilacı / Es-Sebil/Arap Basını, 17 Mart 2004
Çeviri: Hatice Boynukalın
Şunu itiraf etmek gerekir ki; Suriye’de insan haklarının durumu hiç de iç açıcı değildir. Güvenlik güçleri düzen karşıtlarına yönelik her türlü baskı, işkence ve yıldırma faaliyetlerini sistematik bir biçimde gerçekleştirmektedir. Suriye’nin hapishanelerinde yüzlerce siyasi hükümlü bulunmaktadır. Bu hükümlüler gayr-i insanî ve alçaltıcı şartlar altında yargılanmadan tutulmaktadır. Ancak insan haklarına yönelen bu ihlaller, yalnızca Suriye’de yaşayan Kürt halkına karşı işlenmemektedir. Bu haksızlıklar istisnasız tüm Suriye halkına yapılmaktadır. Suriye’deki Kürt nüfusunun durumu ise çevre ülkelerde yaşayan diğer Kürt gruplara göre çok daha iyidir. Suriye’nin ulusal güçleri hiçbir zaman Kürtlere yönelik bir soykırım uygulamamış ve Kürt halkına yönelik bir ayrımcılık yapmamıştır.
Suriye’deki asıl sorun, bazı Kürt grupların halktan kendilerini ayırmaya çalışıyor olmasıdır. Kürtler Irak’taki durumu istismar ederek ABD kuvvetlerine sığınmaktadır. Kuzey Irak’taki Kürt liderlerin işledikleri en büyük hata, Irak’ta Araplara düşmanlık besleyen ABD’nin safında yer almaları ve Arap kardeşleri aleyhine onlarla işbirliği yapmalarıdır. Bu işbirlikçilik, Irak’ta yurtlarını işgalcilerin elinden kurtarmaya çalışan direnişçilere karşı savaşan ABD’nin maşası olmaya kadar varmıştır. Bu büyük siyasî hatalar, Irak’taki Kürt liderlerini çevre halklar ve ülkelerle düşmanlığa itmiştir. Sünni ve Şii Araplarla, İranlılarla, Türklerle ve şimdi de Suriyelilerle...
Kargaşa esnasında Kamışlı’da ABD bayrağının açılması her ne kadar küçük bir grup tarafından gerçekleştirildiyse de bu durum, yakın bir zamana dek ABD ve İsrail sömürgeciliğine karşı koymuş ve Fransız işgalcilere karşı Suriye’deki insanlarla omuz omuza çarpışmış Kürt kardeşlerimiz hakkında olumsuz duygular beslenmesine sebep olmuştur.

Tavsiye Et
Wulff’tan camilerde video kamera kontrolü talebi / Frank Diering, Die Welt, 18 Mart 2004
Çeviri: Haşim Koç
Alman Rahipler Konferansı Başkanı Kardinal Karl Lehmann, Almanya’daki Müslümanları Madrid’deki saldırılara karşı konum almaya çağırdı ve Çarşamba günü Alman radyosunda, “Almanya’daki ılımlı Müslümanlar, bu tarz olaylardan radikal biçimde ayrılmalıdır” ifadesini kullandı. Lehmann, radikal ve ılımlı Müslümanların açık bir şekilde birbirinden ayrılmaları gerektiğini ifade etti. Bunun aynı zamanda güvenlik önlemleri için de kaçınılmaz olduğunu ifade eden Kardinal, göç ve oturum hususlarında da terör şüphesi olmaması gerektiğini belirtti ve Müslümanlarla diyaloğun artırılmasının öneminin altını çizdi. Bütün bunlarla rağmen, Aşağı Saksonya Eyaleti Başbakanı Christian Wulff (CDU), İspanya’daki saldırılar bağlamında camilerdeki video kamera kontrolünün genişlemesini talep etti.
Müslüman örgütler ve dinî liderler, Madrid’deki terör saldırıları üzerine hemen açıklamalarda bulundular. Hamburg Merkez Camii imamı Mustafa Özcan Güneşdoğdu, İslam dininin suçsuz insanların öldürülmesini yasakladığını ifade etti. Saldırganların İslam dostu olamayacağını bildiren imam, bunların İslam’a yarar değil zarar getirdiğini ve büyük bir inanç topluluğunun haksızca terörizm şüphesine muhatap olduğunu da ekledi.
Almanya Müslümanlar Birliği Başkanı Nedim İlyas da, İslam’ın böyle hareketleri asla meşru görmeyeceğini “Teröristlerin dinî sloganlar kullanmaları dinin bir sömürüsüdür” şeklinde dile getirdi ve Müslümanlar Birliği’nin gelecekte teröre karşı mücadelede daha fazla katkı sağlayacak bir ortak olarak görülmesi gerektiğini söyledi. Aşırıların camilerde olmadığını ve bu nedenle video kameraların artırılması önleminin faydalı olmayacağını; bu durumda Alman Müslümanlarının kendilerinden her zaman şüphelenildiği zannına kapılacaklarını söyleyen İlyas, sürdürülen incelemelerden herhangi bir sonuç çıkmadığını belirtti ve 80’den fazla caminin geçmişte herhangi yeni bir delil olmaksızın arandığını ifade etti.

Tavsiye Et
İsrail yönetimi Şeyh Yasin’i öldürdü / Norbert Jessen, Die Welt, 23 Mart 2004
Çeviri: Haşim Koç
Pazartesi sabahı saat beşte İsrail Başbakanı telefonu eline aldı ve Şeyh Ahmed Yasin’in öldürülmesi emrini doğrudan verdi; Scikma çiftliğinin çatısındaki gözetleme kulesinden İsrail Kol Radyosunun Gazze bölgesinin görünüm mesafesinden yayın yapmasını istedi. Oradan helikopterin hedefe nasıl vardığını gözleyebiliyordu. Roketlerin hedefe ulaşıp ulaşmadığını dürbünle izleyip izlemediğini ise bilemiyoruz; ama Şaron için böyle bir olasılık mevcuttu.
Üç roketin hedefi vurmasından kısa bir süre sonra Gazze bölgesinde gök karardı. Caddelerdeki yığınlar lastikleri yakıyorlardı. Bunu diğer Hamas liderlerinin intikam çağrıları takip etti.
Öğle vakti, Şaron Likud toplantısında, “Teröristlerin başlarını ve üst kadrosunu öldürdük” diyor ve ekliyordu: “Eylemleri mümkün kılan olağanüstü işbirliğiydi”.
Yaklaşık aynı vakitlerde muhalefet lideri Şimon Peres, basın önünde konu hakkında şunları söylüyordu: “Terör liderlerinin yok edilmesi, terörün de yok edilmesi manasına gelmemektedir. Sorun, saldırının haklı olup olmadığı değildir. Sorun, onun terörü artırıp artırmadığıdır ve maalesef artırıyor.” Sosyal demokrat Avraham Burg ise başka bir soru yöneltiyordu: “Bu Filistin yönetimindeki radikal unsurları mı, yoksa ılımlıları mı güçlendiriyor? Şeyh öldürüldü ama fikirleri yaşamaya devam edecek; öncekinden daha da güçlü şekilde. Şaron açıkça diğer tarafta ılımlı unsur istememekte. Bu saldırının tek anlamı bu.”
Geçen Pazartesi günü kabinede ortadan kaldırma kararı alındığı zaman, farklı kanaatler de mevcuttu: İçişleri Bakanı Poraz, “Bu problemli olacak; o bir terör lideri ama aynı zamanda dinî bir sembol” demişti.
Uzmanlar da bu konuda müttefik değiller. Hepsi şimdi yoğun bir saldırı dalgası tehdidinin olduğu konusunda birleşiyorlar.
Geçen sonbahardaki Hamas liderlerine karşı bir saldırı dalgası, liderleri yer altına itti. O zamandan beri Hamas eylemlerinin sayısı azaldı. Hareket sık sık el-Fetih’in el-Aksa Tugayları’na destek veriyor. İsrailli bir gizli servis memuruna göre, “ortak eylemler zayıflık işareti.”
Son üç ayda İsrail’in gizli servis güçleri dokuz intihar saldırısını son anda önledi. Polis bu saldırıları engellemede çok başarılıydı. Ama tam bir koruma mevcut değil. İsrail’in başarısı aynı zamanda yeni tehditleri de beraberinde getiriyor. Yurtdışı hedeflerine karşı saldırılar beklenebilir. Çünkü şimdiye değin yurtdışı hedeflerine karşı saldırıları Şeyh Yasin engelliyordu.

Tavsiye Et
Terörist saldırılara karşı ittifak / Okba Lamrani, Libération, 16 Mart 2004
Çeviri: Hatice Dere
Avrupa Konseyi’nin 25-26 Mart arasında Brüksel’de gerçekleşen toplantısı “teröre karşı savaş”a odaklandı. Romano Prodi’nin yaptığı açıklamaya göre bu toplantı vatandaşların isteğini yerine getirmek, teröre karşı güçleri birleştirmek ve Avrupa’nın güvenliğini sağlamak amacıyla yapıldı.
İspanya’daki seçim sonuçları Avrupalı liderleri halklarına karşı daha dikkatli olmaya iterken Avrupa Komisyonu Başkanı La Stampa “Avrupa’nın teröre cevabı Amerika’nınkinden daha etkili olmalıdır” dedi. Irak’taki savaştan bir yıl sonra bilançonun negatif olduğunu söyleyen La Stampa bu savaşın durdurması gereken terörün bir yıl öncesine göre çok daha şiddetli olduğunu sözlerine ekledi.
İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw ise hiçbir ülkenin Irak’taki savaşa karşı çıkarak ya da birliklerini geri çekerek el-Kaide’nin hedefi olmaktan kurtulamayacağını belirtti.
Savaşa karşı, birliğin içindeki ayrılıklar devam ederken çoğunluk Madrid saldırıları sonrası üye ülkeler arasında oluşturulacak terör karşıtı politikalar için işbirliği yapma konusunda hem fikir. G- 7 ülkelerinin de Haziran ayında aynı amaçla toplanması bekleniyor.

Tavsiye Et
Fiyasko / Jean-Marcel Bouguereau, Observateur, 19 Mart 2004
Çeviri: Hatice Dere
Irak’ta savaş bir yılını doldururken saldırılarda ölenlerin sayısı artmaya devam ediyor. Saddam Hüseyin’i düşürmek ve Irak’ta demokrasiyi inşa etmek savaşın çıkış noktasıydı. Ancak bugün gördüğümüz demokrasinin değil, anarşinin Irak’ı yönettiğidir. Müttefik devletler Irak’ı özgürlüğüne kavuşturduklarını düşünürken, bizim gördüğümüz onların işgalci konumundan başka bir şey değil.
Bush savaşın başında Saddam Hüseyin’le el-Kaide arasında bağ olduğunu savunmuştu. Aslında olmayan bu bağ Amerika’nın Irak’a müdahalesi sonucu gerçekten kurulmuş oldu. Bush’un teorisyenlerine göre Irak’ın kavuşacağı düzen tüm Orta Doğu’ya örnek olacaktı; ancak şu an karşımızdaki bilanço fiyaskodan ibaret. Irak özgürlüğüne kavuşmak şöyle dursun kaos çukurunda debelenip duruyor.
Artık kimse Irak’ta var olduğu sanılan kitle imha silahlarından söz etmiyor. Amerika’ya destek veren ülkeler kandırıldıklarını ve savaşın bir yanlıştan ibaret olduğunu bir bir itiraf ediyorlar. Durum böyleyken Amerikalılar bir ülkeye demokrasi götürebileceklerini nasıl düşünebiliyorlar?

 

 


Tavsiye Et
Savaşa karşı demokrasi / Camille Bauer, l’Humanité, 20 Mart 2004
Çeviri: Hatice Dere
İspanyolların verdiği tarihi cevaptan sonra Bush ve politikalarının terörü körüklediği yönündeki görüş yaygınlaşmaya başladı. İspanya’da hükümetin düşmesinin ardından Blair, Irak’tan çekilmenin bu terör olaylarına son vereceğini düşünmenin büyük saflık olacağını belirtirken; Amerikan Savunma Sekreteri Wolfowitz hükümetin düşürülmesinin teröre büyük cesaret verdiğini belirtti ve teröristlerin sivil halkı öldürdükleri takdirde amaçlarına ulaşacakları izlenimini edindiklerini söyledi.
ABD ve İngiltere tarafı böyle düşünürken Avrupa ve dünyanın geri kalanı Irak’taki savaşın terörü azaltmak bir yana, ikiye katladığı ve Irak’taki durumun her geçen gün daha kötüye gittiği görüşünde.
Anketlere göre dünya halkları Irak’taki savaşın teröre karşı mücadeleyi zayıflattığını düşünüyor. Geçen yıl %61’i savaşa taraf olan İngiltere halkında bile bu oran şimdilerde %40’a inmiş durumda. Bu anketin Madrid’deki saldırılardan önce yapıldığını düşünürsek, tepkilerin şimdiki durumunu tespit etmek pek de zor olmasa gerek.
Madrid’deki saldırılardan sonra, halkının tepkisine rağmen Irak’taki savaşı destekleyen Japonya ve Polonya gibi ülkelerde de endişe kol geziyor. Bu endişe ve pişmanlıkta, Irak’ta kitle imha silahının olmayışının tespiti de oldukça etkili elbette. Bu yalana ortak olan devletler, halklarının elindeki demokrasi kılıcının karşısında tedirgin bir bekleyiş içerisindeler.

Tavsiye Et