Kitap
Osmanlı’dan Günümüze Modern Türk Tüketim Kültürü
Mustafa Orçan
Ankara: Kadim Yayınları, 2004
Tüketim olgusu geçtiğimiz yüzyılda sosyal teorinin en fazla ilgi duyduğu konulardan oldu. Tüketim üzerine yapılan analizler, üretim ilişkilerini merkeze alarak egemenlik ilişkilerini çözümlemeye çalışan Marksizme dönük ilk içsel eleştirilerin kaynağını oluşturdu. Bugüne dek, tüketimin Batı toplumları için ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasî açılardan neler ifade ettiğini çözümlemek isteyen yığınla çalışma yapıldı. Frankfurt Okulu’nun kültür endüstrisi kuramında ifadesini bulan çalışmalarından tutun da yakın zamanlarda karşımıza çıkan tüketim toplumu incelemelerine kadar pek çok Batı kaynaklı bilgi ve kuram tüketim meselesini sorunsallaştırdı.
Modern tüketim kültürünün ve kalıplarının Batı dışı toplumlardaki etkisinin neler olduğu konusu da sosyal teorinin ilgisiz kalmadığı bir mesele olageldi. Bu ilgi, tüketimin Batı toplumları içerisindeki anlamını ortaya koymaya çalışan incelemelerdeki kadar canlı bir ilgi olmamakla beraber, yine de bugün Batı dışındaki toplumların modern tüketim süreçlerini içselleştirme biçimleri hakkında azımsanamayacak bir literatür duruyor önümüzde. Fakat, kültürel antropoloji disiplini içerisinde yapılan bazı önyargılı çalışmaları bir kenara bırakırsak, Batı dışında kalan toplumlarda tüketim süreçlerinin kendi iç dinamiği çerçevesinde nasıl işlediği, bu süreçlerin özgün yanlarının neler olduğu meselesi yeterince işlenmedi. Örneğin Türk toplumunun tüketim alışkanlıklarını ya da Mısır’daki tüketim kalıplarının tarihsel sürekliliklerini tartışan özgün çalışmalardan mahrumuz. Türkiye’de bazı sosyologların üstünkörü yapılmış anketlere dayanarak vardıkları acele sonuçlar ise maalesef gerçeği yansıtmaktan uzak. Bu, gündelik hayatın tarihsel ve güncel biçimleri üzerine yapılan çalışmaların zayıflığından kaynaklanan bir durum olsa gerek. Ancak tüketim meselesinde de görülebileceği gibi siyaset, ekonomi, kültür ve toplum gibi makro kavramların can damarı gündelik hayattaki örüntülerdir.
Mustafa Orçan’ın çalışması bu bağlamda önemli bir adım olarak görülmeli. Orçan, kitabında Lâle Devri’nden bugüne Türk toplumundaki tüketim modellerini belli dönemlendirmeler eşliğinde tartışıyor. Bu kitap, “şimdiyi ve geleceği anlamak için geçmişe gitme ve geçmişten günümüze kadar tüketim kültürümüzdeki değişenleri ve değişmeyenleri inceleme” iddiasında. Orçan’ın çalışması, zevkle okunacak, yoğun içeriği ile muhatabını yeni bilgi diyarlarına taşıyacak bir kitap. / Mustafa Bilge
Tavsiye Et
Yazınsal Eleştiri Söyleşiler
Edward Said
Çev: Salih Özer
Ankara: Hece Yayınları, 2004
“Yazınsal Eleştiri”, Edward Said’in ölümünden sonra Türkçe’de yayımlanan ikinci kitabı. Kitap, Said ile yapılmış bir dizi söyleşiyi bir araya topluyor. Titiz bir çeviri ile okur karşısına çıkan eser, Said ile 1976-2000 yılları arasında gerçekleştirilen söyleşilerden oluşuyor. Kitabın en önemli yanı, bizi Said’in düşünce dünyasının en dar sokaklarına kadar götürmesi. Bu metni bir tür “Edward Said Okuma Kılavuzu” olarak da okuyabilirsiniz. Bu nadide eser, çok geniş bir alanda eser vermiş, gerçek bir entelektüelin metin-yazar ilişkisinden, iktidar yapılanmalarına, popüler kültürden Marksizme, oryantalizmden insan haklarına kadar pek çok konudaki düşünceleri yanında, kendi entelektüel serüveninde kapalı kalmış bazı alanları da sarahate kavuşturuyor. Bakın kendisini nasıl ifade ediyor Said: “Ben, uzun süre sessizliğimizin parsasını toplayan oryantalistlere cevap veriyorum. Keza ben onlara, adeta ilim dallarının yapısı üzerindeki örtüyü kaldırıp onun tarihüstü, kurumsal, deneysel olmayan ve ideolojik ön yargılarını göstererek yazıyorum.” Said’in o kendine özgü, öğretici üslubunu bu kitapta da görmek mümkün. Özellikle, toplumsal, kültürel ve siyasî bir inşa olarak metnin nasıl kurgulandığı konusunda son derece ufuk açıcı yaklaşımlar kitabın sayfalarını süslüyor. Hak ettiği ilgiye mazhar olması dileğiyle. / Ali Erdem
Tavsiye Et
Mustafa Aydın
İstanbul: Açılım Kitap, 2004
Cumhuriyet sonrasında Türkiye’deki sosyoloji çalışmalarının felsefe ile sağlıklı bir bağ kurabildiğini kim iddia edebilir? Peki bunun nedeni ne olabilir? Felsefenin spekülatif ve problem üreten doğasına karşılık, sosyolojinin maddeci ve sorun çözme iddiası mı? Yoksa, Türk sosyolojisinin Cumhuriyet dönemi sonrasında “makro sorunlar”la uğraşma iddiasını yitirmesi mi? Belki bu nedenle olsa gerek Türk sosyolojisinin en zayıf ayaklarından bir tanesidir bilgi sosyolojisi. Kanımca eğer sosyoloji ve felsefe arasında bir köprü kurmak, sağlıklı bir alışveriş ortaya koymak isteniyorsa bu bağlamda en verimli (ve gerekli) alan bilgi sosyolojisidir. Düne kadar bilgi sosyolojisi başlığı ile karşımıza çıkan müstakil bir çalışmadan mahrumduk. Sosyolog Mustafa Aydın’ın “Bilgi Sosyolojisi” isimli kitabı bu anlamda umut verici bir deneme. / Vezir Meydan
Tavsiye Et
Millî Devlet ve Küreselleşme: Anlamı Değişen Sınırlar
Kadir Koçdemir
İstanbul: Ötüken Yayınları, 2004
Küreselleşme tartışmasının en popüler dayanaklarından birisi ulus-devletlerin tarihî misyonlarını yerine getirip, artık iktidar sahalarının daralmaya başladığı ve süreç içerisinde miadını dolduracağı iddiası/kehanetiydi. Bu kehanet ortaya atılırken başlıca iki somut gelişmeden hareket edildi: Çok uluslu şirketlerin etkinlik alanlarını genişletmeleri ve ulus-üstü siyasî kurumların varlıklarını giderek daha belirgin hale getirmeleri. Tabii bunu yalnızca bir kehanet olarak görmek doğru değil; zira köklü bir proje var karşımızda. Öyle ki, daraldığı (ve daralması) söylenen ulus-devlet Batılı devletler değil. Onlar imparatorluk sevdası sürerken “azgelişmiş” toplumlara düşen ulus-devletlerini daraltmak.
Koçdemir’in kitabı “küreselleşme adı verilen süreç ile millî devlet arasındaki ilişkileri tarihî perspektifle ele alma” iddiasında. Çalışma, yazarın bu yıl içerisinde tamamladığı doktora tezinin kitaplaşmış şekli. Koçdemir’in, 2002 senesinde Ötüken Yayınları arasından çıkan “Küreselleşme/Koordinatları Okumak” isimli bir kitabı daha bulunuyor. / Mustafa Bilge
Tavsiye Et
Sûfi ve Şiir Osmanlı Tasavvuf Şiirinin Poetikası
Mahmut Erol Kılıç
İstanbul: İnsan Yayınları, 2004
Şol şi’r kim sâmi’i giryân u sekrân eylemez
Yok halâvet anda hîç atşânı reyyân eylemez
Ehl-i hâle, ehl-i hâl şi’ri verir zevk u safâ
Ehl-i zâhir sözünü hâl ehli burhân eylemez
Kadim bilgelerin varlık mertebelerine dair görüşleri edebî sanatlara tatbik edilirse, ruh ve can’ın ‘mana’, bedenin ise ‘kelimeler’ kisvesi altında arz-ı endam ettiği görülür. Sanatın dalları içerisinde tesiri ve yaygınlığı bakımından edebî sanatlar merkezî bir konumdadır ve edebî sanatların tarihi de birçok bakımdan dinler tarihi ile kesişmektedir. Edebî sanatların bir alt dalı olan şiirin din tarihi ile çok yakın bir alâka içerisinde bulunduğu ise, kadim çağlardan günümüze gelinceye kadar bütün dinî metinlerde ve ritüellerde oynadığı aktif rolden anlaşılmaktadır. Bu meyanda sözü, dinî sembollerle şiir dilini ustalıkla harmanlayan tekke edebiyatının Osmanlı şiiri içerisindeki önemli yerine getirmekte yarar var. Tasavvuf ehli, tecrübe ettikleri hakikati en iyi şiirle anlatabileceklerini düşünerek, sözlerini manzum söylemişlerdir. Ancak tasavvuf literatüründe, bilhassa ehlûllahın ve ilm-i rüşd sahibi olan pîrânın sözlerine edep gereği ‘şiir’ denmez, buna mukabil onların sözleri hakikati anlattığı için, o sözlere ‘nazm-ı şerif’ yahut ‘nutk-ı şerif’ denir. Mahmut Erol Kılıç, Sûfî ve Şiir’de ‘şiir’ olgusuna metafizik düşünce mekteplerinden birisi olarak gördüğü sûfîlik zaviyesinden bakmayı deniyor ve tasavvuf erbabının manzum eserlerinin Osmanlı şiirindeki yerini tespit ederken, Mevlânâ neslinden Âmil Çelebioğlu’nun “Osmanlı edebiyat binasının duvarları Halk şiiridir, kemerleri Divan şiiridir, kubbesi de Tekke şiiridir” deyişini yarayışlı bulduğunu ifade ediyor. Kılıç, eserinde Osmanlı şiirinin kavramsal ve biçimsel tahlilini yaparak hem dil açısından şiirin, hem de kişi olarak şairin tasavvufla olan münasebetini ele alıyor, sûfî şiirin muhatabını soruşturuyor; ayrıca Osmanlı şiirinin musikiyle olan irtibatına da şiirin vezninden ileri gelen ahenkli ses yapısı üzerinden değiniyor. / Melih C. Konuralp
Tavsiye Et
Bildik Kıssalara Bilinmedik Öyküler
Naz Emel Koç
Resimleyen: H. Şeyma Yeniçeri
İstanbul: Şûle Çocuk Yayınları, 2004
Çocuk gözüyle bir değerlendirme
Naz Emel Koç adında bir Türk yazar tarafından yazılmıştır. Yedi bölümden oluşan, bilgi ve nasihat veren, ister dinî, ister başka açılardan eksikliğimizi gideren, hayal gücünü geliştiren bir kitaptır. Kitabın adı gibi bildik birçok kıssa var. Ama bunları yazar, hayal gücünün genişliğinden faydalanarak bilmediğimiz öykülere dönüştürerek anlatmış. Gerçekten hayatımızda da hislerimize hakim olmayı bu kitaptan öğrenebiliriz. Hz. Adem’in yaratılışını gören bir karınca, bir put için kullanılmak istemeyen bir meşe ağacının İbrahim Peygamberi yakmak için kullanılıp peygamberi yakmaması, Süleyman Peygamber zamanında yaşayan bir tembel ağustos böceği ve (bunun gibi birçok şey) neden olmasın? Ve yazar bunları çok iyi aracılarla anlatmış. Kitabın birinci hikayesinde, Ahmet adında bir çocuk var. Bu çocuk ev ödevlerini bitirip uyku saati geldiğinde annesi ve babasına iyi geceler deyip dişlerini fırçalamak için banyoya gidiyor. Benim bildiğim kadarıyla hiçbir çocuk annesi ona dişlerini fırçalaması gerektiğini söylemeden dişlerini fırçalamaz. Merak ediyorum da bu akıllı Ahmet kim? Bizim sınıftaki Ahmet diyeceğim, hiç değil. Ama eminim yazar bunu okuyan çocuklara bu alışkanlığı kazandırmak için yazmıştır. Zaten diğer yanlarıyla da çok güzel bir kitap. Benim görüşüme göre 7-10 yaş arası çocuklar için uygun bir kitap. Ama büyükler de bilgilerini tazelemek için okuyabilirler. / Şeyma Özel 5-A Derya Öncü İlköğretim Okulu
Tavsiye Et