Peter Adamson, Richard C. Taylor
Türkçesi: M. Cüneyt Kaya
İstanbul: Küre Yayınları, 2007
Günümüzde İslam felsefesi olarak adlandırılan felsefi gelenek, İslamiyet’in ortaya çıkmasıyla hemen hemen eş zamanlı olarak oluşmaya başladı. Bunda bir din olarak İslamiyet’in, mensuplarını düşünmeye teşvik etmesinin ve akla verdiği önemin büyük etkisi oldu. Özellikle de İslamiyet’in yayılmaya başlaması ile birlikte karşılaşılan yeni sorular ve sorunlar bu düşünce hareketine hız kazandırdı. Bir taraftan gündelik hayatta karşılaşılan sıkıntılara ve hukuksal sorunlara çözüm üretme arayışıyla fıkıh ilmi teşekkül ederken, diğer yandan inanç planında ortaya çıkan soruları cevaplamak arayışıyla kelam ilmi gelişmeye başladı. Bu dinamik ortam İslam toplumunun düşünsel birikimine büyük bir zenginlik olarak yansıdı.
İslam düşünürleri, söz konusu düşünsel hareketlilik ortamında oldukça kapsamlı tartışmalara girme ve farklı düşünce gelenekleri ile muhatap olma şansını yakaladılar. 9. yüzyılda Bağdat merkezli olarak ortaya çıkan tercüme hareketi bu ortam neticesinde hayat buldu. Bilhassa Grek felsefesinin Arapçaya aktarılması ve Antik Yunan’da yaşamış büyük düşünürlerin eserleri ile hesaplaşılması, İslam düşünce geleneğine ve felsefesine önemli bir boyut kazandırdı ve günümüze dek varlığını sürdüren felsefi gelenek bu dönemde teşekkül devresini tamamlamış oldu.
İslam felsefe ve bilim geleneği, 12. yüzyıldan itibaren tercümeler vasıtasıyla Batı’da da ilgi uyandırmaya başladı. Bu ilgi çoğu durumda önyargılarla ve eksik bilgilerle malul olsa da günümüze dek varlığını sürdürdü ve sayısız Batı menşeli esere konu oldu.
Söz konusu ilginin en yeni ve başarılı örneklerinden biri olan ve Türkçeye İslam Felsefesine Giriş olarak aktarılan The Cambridge Companion to Arabic Philosophy adlı eser, Küre Yayınları tarafından yayımlandı. Her biri Batı ilim dünyasında tanınan, alanlarında söz sahibi ilim adamları tarafından kaleme alınmış müstakil makalelerden oluşan çalışma, başlığında dile getirildiği gibi bir giriş kitabı ile değil, çok daha fazlası ile okuyucuyu karşı karşıya getiriyor. /Fatmanur Altun
Tavsiye Et
Feraizcizade Mehmed Şakir Efendi
Hazırlayan ve İnceleyen: Mustafa Koç
İstanbul: Kale Yayınları, 2007
Cumhuriyet’in kurulması ile gündeme gelen dil reformunun en temel iddiası “yazıldığı gibi okunan, okunduğu gibi yazılan” bir alfabe yaratmak oldu. Bu çerçevede Latin harflerinin kabulü dil planında yapılan en büyük atılım olarak görüldü. Zira Türkçenin söyleyiş özelliklerinden kaynaklanan ve Arap alfabesiyle tam olarak ifade edilemeyen yönlerinin bu sayede ifade edilmesi ve konuşma dili ile yazı dili arasında bütünlük sağlanması hedeflenmişti.
Ancak, yazı ve konuşma dili arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanan bu sıkıntı Cumhuriyet kurulmadan uzun zaman önce Osmanlı aydınlarının gündemine girmiş, gazete ve dergileri yoğun biçimde işgal eden tartışmalar gündeme gelmişti. Cumhuriyet’in ilk döneminde çarpıcı tezlerle ortaya çıkan dilcilerin de en temel referans noktası bu dönemde yapılan tartışmalar oldu. Bu dönemde ortaya atılan kimi çözüm önerileri, sonraki dönemde gerçekleşecek pratiklere biçim yönüyle olmasa bile perspektif düzeyinde kaynaklık etti.
İşte 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başlarında yaşayan Feraizcizade Mehmed Şakir Efendi’nin eseri Persenk, Osmanlı mirası içinde yer alan ve bu yönde ortaya konan en dikkat çekici çalışmalardan biridir. Feraizcizade, eserinde pratiğini yaptığı ve Hamidi alfabe olarak adlandırdığı alfabe vasıtasıyla konuşma dili ile yazı dili arasında bütünlük sağlamayı başarmış ve yazılı metinlerin yanlış okunma ihtimalini ortadan kaldırmıştı. Üstelik bunu Arap harfleriyle ve harf inkılabından otuz yıl önce gerçekleştirmişti.
Sonraki yıllarda adı pek anılmayan ve referans olarak gösterilmeyen bu değerli çalışma Mustafa Koç’un titiz çalışması ile tozlu raflardan, kültür dünyamızın aktüel zeminine adım attı. Klasik metinlerimizin ortak kaderini bir asırdır yaşayan Persenk, dileriz bundan sonra hak ettiği ilgiye mazhar olur. /Fatmanur Altun
Tavsiye Et
Editör: Aytaç Yıldız
İstanbul: Doğu Batı Yayınları, 2007
İnsanlığın kolektif entelektüel mirası çerçevesinde bir değerlendirme yapıldığında Edward W. Said ve başlıca eseri Oryantalizm’in son derece ender yakalanan bir başarıya imza attığını teslim etmemek mümkün değildir. Said’in eserinde ortaya koyduğu tartışmalar ve söylediği yeni şeyler bir yana, Oryantalizm’in yarattığı aksülamel dahi ona entelektüel tarih içerisinde ayrıcalıklı bir konum kazandırmaya iktifa eder. Oryantalizm yayımlandığı 1978’den sonra giderek şiddetlenen bir biçimde entelektüel zeminleri meşgul etmiş, sarsıcı tezleriyle pek çok kabulü yerle bir etmiştir.
Türkiye’de, dünya ölçeğine kıyasla daha yüzeysel bir biçimde tartışılan Oryantalizm, özellikle Said’in 2003 yılındaki vefatından sonra biraz daha derinlik kazanmaya başladı. Oryantalizm, Tartışma Metinleri içeriğindeki birbirinden değerli makaleler ile bu sürece daha da derinlik kazandırma arayışında olan değerli bir çalışma. /Fatmanur Altun
Tavsiye Et
Hatice Uğur
İstanbul: Erdem Yayınları, 2007
“Bir varmış, bir yokmuş…” Çocuk kulağına en fazla hitap eden cümlelerden biridir kuşkusuz bu cümle. Uykusu kaçan, canı sıkılan çocuklarımızın kulaklarına mutluluk formülleri, hayal gücü, ahlak, erdem dolar masallardan.
Erdem Yayınları, çocuk kitaplarına getirdiği yeni boyutla ve yarının büyüklerine yaptığı yatırımların bir yenisiyle yoluna devam ediyor. Hatice Uğur’un kaleminden çıkan ve çocukları masal uçağı ile ülke ülke dolaştıran eser, çocukların yalnızca hayal güçlerine ve zekalarına değil, geniş bir dünya tasavvuru edinmelerine de katkıda bulunuyor. /Fatmanur Altun
Tavsiye Et
İzzet Derveze
Tercüme: Ali Benli
İstanbul: Klasik Yayınları, 2007
İnsanlığın temel mirası içinde öne çıkan, kayda değer eserlerin izini sürme iddiasında olan Klasik Yayınları, Eylül 2005’te başlattığı Arap Gözüyle Osmanlı dizisi ile dikkatleri üstüne çekmeyi sürdürüyor. Dizi, Osmanlı’nın vazgeçilmez iki unsuru Türkler ve Arapların, son iki yüzyılda milliyetçilik akımının fırtınasıyla şekillenmiş, birbirlerine karşı önyargılı algılayışlarında büyük gedikler açacağa benziyor.
Bilinç düzeyimiz algılarımızla şekilleniyorsa, kavi bir bilinç için algılayışımızın sağlamlığından emin olmamız gerekmez mi? Doğruluğunu sorgulamadan iman ettiğimiz birçok temel toplumsal gerçekliğin bir gün kurgulanmış ve tek taraflı bir tarih anlayışının eseri olduğunu öğrenirsek yerinden oynayacak taşlar, düzmece sebeplerle ortaya çıkmış hakiki husumetleri silmeye yeter mi? Ernest Renan, “Millet nedir?” sorusuna “Tarihin yanlış yazılması, millet olmanın ayrılmaz bir parçasıdır” diye cevap verir. Renan’a en asil cevap ise Klasik Yayınları Arap Gözüyle Osmanlı dizisinin en son ve altıncı kitabı Osmanlı Filistininde Bir Posta Memuru’ndaki küçük bir vesika ile geliyor. Nabluslu posta memuru İzzet Derveze’nin Osmanlı uyruklu olduğunu belirten hüviyet tezkeresindeki bir ifade, modern tezahürün bize dikte ettirdiği millet anlayışının zıddına, kadimin son büyük imparatorluğunun milliyetçilik fırtınasına yakalanmadan evvelki halini hülasalandırıyor: Osmanlı tebaasından Filistinli Arap İzzet Derveze’nin milleti; Arap değil, Filistinli değil, Türk değil, Osmanlı değil, ‘İslam’dır.
Otodidakt alim İzzet Derveze’nin kitabı, dizinin diğer beş kitabı gibi, her kesimden Türk entelijansiyasını, genel kabul görmüş zanları farklı bir çerçevede görmeye davet ediyor. İzzet Derveze, ülkemizde daha çok İslami konulardaki eserleri ile bilinen bir alim. Osmanlı Filistininde Bir Posta Memuru, Derveze’nin altı ciltlik hatıralarının Osmanlı ile alakalı kısımları çevrilerek hazırlanmış. Kitapta, Kanun-i Esâsî’nin ilanından sonra Türkleştirme hareketinin başladığı iddiasından, o tarihten sonra Arap illerine sadece Türk mutasarrıflar yollanması gerçeğine; kimi kesimlerde Turancılık akımının şiddetlenmesinden, bundan rahatsız olan imparatorluktaki diğer unsurların bu akıma karşı oluşumlar geliştirmelerine; İttihat ve Terakkicilerin tavırlarından Cemal Paşa’nın demir sopalı yönetimine, Şerif Abdullah’ın Devlet-i Âlî’ye karşı şikayetlerinden, General Storrs’un Şerif Abdullah’a yazdığı ilginç mektuba kadar birçok dikkat çekici ve düşündürücü bölüm var. Kitap, sadece siyasi görüş ve hatıralarla değil, o zamanın Nablus’unun sosyal hayatına dair canlı ayrıntı ve açıklamalarla da dolu. Hatıratların sübjektifliğini her zaman göz önünde bulundurarak, tarih kitaplarının kuruluğunda anlayamadığımız çoğu toplumsal gelişim ve değişimi Derveze’nin panoramik hatıratını okuyarak temaşa edebiliyoruz. Ve eseri okurken gidişatın vehametini görüp bu kadar âlim ve bilgili şahsın bu gidişe nasıl dur diyemediklerine şaşıyoruz. İbn-i Haldun “Geçmiş, bugüne suyun suya benzediğinden daha fazla benzer” der. Arap Gözüyle Osmanlı dizisini okurken geçmişin bugüne tüyler ürpertici bir şekilde benzediğini görmemek, bizim de çocuklarımıza ayan beyan gözükecek hangi tarihî hatalarda ısrar edip hangi felaketlerin üstünde dans ettiğimizi merak etmemek mümkün değil.
Editörlüğünü, titiz çalışması ve sunumları ile Suat Mertoğlu’nun üstlendiği dizinin diğer kitapları ise yayımlanış sırasına göre şöyle: Beyrut Şehremininin Anıları (1908-1918), Selim Ali Selam, Tercüme: Halit Özkan, Eylül 2005; İttihatçı Bir Arap Aydınının Anıları, Emir Şekib Arslan, Tercüme: Halit Özkan, Eylül 2005; Bir Osmanlı-Arap Gazetecinin Anıları, Muhammed Kürt Ali, Tercüme: İbrahim Tüfekçi, Ocak 2006; Biz Osmanlı’ya Neden İsyan Ettik?, Kral Abdullah, Tercüme: Halit Özkan, Mart 2006, 4. Baskı Kasım 2006; Cemaleddin Afganî’nin Hatıraları, Muhammed Mahzumî Paşa, Tercüme: Adem Yerinde, Kasım 2006. /Betül Özel Çiçek
Tavsiye Et