TÜRKİYE 2005 yılını Afrika yılı ilan etti. Bir dünya gücü olan Amerika’nın bile dış politika öncelikleri arasında ikincil bir yer işgal eden Afrika’nın, Türkiye’nin temel dış politika öncelikleri arasına girmesi ne anlama gelmektedir?
Afrika denince Türkiye’de ne anlaşılmakta? Genellikle aydınlarımız ve doğal olarak da halk, bu renkliliklerle dolu kıtayı hep televizyondan bilirler. İç savaşlar sonucu açlık ve ızdırap çeken çocuk görüntüleri bizim Afrika imajımızı oluşturagelmiştir. Bunlara Afrika ile alakalı hemen hiçbir yayına yer verilmemesi de eklenince kıta, kimilerince vahşi bir dünya ve dolayısıyla uzak durulması gereken bir yer, kimilerince bilinmeyen bir muamma halini almakta. İnsanların Afrika caddelerinde fillerin yürüdüğünü düşünmesi olağandışı bir şey değil. İşte tüm bu şartlar altında yetişmiş bazı aydın ve diplomatlarımızın Afrika kıtasıyla uğraşmanın boşuna olacağını söylemesi anlaşılabilir bir şey olsa gerek.
Türkiye 2004 yılında çeşitlendirdiği dış politikasını özellikle Afrika ile renklendirmek zorunda. AB ile müzakerelere başlama tarihinin alındığı şu dönem, bunun için uygun bir dönem. Eğer Türkiye Avrupa ile ilişkilerinde ağırlığını koymak istiyorsa, Afrika’yla ilişkilerini geliştirmeli. Türkiye tarihsel olarak kültürel çoğulculuğu destekleyen bir geçmişe sahip. Farklı din ve kültürlere saygı göstermesinin kökleri çok eskilere gider. Avrupa’nın ise kültürel bir çoğulculuktan ziyade, ekonomik anlamda çoğulculuğu/çeşitliliği destekleyen bir siyaseti oldu her zaman. Eğer Türkiye gerçekten AB’yi kıtasal bir güçten küresel bir güce dönüştürmek istiyorsa, kültürel anlamda sahip olduğu çoğulculuğu diplomasi ve ekonomi gibi diğer alanlara da yaymak zorunda. Afrika kıtası bunun için iyi bir başlangıç olabilir. AB ise tam tersine Türkiye’nin sahip olmadığı diplomatik ve ticarî çoğulculuğa sahip, fakat kültürel çoğulculuk konusunda çekimser. Eğer Türkiye ekonomik ve diplomatik ilişkilerini küreselleştirirse, AB üyeliği için öne sürdüğü fikirlerde çok güçlü bir konum kazanabilir.
Afrika kıtası artık dünyanın sorunlu bir merkezi değil. Afrika’da 54 ülke var. Bunların hepsi çok farklı tarihî geçmişe ve kültürel zenginliğe sahip. Sadece Güney Afrika’da 11 tane resmî dil var ve sokaktaki ortalama her insan bunların en az beş tanesini konuşuyor. Afrika’yı bir bütün olarak görmek, Türkiye’nin yıllarca Orta Doğu’yu bir bütün olarak görüp kendini bölgeden uzak tutmak istemesine benzemektedir.
Türkiye’nin AB trenini yakalamış olması, dünyanın diğer bölgelerini bırakıp enerjisini Avrupa üzerine yoğunlaştırması anlamına gelmemeli. Afrika kıtası Avrupa için bir nevi arka bahçe olmuştur her zaman. Orta Afrika Fransa’nın, Sahra Altı ise İngiltere ve Portekiz’in ciddi etkisi altındadır. Yine Kuzey Afrika’daki ülkelerin Fransa ile ilişkileri her geçen gün artmaktadır. AB, ticarî ilişkilerinde Afrika kıtasına her zaman stratejik bir önem vermiştir. Zira birçok ülke kolonyal bağlarla Avrupa’ya bağlıdır ve Afrika kıtası ticaret için çok kârlı ve bakir bir alandır. İşte sırf bu sebeplerle AB, Afrika’nın güney bölgesindeki entegrasyon birliği olan SADC (Southern African Development Community) ile 2000 yılında serbest ticaret anlaşması imzaladı. Bu anlaşmanın yanı sıra AB, birçok yardım paketi ve AIDS gibi ölümcül hastalıklarla savaş başlığı altında Afrika ile ciddi ilişkiler kurdu. Birliğin yanı sıra Fransa, İngiltere gibi devletlerin bireysel ilişkileri kolonyal geçmiş sebebiyle çok daha güçlüdür. Afrika ülkeleri Türkiye ile ilişkilerini AB çerçevesinde görmekte ve bu çerçevede analiz etmektedir. Genellikle Afrika ülkelerindeki yöneticiler Türkiye’nin AB’ye gireceğine inanmaktadır ve Türkiye ile ilişkilerini AB çerçevesinde yeniden dizayn etme hedefindedir.
İşte bu çerçevede Türkiye’nin 2005 yılını Afrika yılı ilan etmesi gerçekten isabetli bir karardır. Türkiye arkasına aldığı AB rüzgarı ile Afrika kıtasıyla çok ciddi ilişkiler kurabilir ve kurmalıdır. Bu ilişki mutlaka ticaret merkezli olmak zorunda değildir; aksine ilişkileri toplumsal tabana yaymakta yarar vardır. Kültür ve turizm alanlarının yanı sıra üniversiteler ve NGO’lar arası ilişkilerin kurulması, Türkiye’nin çeşitlendirmek istediği dış politikasına katkı sağlayacaktır.
Paylaş
Tavsiye Et