Küresel ekonomide hava açık
İMF, bu yılki ikinci Dünya Ekonomik Görünüm raporunu yayımladı. Küresel ekonomiye ilişkin en kapsamlı çalışmalardan birisi olan raporda, dünya ekonomisinde büyümenin sürdüğü vurgulanıyor. İMF, enerji ve petrol fiyatlarının artmaya devam etmesine rağmen, bir önceki raporda yer alan %4,3’lük 2005 yılı küresel büyüme tahminini değiştirmezken, 2006 yılı büyüme tahminini sadece 0,1 puan aşağıya çekerek %4,3’e indirdi. Rapora göre, 2004’ün ortalarındaki geçici yavaşlamaya rağmen; hizmet sektöründeki canlılığın, imalat sanayi ve ticaretin gelişme hızındaki yavaşlamanın olumsuz etkilerini dengelemesi sayesinde, 2005’in ilk çeyreğinde küresel büyüme tekrar hız kazandı. İkinci çeyrekte ise, yüksek petrol fiyatlarının etkisiyle, başlıca göstergeler tersine dönerken, önde gelen ekonomilerde güven zayıfladı. Ancak, yılın ikinci yarısında imalat sanayii ve ticaretin güç kazanmaya başlamasıyla tablo yeniden olumluya döndü. Buna rağmen, petrol ve rafineri ürün fiyatlarındaki yükseliş ile ABD’deki kasırgaların olumsuz etkileri, görünümü tersine çevirebilecek güce sahip.
Ekonomiye Katrina ve Rita darbesi
Büyük bir insanlık felaketine yol açan Katrina kasırgası, ekonomik açıdan da ağır bir tahribata neden oldu. ABD’nin önde gelen enerji üretim merkezlerinin yer aldığı Meksika Körfezi’ni vuran kasırga nedeniyle, ülke ekonomisinin son çeyrekteki büyüme hızının 0,5 ila 1 puan arasında azalacağı tahmin ediliyor. Felaket sonrasında bölgede üretim yapan petrol ve doğal gaz rafinerilerinin önemli bir bölümünün kapanması, arz tarafında ciddi sıkıntılara yol açıyor. Ülkede uzun yıllar aradan sonra, yeniden benzin kuyrukları görülmeye başlarken, ortalama 2,60 dolar civarında seyreden benzinin galon (3,79 litre) fiyatı 3 doları aştı; bazı bölgelerde 5 dolara kadar yükseldi. Felaketin ardından uluslararası borsalarda da rekor seviyelere yükselen petrol fiyatlarının, ABD’de petrol üretiminin 4’te 1’ini gerçekleştiren Texas bölgesini hedef alan Rita kasırgasının da gelişiyle, artık bu seviyelerden geri dönmesi çok zor görünüyor.
Petrol ve enflasyon ve altın
Altın ve petrol fiyatları arasında sıkı bir ilişki olduğu biliniyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortalama olarak bir ons (28,35 gram) altının fiyatı, 15 varil (1 varil=159 litre) petrolün fiyatının biraz üzerinde seyretti. Ancak, son dört yılda bu ilişki bozulmuş görülüyor. Petrol fiyatlarındaki hızlı artışa rağmen, altın fiyatları yeterince yükselmedi. Fiyatlar arasındaki oran yakın zamanda 7’ye kadar gerilemiş durumdaydı. Bunun başlıca sebebi, piyasalarda petrol fiyatlarındaki yükselişin enflasyondan ziyade büyüme rakamları üzerinde etkili olacağı şeklinde bir algılamanın var olmasıydı. Ancak, son bir ay içerisinde yatırımcılar, başta ABD olmak üzere birçok ülkede enflasyon beklentilerinin artmasıyla, gelirlerini koruyabilmek için altına yönelmeye başladılar. Nihayetinde altın fiyatları beklenildiği gibi yükselişe geçerek, son 17 yılın en yüksek düzeyine ulaştı. Eğer fiyat ilişkisi yeniden kurulacak olursa, uluslararası borsalarda 465 dolardan işlem gören altının ons fiyatı 1000 doları aşacak demektir.
Yoksulluk mu dediniz?
Yoksulluk sorunu son yıllarda dünya gündeminde daha fazla yer almaya başladı. Ancak, sorunun çözümünde geçmişe nazaran daha hızlı mesafe alındığı söylenemez. Bilakis, birçok ülkede sorunlar daha da derinleşmiş durumda. Hal böyle olunca, sık sık yoksulluk konusunu gündeme getiren gelişmiş ülkelerin samimiyeti sorgulanır bir konuma düşüyor. 14-16 Eylül arasında yoksulluk gündemiyle toplanan BM Zirvesi’nde, liderlerin kendi gündemleri yine farklı konular üzerinde yoğunlaşıyordu. Halbuki, zirvenin hemen öncesinde Kemal Derviş başkanlığındaki BM Kalkınma Programı’nın yayımladığı İnsanî Gelişme Raporu, liderlere, yoksulluğu azaltma konusunda samimi iseler ellerini çabuk tutmaları gerektiği çağrısında bulunuyordu. Zira bu ve birçok diğer rapor, yoksul ülkelerde açlık, çocuk ölümleri, HIV/AIDS gibi sorunların 5 sene öncesine göre büyüdüğünü ortaya koyuyor.
Yatırımcıların gözdesi gelişmekte olan ülke tahvilleri
2004 Haziranı’ndan bu yana faiz oranlarını artırarak, büyüme sürecinde enflasyonu kontrol altında tutmaya çalışan ABD Merkez Bankası (FED), Eylül ayında faiz oranlarını çeyrek puan daha artırarak %3,75’e yükseltti. FED’den yapılan açıklamada Katrina kasırgasının olumsuz etkilerine rağmen, üretimin artmaya devam ettiği belirtilerek enflasyon baskısının ortadan kalkmadığı mesajı verildi. Öte yandan, Katrina ve Rita’nın ABD ekonomisini tehdit etmesi, ve ABD’nin faiz oranlarını %4’e çıkardıktan sonra artırımlara ara vereceği beklentisi gelişmekte olan ülke tahvillerine talebi artırdı. AB ile ilgili olumlu beklentiler bu ülkeler arasında Türkiye’nin tahvillerine daha fazla ilgili duyulmasına neden oluyor. Uluslararası borsalarda 2030 yılı vadeli Türk tahvillerinin fiyatı rekor kırarak 147,5 dolara kadar yükselirken ABD ve Türkiye’nin uzun vadeli tahvilleri arasındaki faiz farkı tarihinin en düşük seviyesine gerilemiş durumda.
Çin büyüyor ama...
1985-2005 döneminde yıllık ortalama %9,5 oranında büyüyen Çin ekonomisi hız keseceğe benzemiyor. Petrol fiyatlarındaki yükselişe rağmen, Çin’de 2005 yılı büyümesinin daha önceden tahmin edilen rakamların üzerine çıkması bekleniyor. Örneğin, Asya Kalkınma Bankası Çin için 2005 yılı büyüme tahminini %9,2’ye yükseltti. Ancak, Çin’de hızlı büyümenin birtakım yan etkileri de yok değil. Öncelikle, ülkenin “beşikten mezara” şeklinde tanımlanan sosyal güvenlik sistemi ağır yara almış durumda. Kırsal kesimlerde artık halkın sadece %5’i bu tür sosyal güvencelere sahip. Ayrıca, hızlı sanayileşme Çin’de büyük bir çevre kirliliği sorununa yol açıyor. Dünyanın en çok kirletilen 10 şehrinden 5’i bugün Çin’de bulunuyor.
Tavsiye Et
Büyüme rakamlarını nasıl okumalı?
Merakla beklenen ikinci çeyrek büyüme rakamları açıklandı. Rakamlar, büyüme hızının yavaşladığını teyit ediyor: İkinci çeyrekte GSMH gelişme hızı, bir önceki yılın aynı dönemine göre %3,4, GSYİH gelişme hızı ise %4,2 olarak hesaplandı. Bir önceki çeyrekte bu oranlar sırasıyla %5,3 ve %4,8 olmuştu. Büyümenin düşük kalmasında, geçtiğimiz yılın aynı çeyreğindeki %14,4’lük yüksek büyüme oranından kaynaklanan baz etkisi önemli rol oynuyor. Yılın ikinci yarısında bu baz etkisinin ortadan kalkmasıyla büyüme oranlarının daha yüksek çıkması ve %5 olan yıl sonu büyüme hedefinin tutturulması bekleniyor. 2005’te özel yatırım ve tüketim harcamaları büyümenin motoru olmaya devam ederken, bu kalemlerdeki gelişme hızı geçtiğimiz yıla kıyasla önemli ölçüde geriledi. Sektörler arasında ise büyümeye en yüksek katkı, yılın ilk yarısında %19,7 büyüyen inşaat sektöründen geliyor.
İnşaatın gelişmesi istihdama yaradı
Geçtiğimiz yıllarda büyümenin istihdam üzerinde yeterince etkili olmaması sıkça eleştiriliyordu. 2005 yılı verileri ise ekonomideki gelişmenin işgücü piyasasında daha fazla etkili olmaya başladığını gösteriyor. Büyümenin hız kestiği ikinci çeyrekte işsizlik oranı, geçtiğimiz yılın aynı dönemindeki %9,3 seviyesinden %9,2’ye geriledi. Yine bu dönemde, istihdam 533 bin kişi artarak 22 milyon 711 bin kişiye yükseldi. GSYİH’nin %14,4 oranında büyüdüğü 2004’ün ikinci çeyreğinde ise istihdam, bir önceki yılın aynı dönemine göre sadece 492 bin kişi artmıştı. Uzun yıllardır durgunluk içerisinde olan ve istihdam kapasitesi bir hayli yüksek inşaat sektörünün, 2005’in ilk yarısında hızlı bir toparlanma göstermeye başlaması, işgücü piyasalarında görülen bu iyileşmenin başlıca sebebini oluşturuyor.
Özelleştirmeler gündeme damgasını vurdu
Hükümetin büyük bir özelleştirme hamlesine girmesiyle, 2005’in yalnız ilk dokuz ayında Türkiye’nin önceki yirmi yılda elde ettiği özelleştirme gelirinin yaklaşık iki katı kadar bir gelire ulaşıldı. Geçtiğimiz ay Telekom’un %51 oranındaki hissesinin 6,5 milyar dolara satılmasıyla hız kazanan özelleştirme süreci, Eylül’de başarılı bir TÜPRAŞ ihalesi ve ardından Galataport’un 49 yıllığına kiraya verilmesiyle devam etti. TMSF yönetiminde bulunan Uzan grubuna ait medya kuruluşlarının da satılmaya başlanması ve Erdemir’de ihale takviminin yaklaşmasıyla özelleştirmeler, Türkiye’nin yoğun gündemi arasında kendine önemli bir yer buldu. Ancak hükümet, özelleştirmede gösterdiği başarıyı, özelleştirmenin mantığının ve amaçlarının anlatılmasında tekrarlayamadığı için kamuoyu önünde yıpratılmaktan da kurtulamıyor.
TÜPRAŞ: Nasıl oldu da oldu?
Türkiye’nin en büyük sanayi şirketi TÜPRAŞ’ın 1990 yılında başlayan özelleştirme süreci, kamunun elinde bulunan %51 oranındaki son hissenin blok olarak satılmasıyla 15 yıl sonra tamamlanmış oldu. TÜPRAŞ’ın %51’i, ihaleye katılan 9 firma/ortaklık arasında 4 milyar 140 milyon dolarla en yüksek teklifi veren Koç-Shell ortaklığının oldu. Koç Grubu böylece piyasada 4,5 milyar dolar üzerinden işlem gören TÜPRAŞ’a değerinin neredeyse iki katına ulaşan 8,1 milyar dolarlık bir fiyat biçmiş oldu. TÜPRAŞ’ın %65,76 oranındaki kamu hissesi 2004 yılı Ocak ayında 1,3 milyar dolarla Zorlu-Tatneft Grubu’na satılmış; ancak Petrol-İş Sendikası’nın açtığı dava sonucu Danıştay bu satışı iptal etmişti. Daha sonra toplam hisselerin %14,76’sı geçtiğimiz Mart ayında borsada yabancı fonlara satılmıştı. TÜPRAŞ’ın değerinin bir buçuk yıl gibi kısa bir sürede 4 katına yükselmesi, Türk ekonomisinin gösterdiği başarılı performansın yanı sıra, petrol fiyatlarının yükselmesi ve rafineri ihtiyacının artması gibi konjonktürel faktörler sayesinde gerçekleşti.
İMF’den havuç ve sopa
Ekonomideki “teknik direktörümüz” İMF, yayımladığı son Dünya Ekonomik Görünümü raporunda Türkiye’de büyüme hızının yavaşlayarak sürdürülebilir bir seviyeye geldiğine, enflasyonun kontrol altına alındığına, ancak yükselmeye devam eden cari açığın piyasalarda yaşanacak bir güven kriziyle tehlike yaratacak seviyelerde olduğuna dikkat çekti. Raporda, ekonomimizin 2005 ve 2006’da %5 oranında büyüyeceği tahminine yer verilirken, 2004’ün ikinci yarısında yavaşlayan iç talebin, düşük faiz oranları ve kredilerdeki artış ile tekrar güç kazanmaya başladığı belirtiliyor. İMF, Türkiye’de olumlu bir makroekonomik görünüm olduğunun altını çizdikten sonra, “ancak” diyerek ekliyor: “Bu olumlu tablonun sürdürülmesi reform programının aksatılmamasına bağlıdır.” Bir başka ifadeyle, “geçmişteki başarılarınız, gelecekteki başarınızın garanti olmaz” demek istiyor. Tıpkı, İMF’nin geçmişteki başarısızlıklarının hiçbir zaman gelecekteki başarısızlıklarına garanti olamadığı gibi…
Gidişattan herkes memnun mu?
Makroekonomik göstergeler ekonomiye ilişkin olumsuz bir tablo ortaya koymasa da, tüketici güveni ile ilgili yapılan anketlerden pek iç açıcı sonuçlar çıkmıyor. DİE ve Merkez Bankası tarafından hazırlanan Tüketici Güven Anketi’ne göre, Ağustos ayında tüketici güveni dibe vurdu. Tüketici Güven Endeksi, Ağustos’ta tarihinin en düşük seviyesi olan 97,5’e geriledi. Bu endeksin 100’ün üzerinde olması tüketici güveninde iyimser duruma, 100’ün altında olması ise tüketici güveninde kötümser duruma işaret ediyor.
Tavsiye Et