KIRSAL kesimde yoksul ailelerin aldığı psikolojik ve sosyo-ekonomik destek kentlerde sağlanamadığından, bu ailelerde çocukların eğitimine önem verilemiyor; onların aile bütçesine katkıda bulunması bekleniyor ve çocuk, yaşına uygun olmayan, ruhsal ve fiziksel sağlığını tehlikeye sokan işlerde çalıştırılıyor. Ayrıca boşanmalar, resmî nikâh olmaksızın yapılan evlilikler, değişik eşlerden olan çocuklar, ebeveynlerden birinin evi terk etmesi, aile içi şiddet gibi nedenler de bazı çocukları sokağa itebiliyor.
Osmanlı İstanbulu’nda sokak çocuklarından söz etmek pek mümkün değil. Gündelik sosyal yaşamda aile ve mahalle; iş alanında lonca, imaret ve vakıf gibi kurumlar toplumsal sorumluluk ve dayanışma bilinci sayesinde bir otokontrol mekanizmasıyla sokak çocukları üretebilecek bir esneklik alanı bırakmamış. 19. yüzyılın ikinci yarısına ait arşivlerde dullara, çocuklu kadınlara, ikiz veya üçüz çocukları olan ailelere maaş bağlandığına; kimsesiz ve terk edilmiş çocukların maaşla birlikte birinin yanına verildiğine dair metinler mevcut. Yine 1873 yılında öksüz ve yetimlerin okutulması için Darüşşafaka’nın ve 1895 yılında ise terkedilmiş veya sokakta dilencilik yapan çocukları barındırıp, bakımlarını sağlamak amacıyla Darülaceze’nin kurulması o dönemde atılmış önemli adımlardır.
Türkiye’de, edebiyatımızda “köprü altı çocukları” olarak adlandırılan ilk sokak çocuklarının belirgin olarak ortaya çıkışı, ilk büyük göçün olduğu 1950’li yıllara rastlıyor. Ancak ‘sokak çocuğu’ olgusu ve bunun bir sosyal sorun olarak kabul edilmesi oldukça yeni.
Sokak çocuklarıyla ilgilenmeyi düşünen her kişi ve kuruluş ilk önce tanım problemiyle karşı karşıya kalıyor. Tanımlamalarda genellikle temel kriter çocukların aileleriyle olan ilişkileridir. UNICEF’in önerdiği şu sınıflama kabul görmüştür:
Sokakta çalışan çocuklar (Working children on the street): Aileleriyle sürekli ilişkisi olan çocuklar-sokağa aday çocuklar. Bu gruptaki çocuklar çoğunlukla aileleriyle birlikte yaşar, aile desteği ve koruması sürmektedir. Günlerini aile bütçesine katkıda bulunmak için sokaklarda çalışarak geçirirler ve gece evlerinde kalırlar. Ancak sokakta olmaları nedeniyle fiziksel ve psikolojik tehlikelerle karşı karşıyadırlar.
Sokaktaki çocuklar (Children in the street): Aileleriyle zaman zaman ilişki kuran çocuklar. Bu çocukların aileleriyle bağları zayıflamış olsa da tümüyle kopmamıştır. Bir kısmı büyük kentlere kaçmakta, orada yaşamakta, bazen ailelerinin yanına giderek ya da onları arayarak bağlantılarını sürdürmektedirler.
Sokağın çocukları (Children of the street): Aileleriyle hiç ilişkisi olmayan çocuklar. Ailesiyle hiçbir ilişkisi olmadan yaşam mücadelesi veren çocuklardır. Yaşamlarının tümünü sokaklarda geçirirler. Bu grupta uçucu ve uyuşturucu madde kullanımı daha sıktır.
Ülkemizde yapılan çalışmalarda bu çocuklar, sokak çocukları/sokakta yaşayan çocuklar ve sokakta çalışan/çalıştırılan çocuklar olarak sınıflandırılıyor.
Bu sınıflamada çocukların adım adım daha tehlikeli ve normal yaşama dönmelerini zorlaştıran ortamlara sürükleniyor olmaları dikkat çekici. Cam siliciliği, mendil satma ve benzeri işlerle sokakta olan çocuk, yetişkin rolü üstlenip para kazandığı halde harcama yetkisi konusunda çocuk sayıldığından çelişki yaşıyor. Zamanla bu çelişki onları sokakta bağımsız yaşamaya itiyor. Daha sonra da şiddet, uçucu madde kullanma gibi olaylara karışarak ailesinden ve evinden kopuyor.
Sokak çocuklarının giderek daha görünür hale gelmesi nedeniyle ve medyanın yakın ilgisi sayesinde büyük kentlerde konu gündeme taşınmaya ve bu çocukların durumunu iyileştirmeyi amaçlayan bazı projeler oluşturulmaya başlandı. Bu amaçla durumu inceleme ve anlama çabaları, bu çocuklar ve aileleri hakkında daha fazla bilgi edinmek, etkili ve önleyici rehabilitasyon programları tasarlamak için araştırmalar yapılıyor.
Hazırlanan ve uygulanan modellerde hep kurumlardan, ekiplerden, barınaklardan, rehabilitasyon merkezlerinden bahsediliyor. Bu sorunu yaşayan diğer ülkelerde de uygulanan, ilgili birçok kamu kuruluşunu kapsayan hizmet modelleri öneriliyor. Her şey tamam gibi görünürken aslında kocaman bir boşluk ihmal ediliyor: Gönüller ya da başka bir deyişle ‘maneviyat’. Yani, bizi diğer ülkelerden ayıran, bu sorunu çok daha kolay çözebileceğimiz ayrıcalığımız...
Türkiye’de bir STK çatısı altında gönüllü olarak çalışmak yeni bir olgu ve bu olgu, HABİTAT II sonrası gündemimize girdi. Gönüllülük, herhangi bir fayda beklemeden ancak bir profesyonelmiş gibi bir iş disiplini içinde çalışmayı gerektirirken, ülkemizdeki genel uygulamada bu olgu, istenildiği zaman gelerek kendince bir katkıda bulunmak olarak anlaşılıyor. Özellikle sokak çocukları ile yapılan çalışmalarda gönüllülük tanımının çok net yapılması gerekir. Burada iki kavram özellikle çok önemli: Çalışılan kişilerin özellikleri hakkında bilgilenmek ve süreklilik. Çocukta güven duygusu oluşturabilmek ve çoğu zaman kurulan duygusal bağların yıkıcı değil, yapıcı olabilmesini sağlayabilmek ancak süreklilik ile sağlanabilir. Parasal kaynak sağlayan insanlar, yardım örgütleri, bir kurumda üzerinde temiz giysiler, okul gereçleri, önünde bir tabak yemek olan temiz pak bir çocuk görüntüsüyle tatmin olabiliyorlar. Oysa günümüzde pedagogların benimsediği anlayışa göre bir kurum ne kadar iyi olursa olsun ideal çözüm değildir.
Bu konuda izlenecek hizmet programları bir yandan sokak çocuğu olma riski taşıyan yoksul kentli ailelerin çocuklarına dönük, yerinde hizmetleri kapsamalı, diğer yandan halen sokakta yaşamak durumunda kalan çocuklara doğrudan hizmet götürmelidir. Bu hizmetler konut iyileştirme, sağlık hizmetlerinin verilmesi, beslenme yardımları gibi ailelerinden henüz kopmamış çocuklara; mekanlar ve çalışma grupları oluşturarak yemek, yaygın eğitim, rehberlik, iş olanakları, sığınma evleri gibi hizmetler şeklinde de bizzat sokak çocuklarına yönelik planlanabilir. Çocuğu ailesiyle buluşturup aileyi kalkındırmak, kamuoyunu bilinçlendirmeye ve duyarlı kılmaya yönelik lobi faaliyetleri yapmak, ilgili birimler arasında ağ oluşturmak ve insan kaynaklarını iyi yönetmek sorunun çözümünü hızlandırabilir. Aynı amaçla birçok kurumun birbirinden habersiz gayretleri zaman, insan kaynağı ve ‘gönül’ israfına neden oluyor ve sorunun çözümüne ilişkin ümitleri kırabiliyor.
Dünyadaki örneklerinden farklı olarak yurdumuz hâlâ avantajlı durumda. Aile kurumu aldığı birçok darbeye rağmen toplum hayatında önemli bir değere sahip. Yine toplumun değer yargıları, insana ve çocuğa verdiği önem, gelenek ve dinî inançlar başka birçok sorunun çözümünde olduğu gibi bu konuda da en kısa zamanda olumlu sonuçlar alınmasını sağlayabilir.
Paylaş
Tavsiye Et