2006 YILINDA Türkiye’nin dış politikasında ve AB ile ilişkilerinde en önemli meselelerden birinin ‘Kıbrıs’ olacağı pek çok kişi tarafından dile getirilmişti. Nitekim Ocak ayından itibaren bu yöndeki gelişmeleri izlemeye başladık. AB’nin Türkiye’ye Ankara Antlaşması’nı on yeni üyeye genişletmesi yönündeki çağrısının ardından, Rumların bu kozu kullanmak isteyecekleri ve limanların açılması için çeşitli girişimlerinin olacağı aşikârdı. Hükümet, yerinde bir politikayla Rum tarafını zorda bırakmak ve AB’nin daha önce verdiği sözleri tutmasını sağlamak için 24 Ocak’ta Kıbrıs Eylem Planı’nı açıklayarak önemli bir girişimde bulundu. Böylelikle Türkiye, bir yandan yükümlülüklerini yerine getirirken, diğer yandan da adım atma sırasının AB ve Rumlarda olduğunu göstermeye çalıştı.
Hükümetin bu girişiminin Güney Kıbrıs tarafından hoş karşılanmasını kimse beklemiyordu. Amaç, AB ve dünya kamuoyunu kazanabilmek ve Güney Kıbrıs yönetiminin çözüm istemeyen taraf olduğunu tüm dünyaya ispat etmekti. Bu noktada, atılan adımın doğru olduğu, yapılan açıklamalar ve yaşanan gelişmelerle ortaya çıktı. ABD, Rusya, Çin gibi BM Güvenlik Konseyi’nin daimî üyelerinin, yine BM Güvenlik Konseyi üyesi olan ve Ada’da garantörlük hakkı bulunan İngiltere’nin Türkiye’nin girişimine olumlu yaklaşımları bunu teyit eder nitelikteydi.
İngiliz Dışişleri Bakanı Straw’un Mehmet Ali Talat ile makamında görüşmesi ve sonrasında hem Türkiye’de, hem de Avam Kamarası’nda yaptığı açıklamalar Güney Kıbrıslı Rumları çok kızdırdı. AB içerisinde pek çok kişinin, Ada’da bir çözüm olmaksızın Rum Kesimi’nin üyeliğinin gerçekleşmiş olmasının bir hata olduğunu düşünmeye başladığını belirten Straw, Rumların olumsuz tavrının devam etmesi ve Türkiye’nin üyeliğinin engellenmesi halinde bazı ülkelerin Kıbrıs’taki mevcut durumu meşrû kabul edip KKTC’yi tanıyabileceğini ifade etti. Bütün bu gelişmelerin ışığında İngiltere’nin AB, Türkiye ve Kıbrıs politikalarını değerlendirmeye çalışalım.
İngiltere, AB’nin kurucu üyelerinden birisi değil ve Kıta Avrupası ile ilişkilerde özellikle muhafazakârların hâlâ bazı çekinceleri var. Eski sömürge ilişkilerine ve transatlantik bağlarına önem veren İngiltere’nin bu tutumuna Kıta Avrupası’ndan da olumsuz tepkiler geliyor. Zira İngiltere’nin üyelik başvurusu başlangıçta Fransız vetosuna takıldı ve üyeliğin gerçekleşmesi zaman aldı. İngiltere’nin AB vizyonu Fransız-Alman ekseninden farklı bir şekilde daha gevşek bir yapıyı öngörüyor. Daha fazla entegrasyon yönündeki çabalardan uzak durmaya çalışan İngiltere, AB’nin ortak para birimi ‘avro’ ve ortak vize sistemi olan ‘Schengen’in dışında kalmayı tercih ediyor.
Eleştiriler Yön Değiştirdi
İngiltere’nin Türkiye’nin AB üyeliğine olan desteğini bu bilgiler ışığında incelemeye devam ettiğimiz zaman bazı detaylar ön plana çıkıyor. AB içerisinde Türkiye’nin üyeliğine doğrudan karşı çıkan bazı siyasî liderlerin, ülkelerinde ciddi bir kamuoyu desteğine sahip olduğu aşikâr. Türkiye’nin AB üyeliğinin hem siyasî karar alıcılar, hem de kamuoyu düzeyinde neredeyse şartsız şekilde desteklendiği tek ülke İngiltere. İngiltere’nin Türkiye’nin AB üyeliğine bakışı ile ilgili olarak ülkenin önde gelen üniversitelerinden birinde yapılan bir araştırmaya göre, bütün partiler ve önemli medya organları Türkiye’nin üyeliğine taraftar. Bu durum, başka bir AB üyesi ülke için söz konusu değil. Ayrıca bu destek noktasında başka pek çok ülkede gündeme gelen kültürel farklılık vurgusu da İngiltere’de gözükmüyor. İngiltere’de, Kıta Avrupası’nda yabancı ve Türk nüfusunun çok bulunduğu ülkelere nazaran Türklerin yabancılar arasında sadece %2,2 oranında olmaları ve Türkiye karşıtı lobi yapan Ermeni ve Kürt gruplarının da zayıflığı kamuoyu desteğini açıklayıcı faktörler olarak vurgulanıyor. Bu destekte jakoben bir laiklik anlayışından uzak İngiltere’nin, ülkedeki Müslüman azınlıklara baskı uygulamayan genel siyasetinin yansımalarını da bulmak mümkün.
Yukarıda bahsi geçen kültürel unsurların yanında birtakım stratejik sebepler de İngiltere’nin, Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemesinin nedenleri arasında yer alıyor. Bu stratejik nedenlerin arasında, İngiltere’nin geniş AB vizyonu, çok kültürlü bir yapının özellikle 11 Eylül sonrasındaki kutuplaşmaları ortadan kaldırmada önemli bir rol oynayacağına olan inanç, Orta Doğu ve Kıbrıs’ta AB üyesi bir Türkiye ile İngiltere’nin stratejik çıkarlarının daha iyi korunacağına yönelik beklenti ve hem Türkiye’nin, hem de İngiltere’nin transatlantik bağlarının güçlü olması öne çıkıyor. Tüm bu faktörler ışığında Türkiye’nin AB üyeliğine olan tam desteği nedeniyle İngiltere, Türkiye’nin AB’deki müttefiki olarak tanımlanıyor.
İngiltere’nin Türkiye’ye olan bu desteği hem 2005’in ikinci 6 ayındaki dönem başkanlığı, hem de son dönemdeki Kıbrıs ile ilgili gelişmelerde bir kez daha ortaya çıktı. Türkiye ile müzakerelerin başlatılması her ne kadar kolay olmadıysa da, imtiyazlı ortaklık şartının Müzakere Çerçeve Belgesi’ne girmemesinde İngiltere’nin dönem başkanı olması Türkiye’nin işini kolaylaştırdı. Kıbrıs’ta son dönemde tanık olduğumuz Straw ile Papadopulos-Yakovu ikilisi arasındaki söz düellosu, daha önce 3 Ekim’de müzakerelerin başlatılmasına ramak kala Kıbrıs’la ilgili pazarlıklarda da kendini göstermişti. Straw’un Türk ve KKTC’li yetkililerin mesajlarını AB toplantısında savunması, Yakovu’yu daha o zaman kızdırmıştı. Kıbrıs sorununda eskiden beri Türk tezlerine çok uzak durmayan İngiltere’nin son dönemdeki tavrı hem genel dış siyasetinin, hem de ülke içindeki Türkiye ile ilgili atmosferin bir yansıması. Bu bakımdan, yıllardır Kıbrıs konusunda eleştirilen taraf olmaya alışan Türkiye, gerek son dönemde yapılan açılımlar, gerekse de İngiltere’nin açık desteği sonrasında, Rumların çözüm istemedikleri için eleştiriliyor olmasına şaşırmamalı.
Paylaş
Tavsiye Et