11 EYLÜL’DEN sonra Batılılar ile Müslümanlar arasında ortaya çıkan gerilimi çok net bir şekilde gözler önüne seren karikatür krizi, çok yönlü okumayı gerektiren bir dönüm noktası olarak önümüzde duruyor. Guantanamo’daki esirlerin durumu ve CIA’in gizli hapishaneleri gibi ABD’nin terörle mücadele çerçevesindeki bazı uygulamalarını eleştiren Avrupa, bünyesinde yaşayan 15 milyon Müslüman’a karşı gittikçe olumsuzlaşan bir tavır takınmaktan geri durmuyor. 30 Eylül’de Danimarka’nın sağ görüşlü gazetesi Jyllands-Posten’in Hz. Muhammed’i aşağılayan ve Müslümanlar hakkındaki önyargıları tekrarlayan 12 karikatürü yayımlamasının tetiklediği bu kriz, söz konusu tavrın bir uzantısı olarak değerlendirilebilir.
İlk yayımlandığında sadece Danimarkalı Müslümanların tepkisiyle karşılaşan 12 karikatürün İnternet vasıtasıyla tüm dünyaya yayılması ve küçük bir Evanjelik-Protestan Norveç gazetesi olan Magazinet’in 10 Ocak’ta bunları yeniden yayımlamasının ardından gelişmeler bir anda uluslararası bir soruna dönüştü. Müslümanların karikatürlere yönelik tepkileri büyürken; Almanya, Fransa, İtalya ve İspanya’nın önde gelen gazetelerinin ifade özgürlüğünü savunmak adına bu karikatürleri 1 Şubat’ta tekrar yayımlaması gerginliği daha da tırmandırdı. İslam dünyasında Avrupa karşıtı gösteri dalgası başladı; bu gösteriler sırasında İran, Suriye ve Lübnan’daki Danimarka konsoloslukları saldırıya uğradı. İngiltere’de yaşayan Müslümanlar Londra’da kitlesel gösteriler düzenleyerek karikatürleri protesto ettiler.
Karikatürleri yayımlayarak krizin büyümesine sebep olan Avrupa basınının tutumu, siyasete de yansıdı. Avrupalı politikacılar, son dönemde ABD ile Orta Doğu’da işbirliğine yönelen Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ve Başbakan Tayyip Erdoğan ile birlikte medeniyetler arası ittifak girişimi başlatan İspanya Başbakanı Jose Zapatero hariç, karikatürlere gösterilen tepkilere karşı ifade özgürlüğünü ön plana çıkardılar. Bu noktada İngiltere, Kıta Avrupası’ndan farklı olarak karikatürlere çok sert tepki gösterirken; hiçbir İngiliz gazete ve dergisi karikatürleri yayımlamadı. Atlantik’in öte yakasında da durum farksızdı. Bush yönetimi karikatürlerin kabul edilemez olduğunu açıklarken; The New York Times, The Washington Post, The Boston Globe ve Los Angeles Times gibi ana akım Amerikan gazetelerinde karikatürler yer almadı. Kanada’nın en büyük gazetesi The Globe and Mail de karikatürlere yer vermemeyi tercih ederken; Ocak ayındaki seçimleri kazanarak ikitidara gelen muhafazakâr başbakan Stephen Harper da karikatürleri eleştirdi. Her iki ülkede de karikatürler tirajı düşük gazetelerde yayımlandı.
Anglo-Sakson basınının, ifade özgürlüğünü savunması ve Müslümanların protestolar sırasında şiddet sergilemelerini eleştirmesine rağmen, kendi kendini sınırlayan tavrı benimseyerek karikatürleri yayımlamaması, Kıta Avrupası medyasının tepkisini çekti. Anglo-Sakson medyasındaki bazı kalemler de bu yönde tavır sergileseler de köşe yazarlarının çoğu editörlerin aldığı bu kararı destekledi. Yapılan analizlerde, hem Batı’da yaşayan Müslümanlar arasında hem de Müslüman ülkelerde karikatürlere sert tepki gösterilmemesini savunan görüşlerin varlığından hareketle, krizin sadece Batılılar ile Müslümanlar arasında değil, ılımlı ve aşırı Müslümanlar arasında yaşandığı vurgusu ön plana çıkarıldı. Bu yorumlardan örnekler vererek konuyu biraz açalım: Uluslararası ilişkiler analizleri dikkatle takip edilen ABD’nin muhafazakâr gazetesi The Christian Science Monitor, 10 Şubat tarihli başyazısında “Bu küçültücü karikatürlere yönelik protestoların, kendilerini devirmek ve bütün Müslümanları birleştirme eğiliminde olan cihatçılardan daha kuvvetli İslam savunucuları olarak görünmek isteyen Arap liderler tarafından kasıtlı olarak körüklendiğini” ileri sürüyordu. Gazeteye göre “Orta Doğu’nun yüzlerce yıl geçmişte kalan İslam birliğine dönüp dönmeyeceğine dair Müslümanlar arasında devam eden uzun mücadelede Batı’nın birçok eylemi sadece bir çalım işlevi görmekte, Danimarka gazetesinde yayınlanan karikatürler büyük bir oyunda sayı almanın bahanesi olarak kullanılmaktadır.”
İngiltere’nin önde gelen liberal-sol gazetesi The Guardian’ın köşe yazarlarından ünlü İngiliz tarihçi Timothy Garton Ash, 9 Şubat tarihli “Medyamız Müslümanlara birbirleriyle tartışma şansını vermeli” başlıklı makalesinde, kitlesel göçler ve küreselleşmenin getirdiği iletişim kolaylığı sayesinde halkların ve kültürlerin fizikî olarak karıştığını, böylesi bir ortamda hem Müslümanların hem Müslüman olmayanların kendi radikallerine karşı seslerini yükseltmeleri gerektiğini yazıyordu. Ash’a göre “Gerçek bölünme çizgisi her iki taraftaki ılımlılar ile radikaller arasında; Müslüman olsunlar ya da olmasınlar, sağduyu ve diyalogdan yana erkekler ve kadınlar ile Ebu Hamza (İngiltere’deki vaazlarında nefret aşıladığı gerekçesiyle mahkum edilen radikal imam) ya da Nick Griffin (ırkçı İngiliz Ulusal Partisi lideri) gibi nefretten yana erkekler ve kadınlar arasında” çizilmekteydi. BBC’nin Newsnight programında Londra’daki protesto gösterilerini düzenleyen grup liderinden biri ile gösterilerdeki radikalleri eleştiren iki Müslüman kadın arasında yaşanan tartışmaya dikkat çeken Ash, birbirleriyle tartışabilmeleri için İngiliz medyasının Müslümanlara bu tarz özgür platformlar sunması gerektiğinin altını çiziyordu.
Örneklerimizi Amerika’nın haftalık cumhuriyetçi dergisi The Weekly Standard’ın 20 Şubat tarihli sayısında yayımlanan Marc Gerecht imzalı makale ile bitirelim. Gerecht “Ilımlı İslam’ın Tasfiyesi” başlığını taşıyan yazısında Amerikalı politikacıların karikatür krizini ABD’nin Müslümanların gözündeki imajını düzeltmek için kullandığını iddia ediyordu. Terörle mücadelede Müslümanların desteğini kazanmak için, tıpkı diğer peygamberler gibi Hz. Muhammed’in de karikatürünün çizilebileceğini savunan liberal ve ilerici Müslümanları yok sayan Bush yönetiminin tutumunu eleştiren Gerecht, bu politikanın işe yaramayacağını belirtiyordu. Gerecht’e göre terörle savaşı kazanmanın yolu, bir yandan liberal ve ilerici Müslümanları güçlendirmek, diğer yandan da ilk etapta iktidara İslamcılar gelecek olsa bile Orta Doğu’daki demokratik seçimleri desteklemekten geçiyordu.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından eski sömürgelerindeki Müslümanları geçici işçi olarak topraklarına çağıran ancak onların geri dönmeyip Avrupa’nın kalbine yerleşmeleri üzerine farklı medeniyetleri dışlamaya dayalı tarihî tecrübesiyle yüzleşmek zorunda kalan Batı, bu yüzleşmeyi mümkün olduğunca geciktirmeye çalışıyor. Batı’nın kendi içindeki bir sorunu çözmek için ben-merkezci anlayışını sorgulamak yerine Müslümanlar arasındaki tartışmaları öne çıkararak topu taca atmaya çalışması, gittikçe artan gerilimi tırmandırıyor. The Washington Post’tan Anne Applebaum’un 8 Şubat tarihli yazısında dile getirdiği gibi, yavaş da olsa İslam dünyası Batı’nın dine farklı şekilde saygı gösterdiğini; Batı’da Müslümanların basın dünyası ve resimleri farklı algıladığını öğreniyor. Umarız bu bilgi, Müslümanlar ile Batılılar arasında karşılıklı saygı ve anlayışa dayalı bir ortamın oluşmasını kolaylaştırır.
Paylaş
Tavsiye Et