ŞEMDİNLİ’YE dair bir yazıda en son söylenecek sözü baştan söyleyelim: Susurluk, Şemdinli, Sauna olayları gibi vesilelerle yüzünü gösteren devlet içi örgütlenmeler ve hesaplaşmalar konusunda, doğrudan taraf olmayan siyasî iktidarın elindeki bilgi, yap-bozun bir veya birkaç parçasından ibaret görünüyor. Fakat siyaset meydanında arz-ı endam eden hükümet, bu oyunu oynamaya baştan karar vermiş sayılacağı için, üzerine düşeni yapmak zorunda. Bu hesaplaşma ortamında aktif bir aktör olarak bulunmayan AK Parti Hükümeti, eline tutuşturulan yap-bozu muhtemelen Mayıs 2007 öncesine kadar tamamlayamazsa, Çinlilerin deyişiyle “ilginç zamanlara” kalabilir. Üstelik hükümetin bu konuda “bozan yapsın kardeşim” deme alternatifi de bulunmuyor.
Devlet İçin, Devlet Tarafından, Devlete Rağmen
Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi, biraz da merkezinde devlet denen soyut kavramın yer aldığı mücadelelerin tarihidir, desek herhalde yanlış olmaz. Ancak devlet kavramı etrafında yürütülen tartışma ve çatışmalarda rol alan aktörler çoğu zaman öylesine iç içe geçiyor ki; bırakın sade vatandaşı, memlekete hükümetlik eden siyasî aktörlerin bile, vaziyeti vazıh kılması mümkün olmuyor. Zira Türkiye’de “devlete karşı olanlar” ile “devlet hesabına çalışanlar”, “devlete sahip çıkanlar” ile “devleti ele geçirmek” isteyenler hemen hemen aynı yöntemleri kullanarak iş bitiriyor. Hatta üçüncü bir aktör olarak, esas alanı devlet olmayan ama zaman zaman lojistik niteliğiyle çatışmaya dâhil edilen mafya tipi örgütlenmeler, iş bitirme tarzı bakımından ilk iki gruptan pek farklı sayılmaz.
Aslında buraya kadar çizilen çerçeve, bundan sonra çizilecek olanın yanında basit kalır. Çünkü vatan ölçeğinde düşünüldüğünde, ortada Junior Bush’un küresel ölçekte yaptığı “iyiler-kötüler”, bende(n) olanlar-olmayanlar ayrımı kadar çocukça bir farklılık var: Devletin düşmanları ve devletin sevenleri. Meseleye dışarıdan bakan sade vatandaşın ve çoğu zaman meselenin dışında kalan siyasal aktörlerin zihnini allak bullak eden daha karmaşık durum ise, devletini sevenlerin düşmanmışçasına birbirlerine girdikleri anlarda yaşanır. Hele hele vatanperver medya -ki o da devletini sevmektedir!- coşkulu bir gayretle niza ateşine odun yetiştirmeye başlarsa, vadi, tam da kurtların sevdiği dumana boğulur; olan, vatana-millete olur.
Yakar Top Kimin Kucağında?
Anlayış’ın Ocak sayısında Mücahit Küçükyılmaz “Hükümetin 2006 falı”na bakarken, 2006 başından 2007 Mayısı’na kadar olan zaman dilimini hükümet için “kritik eşik” olarak nitelemiş ve “iktidarı, direndiği ölçüde sertleşecek saldırılar ve kuşatma operasyonlarının beklediğini” söylemişti. Ona göre asıl kaygı duyulması gereken nokta, siyaset kurumunun bizzat siyaset içi aktörler üzerinden yıpratılması ve toplumun buna razı hale getirilmesiydi:
“Yeni cumhurbaşkanını bu meclis seçmemeli” sloganına sarılan “istemezük” çevresinin 2006 yılının başından itibaren, içinde bolca sandık, baraj, meşruiyet geçen cümleler kurarak gündem oluşturacaklarını tahmin etmek zor değil. Tahmini zor olan, bu gündemi oluştururken ne tür yolların kullanılacağı ve amaca ulaşmak adına siyasetin istikrar-itibar tartışmalarının yapıldığı kaygan bir zemine çekilip çekilmeyeceği… AK Parti için asıl sorun, kendisine iktidar olma niceliğini ve niteliğini sağlayan iki unsuru göz ardı etmektir: Grup dinamiği ve toplumun talepleri.
Hatırlanacak olursa, 3 Kasım 1996’da Susurluk yakınlarında meydana gelen kaza, “fasa fiso” olmak bir yana, Refah-Yol Hükümeti’ni deviren sürecin başlangıcı olmuştu. Siyasî iktidarın, küçümseme amaçlı değil ama, belki de kendisinin üstünde bir durum olduğunu düşündüğü için Susurluk skandalını görmezden gelmesiyle, ülke provokasyonlarla dolu bir dönem yaşamış; ardından 54. Hükümet, 28 Şubat 1997’de fiilen, 4 ay sonra da resmen düşmüştü. Susurluk sonrasında yapılan tartışmalarda, devlet içinde yer alan iki kurumun istihbarat birimlerinin yine devlet hesabına faaliyet gösterirken karşı karşıya geldikleri ve arada sırada kendi hesaplarına da çalışıverdikleri dile getirilmişti. Tabii, bunlar anlaşıldığında 54. Hükümet çoktan pılı “parti”yi toplamak zorunda kalmıştı bile.
Bugüne gelindiğinde ise Şemdinli olayı, biraz gürültü kopardıktan sonra unutulup gidecek bir kıratta olmadığını gösterdi. Hatta üzerinden geçen 5 aydan sonra Şemdinli tartışmaları, gittikçe artan bir şekilde gündeme ağırlığını koyuyor ve bir yakar top gibi AK Parti Hükümeti’nin kucağında bırakılmak isteniyor. Ancak başlarda, “ucu nereye ve kime dokunursa dokunsun…” diye başlayan çıkışlar yapan siyasîlerin şimdiki tavırlarında bir ikirciklenme mi var, ne? Hatta bunların başında gelen ana muhalefet partisi CHP’nin lideri Baykal, Van Savcısı’nın iddianamesini “TSK’ya sivil darbe girişimi var” feryadıyla karşıladı. Baykal’ın partisinden Hakkari Milletvekili Esat Canan, iddianamenin içeriğini “doğru tespitler” şeklinde yorumlarken, liderinin bu âni manevrası karşısında kapıldığı ümitsizliği “Şemdinli olayları artık açığa çıkmaz” cümlesiyle gösterdi.
Paşa’nın İyi Çocuğu
Şemdinli olayları konusunda ilk anda heyecanla olayı ‘aydınlatma’ iradesi belirtenlerin tavır değişikliğine neyin neden olduğu sır değil. Müstakbel Genelkurmay Başkanı Mehmet Yaşar Büyükanıt’ın, bombalama olayı konusunda şüpheli Astsubay Ali Kaya hakkında bulunduğu “tanırım, iyi çocuktur” şehadeti, baştaki kahramanca tavırların gözden geçirilmesine yol açtı. Ardından Şemdinli’nin laneti, zaten Yücel Aşkın olayında adı ‘not edilmiş’ olan Savcı Ferhat Sarıkaya’yı, “Paşa’nın adını veren” Diyarbakırlı işadamı M. Ali Altındağ’ı, bilgileri savcıya ulaştıran AK Partili Komisyon Başkanı Musa Sıvacıoğlu’nu ve “hırsız içerdeyse kilit işe yaramaz” diyen Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’u sırasıyla buldu. Bütün bunlar olurken, nedense hiç kimse Şemdinli olaylarının açığa kavuşturulması konusunda Genelkurmay’dan, alışıldığı üzere, bir ‘kararlılık bildirisi’ beklemedi; zaten gelmedi de. Üstüne üstlük Genelkurmay’ın Büyükanıt hakkındaki suçlamalara, karşı suçlama ile cevap vermesi daha önce gözden geçirilen kahramanca tavırları hepten sildi süpürdü.
Sahi Orgeneral Büyükanıt, az kalsın kendisini sanık yapıverecek o şehadeti niye getirdi? “Tanık olmak sanık olmaktan iyidir” diyen Paşa, şimdilik sadece büyük tanık olarak kalacak gibi görünüyor. Son bir soru: O çocuk hâlâ iyi mi?
Paylaş
Tavsiye Et