Kayhan Kalhor, Erdal Erzincan
Yapım: ECM, 2006
Geleneğin Yaratıcılıkla Buluşması: The Wind
Hani bazı markalar ürünle özdeşleşmiştir ya. Hatta özdeşleşmekle kalmayıp birer özel isimken o ürünün cins ismi hâline gelmişlerdir. Margarinle, tıraş bıçağıyla, deterjanla özdeşleşen markalardan söz ediyorum. Halkın arasında ürüne kendi adını verecek kadar benimsenmenin son örneklerinden biri müzikle alakalı ve dünya çapında geçerli. Sektöre çok sonradan giren bir marka, o kadar başarılı bir ürün çıkarmıştı ki “mp3 çalıcı” adı, yerini “iPod” kelimesine bıraktı.
Müzikte buna benzer başka bir özdeşleşme daha var; iPod örneği kadar yaygın değil ama var: ECM. Bir plak şirketinin adı bu. Ama zamanla ilkin bir saygınlık, ardından da bir müzik türü hâline geldi ECM.
Almanya kökenli bir şirket bu. Kurulduğu yıllardan itibaren asla değişmeyen bir yayın ilkesi var: Zamane (contemporary) müziğinin en iyi, en has, en yüksek düzeyli örneklerinin dışında hiçbir şey basmamak! Hak edilmiş bir başarıdan söz ediyoruz yani.
O yüzden ECM demek, zamanımızda hem klasik müziğin, hem caz müziğinin, hem de çağdaş sanat müziğinin en seçkin örnekleri demek.
ECM’de Bir Türk
Öyleyse aforizmamızı patlatalım: Bana hangi ECM’leri dinlediğini söyle, sana kim olmadığını söyleyeyim.
Bir ECM plağı az basılır, has basılır; az satılır ama pahalı satılır. Buradaki has baskı ifadesini lâfın gelişi saymayın. Çünkü ECM’ninki gibi ince ayrıntılı bilgiler barındıran, harika fotoğraflar ve nefis kapaklarla bezenen, fevkalâde şık tasarlanan ve itinayla basılan bir başka kitapçık göremezsiniz. İyi işleri yayınlayan, işini iyi yapan ve üst düzey müzikal zevke seslenen bir firma, daha doğrusu bir müzikal anlayışın adıdır ECM.
Ve nihayet bu en saygın plak şirketinin kataloğunda bir Türk’ün de adı var: Erdal Erzincan!
Bu işten sahiden anlayanlara göre Türkiye’nin AB’ye girmesi kadar mühim sayılan bu başarıda, Erdal Erzincan’ın bir de ortağı var: Kayhan Kalhor. O da İranlı. Albümün adı da The Wind/Rüzgar... Yahut Kayhan Kalhor’un söyleyişiyle Rüzigâr.
İrticalenin Sihri
Arif Sağ’ın talebesi Erdal Erzincan 5 bin yıllık çalgımızı, milli çalgımız bağlamayı konuşturuyor albümde; Kayhan Kalhor ise kemençeyi. İkiliye divan bağlamada Ulaş Özdemir eşlik etmekte. Kalhor’un uluslararası standartlarda yayımlanan üçüncü albümü bu, Erzincan’ınsa ilk. Ama gökten zembille inmek buna dense gerek.
12 parça barındıran albüm, Gazel (Ghazal) grubuyla birlikte seslendirdiği The Rain ile popüler bir müzisyen hâline gelen Kalhor ile Erzincan’ın ilk buluşması. Aynı zamanda Türk ve İran müziklerinin yıllar sonraki kavuşması. Her kavuşma kadar sevinç ile hüznü, hasret ile tutkuyu harmanlamış. Dolayısıyla müzikler de öyle.
Türk ve İran müziklerinin, kulağa bazen çok bilindik, bazen de değişik izlenimler bırakan örnekleri var albümde. Her iki ülkenin de hem klasik, hem de halk müziklerini aynı anda sentezleyerek barındırdığına göre The Wind, nasıl oldu da bunca titiz yayın ilkelerine sahip ve o kıratta da yaratıcı sanat kaygısı taşıyan ECM’den çıkabildi? Öyle ya, piyasada bu tür sentezleri önceleyen; otantik çalgılarla icra edilmiş geleneksel müzik yayını alanında uzman bunca “world music” şirketi varken...
İşte mesele de bu. Yani The Wind, o tür şirketlerden çıkan yüzlerce, hatta binlerce albümden çok daha başka bir özellik de barındırıyor da onun için: Yaratıcılık. Daha çok doğaçlamalarda, yani zaten bizim müziğimizin en ayırt edici vasıflarından birinde. İşte bu yüzden albüm, şimdiden çağdaş müziğin klasiklerine aday dense yeri.
İlk kez Türkiye için Türkçe baskıyla çıkan albümün, ilginç başka bir özelliği daha var: ECM albümleri ülkemizde ortalama 35 ilâ 100 YTL arasında fiyatla satılır. Ama The Wind özel bir fiyatla satılıyor: 15 YTL. ECM beherimize “Artık şaheserlere bu sefer ihmalkâr davranmayın!” demek istiyor sanki. / Hasanali Yıldırım
Tavsiye Et
Coleman Hawkins
İstanbul: TIM, 2001
Külliyat Şart
Edebiyatla bir okur düzeyinde ilgilenmeyi aşanların bildiği bir ilke vardır: Bir yazarı tanımak demek, asla en çok satan yahut da en iyi eserlerini okumak demek değildir. Bir yazar, ancak külliyatıyla kavranabilir. Düşünürler için de, dahası insan bilimlerinin pirleri için de aynen geçerli bir ilke bu.
Peki ya müzikte?
Hem de nasıl! İster icracı olsun, ister besteci, özellikle ölümü sonrasında bütün çalışmaları yayınlanmış müzisyenler için külliyat şart. Hele sözünü ettiğimiz Coleman Hawkins gibi, adını caz tarihinin en önemli sayfalarına kazımış, 100 civarında albüme imza atmış bir isimse bu hem şart, hem de zor. Özellikle de müzisyen olmayanlar için. O zaman da koleksiyoncuların pek itibar etmedikleri bir tarz devreye girmek zorunda: Toplamalar!
Coleman Hawkins’in toplam 10 albümden müteşekkil ve Coleman Hawkins 10 CD Set adıyla piyasada bulunabilecek bu derleme, saksafoncunun bütün müzikal kariyerinin belli başlı ayaklarını kapsamakta.
Cazda Saksafonun Babası
Önemli de. Şunun için: Hawkins hem klasik cazın, hem ana akım cazın, hem bebop’un, hem swing’in, hem de cazın içindeki mühim ana alt akımlardan big band’in, aynı anda temsilciliğini üstlenmiş nadir bir isim. “Caz tarihinin en büyük üç saksafoncusu hangileri?” sorusunu cevaplayan bir cazsever, Hawkins’in adını ihmal ederse ona hoş gözle bakılmaz. Çünkü ne de olsa caz tarihçilerinin çoğunun “caz saksafonunun babası” saydıkları bir isim söz konusu. Çünkü tenor ve bas saksafonun yanında klarnette de üstad kabul edilen biri.
Çok genç yaşta, henüz 10 yaşındayken müziğe ve 16 yaşındayken profesyonel kariyerine başlayan Hawkins, o dönemdeki zenci cazcıların çoğu gibi alaylı olmayan biri. Washburn Koleji’ndeki armoni ve kompozisyon dersleri aldığı yıllarda, üflemenin dışında piyano, viyolonsel ve çello da çalıştı. Büyüklü küçüklü birçok grupla çalan Hawkins, yaklaşık on yıl süreyle Fletcher Henderson Orkestrası’nda çaldı.
Akorların değişimine getirdiği yenilikle müzik tarihine geçen Hawkins’in en ünlü parçaları, tabii bu arada “Body&Soul”, “Night and Day”, “Angel Face”, “My Blue Heaven” gibi hitler de bu toplamanın mündericatında.
Derinden Gelen Bir Nefes
Bir icracının hakiki çap ve ebadı, eşlik sırasında değil de solo atmalarında görülür. Hawkins’in sololarının ihtişamını en “damardan” veren parçalardan biri niteliğindeki “Body&Soul”, başka bir açıdan da tarihî bir öneme sahiptir. Hawkins’ten önce saksafon, orkestrada ritm boşluğunu dolduran bir aletti. Onun çalışıyla birlikte saksafon bir vodvil enstrümanı olmaktan çıkmış, deyim yerindeyse kendi solo kariyerine başlamıştır. İşte bu kariyerde “Body&Soul”ün yeri büyük...
John Coltraine ve Sonny Rollins gibi iki deve de ilham kaynaklığı etmiş Hawkins’in toplam 196 parçasının, başka bir ifadeyle cazın en önemli kaynaklarından birinin hazinesi sayacağımız TIM adlı şirketin yayınladığı bu toplama, bir bakıma diskoteğinizin zenginleşmesi için de bir fırsat. Ekonomik açıdan da. Çünkü toplamayı, şu an akıl almaz bir fiyata piyasada bulabilirsiniz. / Hasanali Yıldırım
Tavsiye Et