HAZİRAN ayında Beyaz Saray Sözcüsü Tony Snow, Irak’la Güney Kore arasında bir benzerlik kuruyor ve ABD’nin 50 sene daha Irak’ta kalacağını söylüyordu. ABD’nin şu anda Irak’taki durumunu anlamak için farklı dinamiklere bakmak, fakat hesapları birkaç on yıl daha sürebilecek bir işgale göre yapmak gerekiyor. ABD’nin bölgedeki durumunu askerî açıdan, iç siyaseti açısından ve Irak siyasetinin neresinde durduğu açısından olmak üzere kabaca üç düzeyde ele alabiliriz. Her üç açıdan da ABD’nin durumu pek iç açıcı görünmüyor; ancak yenilmekte olduğu da söylenemez. Şu aşamada ABD’nin elindeki imkanları büyük ölçüde heba ettiği, önünü açabilecek yaklaşımları birer birer tükettiği aşikar. Ancak 168 bini resmî asker olmak üzere 350 bin kişilik bir güçle başka bir ülkeyi işgal altında tutan bir ülkenin askerî olarak yenildiğini söylemek fazla iyimserlik olur. Ayrıca “ABD Irak’tan çekiliyor” ifadesine de her zaman temkinli yaklaşmak gerekiyor. Çekilmeden bahseden bütün projeler aslında asker sayısını azaltmayı içeriyor, tamamen çekilmeyi değil. Dolayısıyla kısa vadede ABD’nin Irak’tan çekilmesi söz konusu değil, sadece ‘çekilme’ adı altında farklı asker azaltma seçenekleri değerlendiriliyor.
Askerî açıdan bakıldığında ABD, Irak’ta işgalin başından beri bulundurduğu en fazla asker sayısına ulaşmış durumda. Demokratlar Kasım’da Irak’tan çekilme sözüyle seçimden galip çıktığında Irak’taki toplam ABD askeri sayısı 130 bin civarında idi. Bush’un “yeni Irak stratejisi” adı altında 2007 başında gönderilmeye başlanan takviye askerî birlik sevkıyatının Haziran’da tamamlanmasıyla bu sayı 168 bine ulaştı. Bir önceki Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in “yeni çağın ordusu”nu yaratma kaygısı ile her tür teknolojik teçhizatla donatılmış az sayıda asker bulundurma stratejisi Irak’taki başarısızlığın sebebi olarak görüldü. Rumsfeld’in yerine realistlere yakın eski CIA’ci Robert Gates’in gelmesiyle bu strateji değişerek yeniden konvansiyonel taktikler uygulanmaya başlandı. Bu çerçevede askerî inisiyatifi ele alan “terörle mücadele” uzmanı Orgeneral David Petraeus Irak’taki birliklerin başına geçerken, Gates’in etkisiyle istihbarata da özel önem verildi. Tam da bu dönemde Irak’ta istihbarat örgütlerinin bile özelleştirilmiş olduğunun ortaya çıkması rastlantıdan ibaret değil. Rumsfeld belki yeni çağın ordusunu yaratamadı ama yeni çağa uygun, kiralık katillerden oluşan paralel bir özel ordu yaratmayı başardı. İstihbarattan işkenceye, korumadan askerî sevkıyata kadar her işi yapan özel ordunun asker sayısının 30 bin kadarı fiilî savaşçı olmak üzere 180 binleri bulduğu iddia ediliyor. Öldürüldüğünde sivil kayıp sayılan, yakalandığında hesap verme zorunluluğu olmayan, Kongre’ye de hesap vermeyen bu özel ordunun bir parçası, geçtiğimiz günlerde 11 sivili katleden Blackwater. Ancak hepsi bundan ibaret değil. Blackwater’la benzer işleri yapan onlarca firma mevcut Irak’ta.
Tekrar takviye birliklere dönersek, bu birliklere askerî bütçeden para ayırma yetkisine sahip olmayan Bush, Demokrat ağırlıklı Kongre’de yeni stratejiye maddi destek karşılığında Irak’ta yapılması gerekenleri içeren 18 maddelik bir şartnameyi kabul etmiş, Kongre’ye şartları Eylül’ün ortasına kadar yerine getireceğine söz vermişti. Eylül ayının askerî açıdan önemi işte tam da bu hesap verme döneminin gelmiş olmasıydı. Bush’un kabul ettiği şartnameye göre 18 şartın bağımsız kurumlara göre ancak 3’ü, Beyaz Saray raporuna göre ise 9’u yerine getirilmişti. Buna göre Demokrat egemenliğindeki Kongre artık para vermeyecekti. Böylece ABD de Irak’tan geri çekilecekti. En azından uzaktan bakanların izlenimi bu yöndeydi.
Ancak çekilmeyi bekleyenleri yine yanıltmayı başardı Bush. Kanun gereği Kongre’ye sunduğu 15 Eylül raporunda çekilmekten değil, kademeli bir asker azaltımından söz etti. Buna göre Eylül sonunda dönecek olan 2.200 deniz piyadesinin turnesi yenilenmeyecek, yıl sonuna kadar çekilen asker sayısı ise 5.700’ü bulacak. Temmuz 2008’e kadar da toplam asker sayısının 132 bine çekilmesi bekleniyor. Daha fazla askerin çekilip çekilmeyeceği ise Irak’taki durumun Mart ayında General David Petraeus ve Büyükelçi Ryan Crocker tarafından yapılacak değerlendirmeye bağlı olacak. Ancak ABD ordusunun insan kaynağı tükenmek üzere. Bush’un elinde asker kalmadı ve bu kısmi çekilme zorunlu hale geldi. Daha önce askerlerin ülkede kalma süresini azaltmış olan Bush yönetimine, bu bile çözüm getirmedi. Bush’un dışında kalan diğer Cumhuriyetçi başkan adayları da bu çerçeveyi üç aşağı beş yukarı destekliyor. Cumhuriyetçilerden sadece seçilme şansı olmayan bir liberteryen aday tamamen çekilmeyi savunuyor. Demokratlara gelince, orada da farklı bir durum yok aslında. Şansı olan adayların tamamı kademeli asker azaltımından yana. Adaylar arasında bu konuda ciddi bir planı olan sadece merkeze yakın iki kişi var: Hillary Clinton ve Joseph Biden. Clinton Irak’ın üçe bölünmesini ve gevşek konfederasyonu savunurken, Irak’ta minimum 30 bin askerin kalmasını istiyor. Clinton planının icra işini ise Bosna’yı üçe bölen Dayton Anlaşması’nın da mimarı eski Dışişleri Müsteşarı Richard Holbrooke üstleniyor. Biden ise benzer bir planı CFR adlı en etkili düşünce kuruluşunun başkanı Leslie Gelb’le birlikte hazırlamış. Biden planı da fiilî bölünmeyi içeren bir konfederasyonu savunuyor. Buna göre Irak’ta kalacak olan ABD birlikleri Kuzey’e çekilecek ve buranın Türkiye ve İran’a karşı güvenliğini sağlayacak. Biden’ın asıl planı ise Holbrooke’un yerine Clinton yönetiminde dışişleri bakanı olmak.
Siyasi açıdan baktığımızda ise hem Irak’ta hem de ABD’de sıkıntılar var. Bush şu ana kadar sürdürdüğü başkomutanlık görevinde iktidarının sınırlarını giderek daha fazla zorlayarak egemenlik alanını sürekli genişletti. Karar alma konusunda tam bir egemen olarak davranan Bush, 11 aydır Demokratların istediği hiçbir şeyi yapmadı. Bu nedenle son 15 Eylül raporunda Kongre karşısına çıkamayan Bush, Petraeus’u öne çıkardı. Bunun işaret ettiği şey ise 2. Dünya Savaşı’ndan beri ilk defa bir askerin siyasi sorumluluk üstlenmesi, siyasilere kendi stratejini kabul ettirmesiydi. Egemenliğin sınırlarında dolaşan Bush’un sorumluluğu Petreaus’a aktarması uzun vadede askerin siyasetle ilişkisinin yönünü değiştirebilir. Bu ise ABD’de askerî darbe ihtimalini bile gündeme getirebilir.
“Irak’ta zafer, siyasi uzlaşma” diyen Bush için Irak’ta da işler pek iç açıcı görünmüyor. İşgalden bu yana hemen her kesimle diğerlerine karşı iş tutan ABD’nin siyasi ortak olarak güvenilirliği sıfıra inmiş durumda. PKK yüzünden Türkiye ile, hemen her konuda Suriye ve İran’la, göçmenler ve kaçak yabancı savaşçılar nedeniyle Ürdün’le sıkıntı yaşayan ABD, son çare olarak Sünni ülkeler+İsrail formülünü deneyecek gibi görünüyor. Ülke içinde Baasçıları tamamen tasfiye eden ABD, Şiilerin hemen tüm gruplarıyla farklı zamanlarda işbirliği yaptı. PJAK ve PKK yüzünden Barzani ile de sorun yaşayacağının sinyalleri gelmeye başladı. Irak’taki varlığını Kürt ve Şii desteğine bağlamış olan ABD, en son Anbar’da başarılı olmak için Sünni aşiretlerle iş tuttuğunun ve eski Başbakan Şii İyad Allavi ile darbe için görüştüğünün ortaya çıkması üzerine Şiilerin de desteğini kaybetti. Kısacası ABD’nin şu anda güvenebileceği tek Iraklı unsur Kürtler. Onların da ABD’yi desteklemesi bölgedeki diğer dengelere bağlı. Tüm bu kirlenmişliğini ve sıkışmışlığını aşmaya çalışan ABD iki yol deniyor: BM’nin tekrar aktif görev alması ve Irak’a Komşu Ülkeler Konferansı. Komşularla sorunlu olan ABD’ye BM’nin getireceği fayda ise ancak Iraklı unsurlarla konuşabilmeyi sağlamak. Bunu da ne kadar başarabileceği meçhul. Özetlersek ABD’nin Irak’taki durumu gittikçe daha kırılgan hale geliyor. Bu ise ABD’nin kendi iç siyasetini öngörülemez biçimde değiştirme imkanının önünü açıyor.
Paylaş
Tavsiye Et